Gündeminde infaz değişikliği olan TBMM Salı günü 14.00 de açıldı, çok yoruldular ve Çarşamba saat 14.00'te toplanmak üzere dağıldılar.

Bir değişiklik olmadan, sunulduğu şekli ile kabul edileceği muhakkak, dolayısıyla üzerinde konuşmak için beklemenin anlamı yok.

Coronavirüs sebebiyle gündeme gelen yeni infaz değişikliğine bakış açım nettir;

Reis’inizin de, bir zamanlar ‘Devletin, ancak kendine karşı işlenen suçları affetme yetkisi vardır, kişilere karşı işlenen suçları bizim affetmemiz gibi bir vebale ortak olmayız’ ifadesine katılıyor, biraz da kendi icadınız olan devlete (iktidara) karşı işlenmiş suçlar sebebiyle yatanların derhal tahliyesini bekliyorum.

Ama bir yandan da inatla soruyorum; Hapiste devletten af bekleyen binlerce insan olduğu kadar, hukuksuzluk sebebiyle içeriye tıkılan ve devleti af etmesini umduğumuz binlerce insan ne olacak?

Öncelikle onlarla helalleşmeniz gerekmiyor mu?

Coronavirüs bir fırsat teşkil etmiş, acilen cezaevlerini imkan ölçüsünde, olabildiğince boşaltmamız gerekiyor. Siz de fiziki şartların olmadığını öne sürüp infaz yasası çıkarırken ne hikmetse, henüz iddianamesi bile hazırlanmayan, hüküm giymeyen ve mahkemesi dışarıdan da görülebilecek bütün muhalifleri içeride tutmanın yollarını arıyorsunuz.

Her türlü melaneti işleyenler yararlanıyor ama düşünce suçu dediğimiz melaneti işleyenler hiçbir şekilde yararlanamıyorlar.

Kaldı ki onlar af değil, adalet istiyorlar.

TBMM’yi sabredebildiğim kadarıyla izledim, baktım sinirlerim bozuluyor, tutanaklardan alıntı yaptım. Kim ne demiş, özetle paylaşalım;

SEZGİN TANRIKULU/CHP;

“Sadece hükümlülerle ilgili kısıtlı bir yasa teklifi, infaz bakımından eşitliği, adaleti sağlamayacaktır.

İnfazda eşitliği esas almayan, suça göre infaz değil, suçun türüne göre değil suçluya göre, suçlunun tehlikeli olup olmamasına, mükerrir olup olmamasına ve toplum için tehlikeli olup olmamasına göre bir infaz sisteminden daha öteye, suç tiplerine göre infaz indirimi sağlayan bir yasa teklifi ve gerçek anlamda adaleti sağlamayan bir yasa teklifi…

Cezaevlerinde binlerce tutuklu var. Bunlarla ilgili olarak bir yasal düzenlemeye ihtiyaç yok. Eğer soruşturma varsa savcılıkların, kovuşturma varsa mahkemelerin, istinaf mahkemelerinin, Yargıtay’ın ilgili dairesinin bu konularda bir karar vermesi yeterli.

Ancak mahkemelerin ve savcılıkların bu konuda adım atmadıklarını görüyoruz. Tutuklama yerine geçen adli kontrol tedbirlerinin tutuklular bakımından uygulanmadığını görüyoruz.

Oysa, duruşma günlerini beklemeksizin dosyaları resen ele alıp bu konuda karar verebilirlerdi.

Bütün Türkiye'nin neredeyse karantina altında olduğu bir dönemde hangi suçlu, hangi tutuklu, hangi delili karartacak, hangi tanığı etkileyecek ve nasıl kaçma şüphesi içerisinde olacak, nasıl?

Bir şehirden başka bir şehre, bir ilçeden başka bir ilçeye gitmenin bile mümkün olmadığı bir dönemde, bu salgın döneminde nasıl bu gerekçelerle mahkemeler hâlen tutukluluk hâlinin devamına karar veriyor? Hem de başka tedbirlere dönüştürülmesi mümkün olan, eğer mahkûm olsalar mümkün olan tutuklular bakımından; gazeteciler bakımından, aktivistler bakımından nasıl böyle kararlar veriyoruz?

Sayın Cumhurbaşkanının koyduğu rezerv nedeniyle, tahliye olup sonradan tekrar tutuklanan yurttaşlarımız var, siyasetçiler var, aktivistler var. Tahliye olmuşlardı ama Sayın

Cumhurbaşkanının koyduğu rezerv nedeniyle tekrar tutuklandılar.

LÜTFÜ TÜRKKAN/İYİ PARTİ;

“Hukuk metinleri, belli bir rejimde yöneten gücü dizginlemek ve ehlileştirmek amacı taşımaktadır. İktidarın politik özellik taşıyan takdir hakkı yerine, hukuki meşruluğa göre, yönetimin icra etmesi manasına gelen hukukun üstünlüğü ilkesine göre, idare anlayışında esas amaç; Siyasetin hukukla kontrolünün sağlanması, siyasal çoğunluğun belli bir normatif alanın dışına taşmasının engellenmesidir. Buradan hareketle hukukun üstün olduğu devletlerde hükûmet ve devlet kurumları birbirinden tamamen ayrıdır.

Ülkemizde devlet ve iktidar kavramları siyasi saiklerle birbiriyle özdeşleştirilmiş, bu nedenle hukukun üstünlüğü deforme edilmiştir. Adil yargılanma hakkının insanların elinden alınması buna en iyi örnektir.

İçinde yargı bağımsızlığını güçlendiren, yargıçları teminat altına alan bir düzenleme yoksa bu düzenlemenin hukuka yapıcı çözümler getirdiğini nasıl söyleyebiliriz?

Bu kararları verecek hakimler bağımsız değil, bağımsız karar veremiyor, temel sorunumuz bu.

Cezaevlerindeki mevcut 60 binden 300 bine geldiyse burada kendinizle yüzleşmeniz gereken çok ciddi meseleler var. Böyle, Ceza İnfaz Kanunu'nda değişikliklerle bu meseleleri halledeceğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz.

Bu düzenlemeye göre basit bir gösteri ve yürüyüşe katılan, bir derneğe bağış yapan, kitap yazan veya "tweet" atan kişi bu indirimlerden faydalanamayacak.

Bu konuda sosyal medyada yalnızca attığı "tweet" ya da yazdığı bir yazı nedeniyle sadece size ve sisteminize muhalif diye cezaevine attığınız insanlar var.

Düşünebiliyor musunuz, 19.122 sanıkla ilgili açılan davadan 17.406'sı Erdoğan tarafından açılmış. Bu rakamlar açılan toplam davaların yüzde 91'ini teşkil ediyor.

Niye? Parti Genel Başkanı Sayın Cumhurbaşkanı. Parti genel başkanları eleştirilir. Parti genel başkanlarını eleştirmiyor muyuz? Hepimiz eleştiriyoruz, diğer partilerin de genel başkanlarını… Ama hayır, "Ben Cumhurbaşkanıyım." diyor Sayın Cumhurbaşkanı.

Siz eleştirilmemek üzere bir düzen kurmak istiyorsunuz, o düzenin ismi: Diktatörlük. Demokrasilerde böyle bir düzen yok, böyle bir sistem yok. Dolayısıyla demokrasiyle diktatörlük arasındaki o çizgi çok kalın bir çizgi, onu sakın aşmayın.

Murat Ağırel, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve burada sayamadığım birçok gazeteci daha sizin haksız, hukuksuz uygulamalarınız yüzünden, sadece haber yaptıkları için cezaevindeler.

Adalet, onu sağlayacak yargı sistemi, iktidarın kendi bekasını korumak için kullanacağı bir araç değildir. Bu sistem güçler karşısında güçsüzlere güç vermek içindir. Yargı bağımsızlığı, yargıçlık teminatı ceza hukukunun temel ve evrensel prensipleri, hukuk devleti, erkler ayrılığı, makul sürede yargılanma gibi yargı erkinin temel yapısal sorunları temele alınarak bunlardan kaynaklanan uygulamaların bir an önce çözülmesi gerekmektedir.”