Siyaset yapmak gibi bir derdimiz yok aslında…

Muhalif gibi gözükse de yazdıklarımız, yapılması gerekenleri hatırlatmak, akıllarına gelmeyenleri tavsiye etmek ve yanlışlarını da eleştirmekle sınırlı…

Buna bile tahammül edemiyor, ‘Yahu siyaset yapmanın zamanı mı’ diyor, işi sen devlet düşmanısın noktasına bile çekiyorlar.

Ama öbür yandan da kendileri siyaset kazanının dibini sıyırıyorlar.

İstanbul başta olmak üzere büyükşehirleri kaybetmeleri şirazelerini kaydırdı.

Sadece ekonomiyle sınırlı değil kayıpları, ondan daha beteri alternatiflerinin ortaya çıkması, seçmenin bunu görmesi, kamuoyunun kıyas yapması ve ‘başka kime vereceğiz, kim var’ efsanesinin çökmesi, zorlarına gidiyor.

O kadar da zorlarına gidiyor ki, seçim öncesinden bu güne kadar, koskoca cumhurbaşkanı bile Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın seviyesine inmek ve onlarla atışmak zorunda kalıyor, daha kötüsü de atıştıkça kaybediyor.

Kim ne derse desin, Ankara, İzmir, İstanbul belediye başkanları eminim ki bunu arzu etmezler ama Koronavirüs salgını konusunda yaptıklarıyla hükümetin birkaç adım önüne geçtiler.

Hele hele Mansur Yavaş’ın, henüz bir yılı bile dolmadan ‘bütçemiz şu kadar fazla verdi, bunu vatandaşımızla paylaşacağız’ noktasına gelmesi, yıllardır hamasetle devlet idare edip halkını hayallerle besleyenler için çok ama çok kötü bir örnek teşkil ediyordu.

Kısa zamanda ‘çalıyorlar ama çalışıyorlar’ algısını kırıp ‘çalmadan da çalışılıyormuş’ noktasına gelmemiz bile siyasi dengeleri alt üst etti.

İktidar, belediyeleri çalıştırmamak için elinden ne gelirse yapıyor malumunuz.

Yasaların yetmediği yerde de çirkeflikler devreye giriyor.

Son örnek, belediyeleri çalıştırmamak ve halkın gözünden düşürmek için neleri bile göze alacaklarını gösteriyor maalesef...

Malumunuz, geçtiğimiz hafta akıllara ziyan bir kumpas kurdular İmamoğlu’nu yıpratmak için;

Hiç üşenmeden bir grup trol, sabahın köründe bir belediye otobüsüne yığıldılar, görüntüler vererek ve bunları sosyal medyadan paylaşarak, İBB’nin otobüslerine çok sayıda kişi alındığına yönelik algı yaratmaya çalıştılar.

Ne acıdır ki yandaş basın da bu görüntülere balıklama daldı, kullandı.

Sonra İBB, kumpası tane tane deşifre etti ama bu kısım yandaş basın tarafından görmezden gelindi.

Şimdi gündemi meşgul eden ‘bağış’ tartışmasına da bu gözle bakıyor, böyle yorumluyorum.

Hükümetin kendi bağış kampanyasını başlatması, yetmezmiş gibi belediyelerin bağış kampanyası hesaplarının bloke edilmesini, koskoca hükümetin, kendi yağında kavrulan muhalif belediyelerin başarısını örtmek ve engellemek amacıyla yaptığını düşünüyorum.

Zor zamanlarda kampanya yapılır, yapılmalıdır ama buna siyaset bulaştırılmamalıdır.

Nitekim kampanya çağrısını, muhalefeti de yanına alarak, bağımsız ve tarafsız bir cumhurbaşkanı sıfatıyla yapsaydı, parti genel başkanı sıfatıyla muhalif partilerin önünü kesme amaçlı bir girişim olarak algılanmaz ve kampanya çok daha başarılı olurdu.

Ve keşke seçim öncesi, illet-zillet diyerek milleti bölmek yerine, 83 milyonu kucaklasaydı da bugün en iyiniyetli tavırları bile siyasi rekabete kurban edilmeseydi.

Bugün tepkilerden de anlaşılıyor ki gerek sistem gerekse hükümet, ne yaparsa yapsın halkta güven telkin etmiyor ve ne yaparlarsa yapsınlar, en zor durumda bile milleti kucaklama şanslarını çoktan yitirdiler.

Gelelim tepkilere;

CHP Grup Başkan Vekili Engin Altay, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başlattığı yardım kampanyasına ilişkin; “Aslında bize devletin vatandaşların gördüğü ve sandığı kadar güçlü olmadığını gösterdiler,  Hani IMF’ye borç verecek kadar güçlüydük. Suriyeliler için 40 milyar dolar harcadık bir 40 milyar dolar daha harcarız’ diyordunuz. Ne oldu?” diye sorarak 10 maddelik tavsiyede bulundu.

CHP’nin tavsiyeleri özetle şöyle;

Cumhurbaşkanı Erdoğan 13 uçağın 12’sini satmalı. Kızılay'ın akladığı vergi kaçırmalarına el konulmalı, yazlık ve kışlık saraylar satılmalı, Man Adası’ndan kaçırılan vergiler Hazine’ye kaydedilmeli, Ensar, Türgev, ve Tügva gibi vakıflara aktarılan paralar Hazine’ye aktarılmalı, garanti verilen ödemeler durdurulmalı, sarayın harcamalarından tasarruf edilmeli, Kanal İstanbul projesinden vazgeçilmeli, Katar ve yerli işbirlikçilerin hortumlarının kapatılmalı, özelleştirmelerden devlete borçlu kalanlardan paraların alınmalı…

Meral Akşener’in basın danışmanı Murat İde; “Bütün devlet kurumlarında personele gönderilen yazılardan da anlıyoruz ki; İktidar, zaten maaşlardan kesinti yapmayı planlıyormuş. Bunu KAMPANYA ve HAYIR İŞİ diye paketlemiş. Çıkıp dürüstçe söylese, millet “HAZİNEYİ NE YAPTIN?” diye soracak. Kurnazlık… Ve büyük ayıp…”

CHP’li Selin Sayek Böke; “Bloke rezaleti iki gerçeği ortaya çıkarttı. 1. Hükümet halkın yardımları yerine ulaştırmak için belediyelere daha çok güvendiğinin farkında. 2. Hükümet için öncelik halkı korumak değil, kendi siyasi çıkarlarını korumak.”

İYİ Parti’li Musavvat Dervişoğlu; “Dünyanın hemen her ülkesinde devlet vatandaşına el uzatırken, Türkiye’yi yöneten iktidar elini vatandaşının cebine uzattı.

Bayrağını iç çamaşırı yapıp giyebilen toplumlar devletlerinin desteğini alırken, kanını bayrağına renk yapan Türk Milleti’ne banka hesap numaraları verilip, onlardan destek istendi.

500 milyon dolarlık uçağa binen, milyarlık saraylarda oturan sayın Cumhurbaşkanı, kıt kanat geçinen milletten para istedi.

Bakanlar Kurulu’ndan çıkan toplam bağışın 5 milyon lira olduğunu ballandıra ballandıra anlatırken, sarayının günlük harcamasının 5 milyon lira oluğunu unuttu.”

Dün de dediğim gibi bağışı bilmem ama tepkiler çığ gibi yağıyor.

İşte yönetme hırsı ve partizanlığın ülkemiz siyasetini getirdiği son nokta bu, maalesef…