Gazete ve dergi satan bir dükkânın önünden geçerken görmüştüm seni. Sanki ilk defa görüyormuş gibi hissettim kendimi. Çok güzeldin. Siyah saçların bütün uzunluğuyla rüzgârda savrulmuş, mavi gözlerinle beni dünyaya ve gökyüzünün sonsuz özgürlüğüne, güzelliğine inandırmıştın. Tekrar hayata bağlamış, yaşama sevincim olmuştun. Her zamanki o güzel gülüşünü yüzüne aksesuar yapmıştın. Dünyanın en değerli mücevherleri ve taşları o gülüşünden daha değerli olamazdı, olmamalıydı.

O dükkânın önünde senin yüzünden kala kaldım. Gideceğim yere geç kalacağımı bile bile sana bakmaya devam ettim. Doyamıyordum sana. Aklımı başımdan almıştın da benim ve aklımın bu durumdan haber yoktu. Karanlıkta araba farı görmüş bir sincap gibi kalmıştım. Hareket etmek ve gözlerimi kapatıp açmak istiyordum fakat yapamıyordum. Büyülü bir şey beni sarmalamış ve bütün hareket alanlarımı engellemiş gibiydi ya da biri üzerime bir buz parçası atmıştı da donmuş gibiydim. Bilim kurgu filmlerindeki gibi buz tabancasıyla vurulmuştum sanki. Herkes aşk okuyla vurulacak değil ya sen de buz tabancasıyla vurmuştun beni.

Ellerimi hafifçe hareket ettirmeye başladığımı hissediyordum. Güzelliğinin beynime verdiği ‘’Aşk Zehri’’ yavaş yavaş etkisini kaybediyordu. Beynim, kaybettiği kontrolünü tekrar sağlamak için olağan gücüyle mücadele veriyordu. Ben de bunu iliklerime kadar hissediyordum. Her ne kadar hâlâ gözümü senden alamasam da vücudum artık bir tepki vermeye başlamıştı. Buz tabancasının etkisi yavaş yavaş geçiyordu ve erimeye başlamıştım.

Kısa bir süre sonra kontrolü tekrar elime aldım. Vücudumun her noktasına tekrar sahiptim. Ellerimi ve ayaklarımı istediğim gibi oynatıyor, gözlerimle istediğim noktaya bakıyordum. Her ne kadar başka yerlere hareket ettirmeye çalışsam da gözlerim eninde sonunda senin olduğun noktaya tekrar bakıyordu. Bu sefer de dona kalmıyordum fakat içimde bir sıcaklık, kalp atışımda bir artış hissediyordum. Beni bir dondurup bir yakıyordun. Sahi, ben bir yere gidiyordum. Neresiydi orası? Kalakaldım seni görünce unutmuştum nereye gideceğimi.

Artık kendimi toplamalıydım. Silkindim. Gözlerimi kapatıp açtım. Çevredeki insanlara aldırış etmeden kendime hafiften bir iki tokat attım. O kadar sert değildi bilirsin kıyamazdım ben kendime fakat bu tokatlar bana iyi geldi. Hızlıca dükkâna yöneldim ve fotoğrafını gördüğüm dergiyi alıp hızla ücretini ödedim. Yolda yürürken derginin kapağına baktım ve üstünde bir beyaz elbiseyle sen ve yanında da bir adam vardı.

Bir sosyete düğünüydü, dergide ‘’Cemiyet dünyasına katıldı.’’ yazıyordu. Demek ki sen de artık onların kendilerini farklı dünyada saydıkları o meşhut cemiyet hayatına girmiştin. Haklıydın. O güzelliğinle buralarda, ‘’Normal hayat’’ içerisinde sana yer olmamalıydı. Dergiyi bir anda yırtıp atmak istedim fakat yapamadım. Gideceğim yere gitmeyip rotamı eve çevirdim. Eve gidip derginin içerisindeki seninle ilgili daha doğrusu düğününle ilgili olan haberi okuyup fotoğraflara bakmak istedim. Haber yazısı kısaydı. Demek ki bu cemiyet dünyasındakiler okumayı çok sevmiyordu ama fotoğrafların kare kare tüm sayfadaydı. Hatırlar mısın sana yanımdayken ‘’Sana her bakışta âşık oluyorum.’’ demiştim de sen inanmamıştın. Gittiğinden beri seni ilk defa görüyorum, bir dergide, bir fotoğraf karesinde. Üstelik bir gelinlikle. Bu beni çok üzse de senin adına sevindim. Yine bir dergide okumuştum ‘’Değişim yapmak istiyorsanız her şeyi değiştirin.’’ diye. Sen de öyle yapmışsın. Tebrikler sana. Her şeyi değiştirebilirim de konu sen olunca herhalde ben kendimi değiştiremeyeceğim. Bunu da seni bir cemiyet dergisinde görünce anladım.