2007’den bu yana uyguladıkları kutuplaşma ve ayrıştırma politikası bilinçli bir tercihleridir ki taraftar/tabanlarını ancak bu şekilde diri tutabilsinler de iktidarlarını sürdürsünler.

Birbirimize, birleşmeye, kucaklaşmaya en azından birlikte hareket etmeye en çok ihtiyaç duyduğumuz şu anlar da dahi “Biz ve Onlar” diye bölüyor, işin ilginç yanı da bu söylemi bile bir uyduruk beka meselesine bağlayabiliyorlar.

Ülkenin meselesine bakış ve bunu sunuş biçimlerinde sürekli bir karşı taraf var, düşman taraf ve maalesef her türlü başarısızlıklarına bahane ettikleri, ülkenin bekasının düşmanı bir karşı taraf…

Ve sonuçta; kendi tabanlarını “düşman” algısıyla sağlamlaştırıp, yapıp ettiklerinden ve hayatından memnun olmayanların bile, bağırlarına taş basıp yanlarında yer almalarını sağlıyorlar.

Diğerleri mi? Onlar gelmesin, birleşmesin, bizden uzak olsunlar, biz bize yeteriz…

Oysa bize öğretilen, köyü kurtlar basınca köyün birbirine düşman köpeklerinin bile birleşebilmeleriydi.

Türkiye de işler böyle yürümüyor, demek ki ya tehdit sahte ya da yönetenler samimi değil diye düşünürdüm.

Ama koronavirüs denilen düşman bir gerçek ve asıl beka meselesi bu olduğu halde köyün köpekleri niye birleşmiyor?

Neden iktidar, her seferinde düşman olarak “Onlar”ı, yani seni, beni, bizi gösterip sürekli ötekileştiriyor, yok sayıyor.

Üstelik beka sorunu asıl şimdi tehdit oluştururken ve gerçekken…

Şimdi karşımızda yaratılmış hayali bir düşman değil, gerçek bir düşman var ve hep beraber, el ele vermedikçe üstesinden gelemeyeceğimiz bir düşman.

İnsanları ayırmadan, siyasi görüşlerine, dinlerine, dillerine, ülkelerine göre tasnif etmeyen, sadece bizi değil, bütün insanlığı tehdit eden, yaşama hakkını elinden alan, yaşamak için öldüren bir düşman!

Öyle sanal, uydurma falan değil gerçek bir düşman…

Tehdit gerçek olduğuna göre, bu durumda (bile) köyün köpeklerini bir araya getirmeyenlerin samimiyetinden şüphe duymamak elde değil.

Lütfen! Tamam, dost olmayalım, kucaklaşmayalım ama en azından kavgalarımızı erteleyebilir, ateşken ilan edebiliriz.

Ayrıştırmayı, düşmanlaştırmayı, kin ve nefreti, çekememeyi, siyasi hesapları, ayak oyunlarını, benimkini kayırmayı, ötekini dışlamayı, engellemeyi, kötülemeyi, hakaret ve suçlamayı bırakabiliriz.

Gelin akılcı olalım, hiç olmazsa düşmanı yenene kadar ateşkes yapalım, birbirimize çelme takmadan, akıl vereni, eleştireni içeri atmadan, beraber savaşalım.

Çünkü bu sefer gerçekten BEKA sorunumuz var.

Yazgülü Aldoğan’ın dediği gibi;

“Bu yıkım gelip geçtikten sonra cephede cesetler, yaralılar, yardıma muhtaç insanlar kalacak.

Şimdi ayırmanın zamanı değil. Ve üstelik zaten ayrışan da siyasetçiler, vatandaş değil!

Sayın Cumhurbaşkanı, insanlığın hiç görmediği kadar yaygın bir salgınla, bu gerçek düşmanla baş etmek için parti ve siyaseti bir süre için olsa, unutun! AKP Genel Başkanı değil, sadece Cumhurbaşkanı olun! Bütün yurttaşlarınızı kucaklayın. Size yaranmak için düşmanlığı, ayrışmayı, kin ve nefreti körükleyen ekibinize ayar verin, trollerinizi geri çekin. Sadece gerçek düşmanı yenmeyi ve yönettiğiniz halkı bu badireden sağ ve karnı tok çıkarmayı düşünün. Muhalif diye düşman olduğunuz insanlara kızmak yerine söylediklerini dinleyin. En önemlisi, büyük farklarla seçim kazanmış yerel yönetimleri dışlamayın, sadece kendi belediye başkanlarınızla toplantı yaparak, çalışarak yenemezsiniz bu virüsü! Şu anda en büyük virüs, korona değil, partizanlık, kindarlık, ayrıştırma. Ve artık farkına varın ki asıl böyle yaparak sadece savaşı değil, siyaseti de kaybediyorsunuz, o yok saydığınız belediye başkanlarının oyları artıyor! Oy verdiğimiz seçilmiş belediyeler, bu savaşta sağlık elemanlarından sonraki en büyük kozunuz olmalı. Bu savaşı birlikte kazanırsak siz de kazanacak, kaybedersek en çok siz kaybedeceksiniz!”

Gelelim af meselesine…

Hep söylediğim gibi bu infaz değişikliği, devletin kendine karşı işlenen suçları affetmesi kadar devletin bizzat mağdur ettiği kişilerle helalleşmesi için de büyük bir fırsattı.

Olmadı. Adil bir af düzenlemesi getiremediler. Yine ‘biz ve onlar’ kafası ile hareket edip, adaleti sağlama fırsatını da geri teptiler.

Adeta yalvarmıştık;

“Cezaevleri bu virüsle baş etmek için gerekli koşulların sağlanabileceği en son yerdir.

Oradan yüzlerce, binlerce cesedin çıkmasını engellemek sizin elinizde. Tutuklu olan fikir insanlarını, hatta öncelikle size hakaret etti diye tutuklananları salıverin, herkes biliyor, onlar suçlu değil, cezalı! O korkunç gecenin günah keçileri, kurbanları, erler, askeri öğrenciler, yeter artık çektikleri, onları bırakın. Gazetecileri tutuklamak çözüm değil, tam tersine kulak verin onlara. Tam da şu günlerde çıkarılan bu af adil olmazsa, Anayasa Mahkemesi’nden geri döner, herkes çıkar, tehlikeli yaralar açar, elinizi vicdanınıza koyup karar verin. Gün siyaset ve nefret zamanı değil, birlik ve beraberlik zamanı. Etrafınızdaki küçük çemberin dışındakileri de dinleyin, söz SMS’le on lira da yollayacağım, ama şu belediyeye yolladıklarımızı da geri verin!” demiştik, böyle arzu etmiştik, olmadı.

Kendinize de, bize de ve en önemlisi ülkemize yazık ediyorsunuz, farkında mısınız?