Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün; ‘Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır ki onun adı Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir.’ Sözleriyle tabir etmiştir cumhuriyeti.

Yaklaşık bir asır önce bir 29 Ekim sabahı ülkemiz, şark milletlerinin hiç birinin uyanamadığı kutlu bir sabaha uyandı. İşte o gün ilan edilen Cumhuriyetin kazanımları sayesinde bugün ülkemiz, dünyanın sayılı ülkeleri arasına girmiştir.

Bir gün değil her gün ‘CUMHURİYET’ derken bunun bir ruh, bizlere adanmış bir özgürlük ruhu olduğunu idrak etmemiz lazım. Bu yazıyı dün değil; bugün yazma sebebimse tamda bundan ötürü.

Dün yazılsaydı klişe olacaktı, günün anlam ve önemini taşıyacaktı lakin ben bu günün bir güne tıkılıp sıkışmasından ziyade, bir yıla yayılıp Atatürk ilke ve inkılaplarını yaşam şekli edinmeliyiz.

Cumhuriyet eşitlik demek, fikirlerimizi serbestçe ifade edebilmemiz, yöneticilerimizi seçebilmemiz, kendi kendimizi idare edebilmemiz demek, yani tek bir adamın iki dudağından çıkacak söze değil !, halkın aldığı kararlara  bakan bir yönetim şekli demek

Cumhuriyet cinsiyet ayrımının olmadığı, kadınmış erkekmiş demeden herkesin değer gördüğü, istediği işi, istediği aşı hatta istediği eşi seçebilmesi demek, Cumhuriyet özgürlük demek.

Elbette kolayca yazdığımız ve anlatmaya çalıştığımız bu Cumhuriyet kolay kurulmadı.

Cumhuriyetin ilanından sonra savaştan çıkmıştık. Askerlerimizin kimini Sarıkamış'ın dondurucu soğuklarında iliklerine kadar donarak, kimini Çanakkale'nin sarp sırtlarında vatan aşkıyla toprakları sulandırarak, kimini Arap çöllerinde, kimini de Yemen dağlarında kaybetmiştik. Aile kavramı yok olmuş, kadınlar dul, çocuklar yetim kalmıştı.

Savaşı kaybettiğimiz gibi ekonomik gücümüzü de kaybetmiştik. Erzak kalmamış, her şey tükenmişti.

Tam anlamıyla sıfırı tüketmiştik, tükenmiştik. Hepimiz açtık. Bebekler ilaçsızlıktan, çocuklar gıdasızlıktan ölüyordu. Yetmezmiş gibi kaybettiğimiz topraklardan milyonları bulan insanlar Anadolu'ya özellikle de İstanbul'a gelmişlerdi. Sığınacakları yerleri yoktu. Cami merdivenlerinin soğuk mermerlerinde, evlerin derme çatma saçaklarında, semtlerin çamurlu meydanlarında titreyerek, el açarak, dilenerek ayakta kalmaya çalışıyorlardı.

Bunlar yetmezmiş gibi bir de düşmanlarımız yurdu işgale başlamışlardı. Kaybediyorduk..

Tüm bu olumsuzlukları yaşar, yok olmaya doğru giderken unuttukları tek bir şey vardı; savaşlar yüzünden bitap düşen bedenimiz belki hastaydı fakat o bedenin içinde taptaze bir ruh, sarsılmaz bir iman, çelikten bir irade vardı. Allah’a olan aşkımız vardı.

O ruh Mustafa Kemal, Şerife Bacı, Şahin Bey'di. O ruh Kazım Karabekir, Sütçü İmam, Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa'ydı, Seyit Onbaşıydı.

Yurdumuzda ki işgalciler ölümümüzü beklerken biz tıpkı Kut'ül Amare'de tıpkı Çanakkale'de olduğu gibi dirilmiş ve Anadolu'yu onlara dar etmiştik. Halk iman gücüyle inanmıştı bir kere. 'Ya istiklal ya ölüm' diyen bir milletin önünde kim durabilirdi?

Duramazdı, İngilizler bir cehennem bataklığı gibi yerin dibine tüm günahlarıyla gömülmüştü.

Savaş nihayet bitmişti. Sağa sola asılan İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ve Amerikan bayrakları indiriliyor, yerlerine nice zamandır analarımızın, bacılarımızın namusu gibi sakladığı Türk bayrakları asılıyordu. Dalgalanan Türk bayraklarını selamlayan itilaf subayları, kendilerini bekleyen gemilere biniyor, geldikleri gibi gidiyorlardı.

Yaşlı genç demeden; Çoluk çocuk herkes sokağa çıkmış, Türk Ordusunun şehre girişine tanıklık ediyordu. Yediden yetmişe herkes ağlıyordu ve bu gözyaşları inanmış bir Türk milletinin zafer gözyaşlarıydı. Vatan toprağı için akan en helal gözyaşlarıydı bunlar. Şehre giren askerler de ağlıyordu, çünkü bu bizim namusumuzdu.

Savaşı kazanan bu yüce millet, kendi iradesine kendisi sahip çıkmış, söz de karar da benim demişti. Kendi meclisini açan kendi yöneticilerini seçen halkımız, bu başarısını Cumhuriyet ile taçlandırmış, ebedileştirmişti.

İşte bu yüzdendir ki en büyük bayram bu bayramdır, bu bayram bizlerin egemen bir millet oluşumuzun günüdür, bu bayram bizim onurumuz, bu bayram bizim namusumuzdur.

O yüzdendir ki bir gün değil her gün bu ruha, bu inanca, bu ilkelere sahip çıkmalı, nereden ne şartlarda buralara geldiğimizi unutmamalıyız.

Bize bu cennet vatanı armağan eden Başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere silah arkadaşları, tüm şehit ve gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.

Atatürk ve şanlı Türk ordusu varını yoğunu ortaya koyarak yurdumuzu düşmanlardan arındırdı. Yaşa 29 EKİM !, yaşa Türk varlığının Cumhuriyet aşkı ile yeni bir güne başlayacağı her gün..!

Rabbime hamd olsun, Cumhuriyetin kıymetini bilen, onu canı gibi sahiplenen nesillerin yetişmesi arzusuyla…

Sevgilerimle, hoşçakalın.