Erkek olmakla, adam olmak aynı değildir kanımca… Adam dediğin inandığı doğrular için yaşayan ve menfaatleri uğruna bükülmeyene denir. Peki, kim bu adam diyeceksiniz?

Bir haftadır Alişan KAPAKLIKAYA hocam ve ailesi Sapanca’da misafirimiz oldular, Eskişehir’de bir eğitimine katılarak tanışma fırsatını yakaladığım güzel insanın bu seferde ailesi ile tanışarak uzunca bir zaman geçirdik.

Yakın bir tarihte tekrar şehrimizde bir kitap yazmak için bir süreliğine kalacak, hepimiz onu ‘siyah pantolon’ hikayesiyle tanısak da, aslında o işin sadece görülen yüzüydü, görülmeyen koca bir yürek var ardında..

Bana bencilce gelse de; ‘Öldürmeyen acı güçlendirirmiş’ derler ya hani, Alişan hocamda hayatın kara yüzünü; yaşadığı her dönem şakaklarına kadar hissetmiş, insanoğlunun yaşayacağı en ağır sınav ile imtihan olmuş; toplumun her köşesine sevgi yaymak isteyen hayatının baharında bir evladını sonsuz yolculuğa uğurlamış.

Düşünüyorum da, topraktan geldik toprağa gideceğiz günün birinde, bir saniye sonrasına bile garantimiz yok. Yazılarımı okuyanlar bilirler ki her fırsatta ‘şükrün huzurunu’ savunur dururum.

Allah bazen bizden çok sever kullarını; alır yanına… Tevekkül duymalıyız, kolay değil biliyorum bende yıllar önce abimi kaybettim, bu acının ne kadar ağır olduğunu iyi bilirim.

Kısa sürede çok şey öğrendiğim ve Allah ömür verirse gelecek zamanda da çok şey öğreneceğimden emin olduğum bir adam Alişan KAPAKLIKAYA.

Hikayeleriyle değil; yaşanmışlıklarıyla taht kurdu kalbimize… Gerçek olduğu için bu kadar sevdi insanlar onu, bağrına bastı. El alem ne der yahu? Diye düşünmeden, gezdi bu şehrin sokaklarında…

Yaşadıkça, yaş aldıkça; acıları ve güzellikleri tattıkça; insanoğlu kendini tanıdıkça kendisi için yaşamalı. Biz toplum olarak ailemizden, sosyal çevremizden görmediklerimizi topluma kabul ettirme arzusu ile yaşıyoruz.

Oysa insan önce kendisi için yaşamalı, bir akşam yemeğine çıktık birlikte; en rahat olduğu, kendini rahat hissettiği kıyafetleriyle katıldı yemeğe. Ayağında terliği, yüzünde o huzur dolu tebessümü eksik olmadı soframızda…

Yemeği yedik, oturdu toprağın üzerine sarıldı bir sokak köpeğine; en masum sevgi buydu, menfaatsiz, çıkarsız… Sahi, kötülüklerden arınmış en duru limandı belki de hayvanların kalbi.

Dün eşim ve iki oğlum ile bir Pazar kahvaltısı yapmak için bindik arabamıza; bu sefer bir şeyler gerçekten farklıydı benim için. Giydiğim kıyafetten tutunda, yüz ifademde ki duruş bile yalnızca kendim için hazırlanmıştı.

Bugüne kadar ben bile farkına varmadan hep kollamışım kendimi toplumun baskılarından, bıraktım olağan haline, kahvaltımızı yaptık ve bir köpek gördüm kucakladım çamurun üzerinde onunla birlikte yuvarlandım. Hissettiğim o yoğun ve duygu dolu sevgiyi kelimelerle anlatmam mümkün değil…

Bir canlıyı çıkarsız ve hunharca sevmek paha biçilemez bir duygu.

Bir hafta boyunca seyrettim ben bu adamı, dedim ki olamaz… Bu devirde bu kadar merhamet dolu bir kalp olamaz, varmış yahu; varmış… Rahmetli kızı meslektaşım Zuhal’e sözü varmış hocamın, karış karış gücünün yettiğince evrene sevgi yaymak…

O şeref dolu vasiyetin bir bir gerçekleşiyor, buna emin ol güzel yürekli insan…

Bu satırları yazarken yoğun duygular içerisinde olduğumu ve gözümden akan yaşlara engel olamadığımı bilmenizi isterim. Erkek adam ağlamazmış, hadi be oradan.

Hocamı ve çok değerli eşi Nurhayat yengemi, sevgili oğlu Bilal’i, biricik kızı güzel kardeşim Zülal’i, hikâyelerinde bir döşeği paylaştığı değerli kardeşi Nusret ağabeyimi ve eşi Gülsüm Yengemi, biricik kızları Yağmur’u tanıdığım için çok mutluyum.

Sevgiye aç bu toplumun; böyle yiğit insanlara, güzel ailelere ihtiyacı var, kazanacaksa elinde sonunda iyilik ve sevgi kazanacak. Buna olan inancım tam.

Sevgilerimle, sağlıklı günlerde görüşmek ümidiyle.