Bağırmak, çağırmak, kızmak, eleştirmek ve slogan atmak bizim işimiz, sizin değil…

Siz, slogan atma değil çözüm üretme makamındasınız. Ama bakıyorum da en iyi hamaseti siz yapıyor, en iyi sloganı da yine siz atıyorsunuz, maalesef…

Oysa, bugün, er azından bu konuda sizler değil, terörist yaftası yapıştırıp, kundaktaki çocuğuna rağmen hapse tıktığınız gazeteci Yeliz Koray, kaçırılan kamu görevlilerinin akıbetini tam 6 kere soran CHP Milletvekili Murat Bakan, kahraman rehinelerimizi TBMM gündemine getiren İYİ Parti Milletvekili Lütfü Türkkan yine gazeteci yazar Saygı Öztürk konuşmalıydı.

Siz mahcup bir eda ile başınızı öne eğip dinleyebilmeliydiniz. Ama nerdeee?

Bugün benim köşemden de Yeliz Koray konuşacak, o anlatacak, bizler dinleyeceğiniz;

“Semih, 21 Haziran 1993’te Malatya’da dünyaya geldi. Babası tanınan bir ticaret erbabı, annesi ev hanımıydı. İlkokulu, ortaokulu liseyi başarıyla bitirdi. “Büyüyünce ne olacaksın?” diyenlere hep aynı cevabı verdi; Asker olacağım dedi.

Kimsenin meslek seçimine de hayallerine de karışmasına izin vermedi. Sık sık asker olan akrabasını ziyaret etti, uzun uzun kıyafetlerini seyretti, fotoğraflar çekildi. “Bir gün ben de asker üniforması giyeceğim” dedi.

Dediğini de yaptı. Çocukken kurduğu hayaline ilk adımı 18 yaşında; Balıkesir’de Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu’na başlayarak attı. Okulu bitirdi, çakı gibi Jandarma Astsubay oldu.

Her yurtsever asker gibi canını ülkesine feda etmeye hazırdı ama sonu belirsiz bir karanlığa girdiğinde yapayalnız kalacağını bilmiyordu. 22 yaşındaydı Semih. Rize’de görev yaparken annesinin kanser olduğunu öğrendi önce...

Hemen izin aldı, arabasına bindiği gibi Malatya’nın yolunu tuttu. Ailesini bir daha göremeyeceğini hatta seslerini bile duyamayacağını, üniformasını son kez giydiğini bilmeden çıktığı yol onu Tunceli’ye getirdiğinde takvimler 17 Eylül 2015’i gösteriyordu...

Pülümür yolunda PKK’lılar aracını durdurdu. Sivildi Semih ama askeri kimliği de yanındaydı silahı da… O an ne hissetti kimse bilmez… Tam bin 498 gün önce aracını ateşe verip, kopardılar Semih’i sevdiklerinden.

O dönem Malatya Ticaret Borsası’nın Başkanıydı babası. Sadece oğlu Semih için değil, aralarında polis ve erlerin de bulunduğu, PKK’nın kaçırdığı 12 can için çalmadık kapı, aramadık insan bırakmadı.

Ne TSK’dan ne Cumhurbaşkanından, ne Başbakandan ne de bakanlardan bilgi alabildiler. Sanki Semih hiç yaşamamış gibi, devletin askerinin hiç kıymeti yokmuş gibi..

Yüreklerini ferahlatan haber tam 105 gün sonra yılbaşı gecesi geldi. PKK’nın yayınladığı bir video ile oğullarının yüzünü gören aile “En azından yaşıyor” diye teselli buldu. Yorgun ama dimdikti Semih.

Kanserle mücadele eden annesinin ağlayarak izleyeceğini biliyordu çünkü. Kendini tanıttı, devletten kendilerini kurtarmayı beklediklerini söyledi. Aynı video PKK’nın kaçırdığı diğer asker ve polislerden de geldi.

Aileler yeniden toplandı, çağrı yaptı, TBMM’ye gitti, yalvardı… Semih’in kız kardeşi Malatya’ya gelen Tayyip Erdoğan’a ulaştı. Çıktı karşısına “Kardeşimi ve kaçırılan askerleri kurtarın ne olur” dedi. “Yapabileceğim bir şey yok, sabredin” cevabı aldı.

Sanki herkes ağız birliği yapmıştı. Çalınan her kapı ‘sabır’, ‘sabret’, ‘sabredin’ ile kapandı. Velhasıl, ne sevgilisinden şiddet gören Sıla kadar, ne de Acun’dan boşanan Şeyma kadar gündem oldular.

Herkes sustu, unuttu. Sanki Semih hiç yaşamamış gibi, sanki PKK’nın elinde 12 canımız yok gibi…

Dile kolay, 3 yıl geçti. Ne siyasiler ağızlarına aldı ne de basın yazdı çizdi. Ve PKK 5 ay önce Semih’in bir videosunu daha paylaştı.

“Ben Semih Özbey. 21 Haziran 1993 Malatya doğumluyum. 17 Eylül 2015 tarihinde alındım. Yardımcı olacak herkesten yardım bekliyorum. 3 yıldır buradayım. Bizim için çabalanıyor mu, bir çaba var mı bilmiyorum. Bizim için mücadele etsinler” dedi.

Bugün tam bin 498 gün geçti. Bir anne evladını 22 yaşında bıraktı, sarılamadı, koklayamadı, öpemedi… “Ölmedim, iyileştim seni bekliyorum” diyemedi.

Tam bin 498 gündür 12 canımız PKK’nın elinde. Açlar mı, susuzlar mı, nerede tutuluyorlar belli değil. Ne Alman’ın gazetecisi ne de Amerika’nın rahibi kadar pazarlık konusu oldular. Hatta konu bile olmadılar. Sanki hiç yaşamamışlar gibi…

Velhasıl.. Acun ve Şeyma’nın ayrılığı kadar konuşulur mu ya da Devlet Bahçeli af için bastırdığı kadar 12 canımız için bastırır mı bilmem. Semih’in ailesinin tüm siyasilerden ricasıdır bu; “Evlatlarımızı istiyoruz biz!”

3,5 yıl önce yazmıştım bu köşe yazısını. Semih’in kardeşi Beyza’nın “Abla kimse sesimizi duymuyor ne olur yardım eder misin?” diye yazdığı mesajla haberdar olmuştum ben de.

Askerlerlerimizin kaçırıldığı haberleri vardı ama döndükleri haberi yoktu. YouTube’da PKK’nın yüklediği videoları vardı ama o bile haber olmamıştı. İnanamamıştım. Tanıdığım ne kadar gazeteci ne kadar siyasetçi varsa haberdar ettim.

Aradan 9 ay geçti. Semih ve kaçırılan diğer askerlerin mektupları geldi bu kez. Hepsi annesine, babasına, sevdiğine seslenmişti yine. 29 Mayıs 2019’da yeniden yazdım.

Semih’in annesi ve kardeşi Beyza’yı YouTube kanalıma aldım. Onlardan dinledim, sesimizin duyulması için o videoyu da gerekli kişilere gönderdim. OL MA DI!

Şimdi yazacaklarım başıma ne iş açacak bilmiyorum. Doğrusu umurunda da değil. Gazeteci büyüklerim (!) “Devlet terörle pazarlık yapmaz Yeliz. Boşuna uğraşma” demişti.

Devlet, teröristleri dağdan davulla zurnayla indirip, çadır mahkemelerde ‘pişmanım’ diyen herkesi salıverdiğini yaptı o pazarlığı. Kapalı kapılar ardında görüşerek, İmralı’ya feribot turu düzenleyerek, Öcalan’ın mektubunu mitinglerde okutarak, el ele halay çekerek..

Sanatçıları, sözde aydınları barış elçisi gibi ‘akil insan’ kılığında il il dolaştırarak, kırmızı bültenle aranan Öcalan’ın kardeşini TRT’ye çıkartarak..

Ne İstanbul’u kaybettiğiniz kadar üzüldünüz ne de Ankara kadar dert ettiniz kendinize! Tam 6 yıldır bu askerler için ne yaptınız da şimdi utanmadan “Şehidimiz var” diye yazıp çiziyorsunuz?

Kaçırılan askerlerimiz ABD’nin papazı, Almanya’nın gazetecisinden daha mı değersizdi? Semih’in suçu neydi bilmem ama katilini biliyorum!

İki satır yazı yazdıramadığım, iki dakika haberlerde yer verdiremediğim gazeteciler, kanallar, vekiller şimdi yazıp çiziyor utanmadan! Sayfaya kan bulaştı beyler bayanlar.. Sizi hiçbir şey temize çekmez artık!”