Memleketin bir kısmı Ayasofya’nın açılıp açılmayacağını merak ederken, benim derdim Murat Ağırel ve arkadaşlarının salınıp salınmadıklarıydı.

Konu benim için daha İslami ve daha insaniydi çünkü…

Ve tutuklu gazetecilerin üçü göstermelik salınırken üçünün tutukluluğuna devam kararı verildi.

Mülkün/devletin temeli olan adalet, bir devletin dini olan adalet tecelli etmedi.

Bu ülkeyi yönetenler dinden ne anladıklarını ortaya koydular ama anlayana…

Şimdi Ayasofya açılmış/açılmamış hiç umurumda değil ve açsanız bile bu sizin ‘aman da ne kadar dindar’ olduğunuzun göstergesi olamayacaktır.

O dilinizden düşürmediğiniz 28 Şubat mahkemelerinde yargılandım. Tek cümle ile izah et deseler; ‘Onlar sizden daha dindardı’ derim.

Düşünün! 28 Şubat dönemi, zorunlu ve kesintisiz eğitim tartışılıyor. Ben de bir konuşmamda ‘eğitimin kaç yıl süreceğine omuzu kalabalık şerefsizler mi karar verecek’ demişim.

Dönemin muktedirlerine ‘şerefsizler’ demişim…

Dönemin adaleti sabaha karşı 5’te evimi basıp beni derdest etmedi.

Dönemin kolluk kuvvetleri ‘sen muktedirimiz efendimize nasıl şerefsiz dersin’ diye karakolda üzerime çullanmadı.

Dönemin savcılığı ‘atın bunu içeriye, mahkemeye kadar tutuklu kalacak’ demedi.

Önce beni içeri tıkıp dosyam arkadan düzenlenmedi.

Dönemin adaleti beni içeri tıkıp arkamdan suç unsuru deliller oluşturmadı.

1 buçuk yıl yargılandıktan sonra beraat kararımı veren heyetin ağır ceza reisi, tam kafesten çıkmak üzereyken seslendi;

“Erol Afşar. Seni çok iyi tanıyorum. Bu sözleri söylediğine de adım gibi eminim. Ama ispatlayamadım. Hadi güle güle!”

Neymiş? İspatlayamamış…

Şimdi buna gerek yok maalesef…

Ortada ‘adalet’ yok ve kararlar hukuki kıstaslarla verilmiyor.

Hani, aynı zarftan çıkan üç oydan ikisi geçerli kabul edilip birisi iptal edildi ya, o gün mahkeme aynı suçu işlediği iddia edilen 6 kişiden üçünü serbest bırakırken üçünün tutukluluğuna karar verdi, nasıl oluyorsa artık?

Murat Ağırel, bir gün önce yazmıştı;

“Yazılarımın tamamında tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunmayı, yoksul halkın vergilerini yağmalayan, sömüren, yolsuzluk, hırsızlık yapanları belgeleri ile yazdım. Yazılarımın çoğu adeta ihbar niteliğindeydi. Savcıların hemen ihbar kabul edip dava açmalarını bekledim. Dava açıldı ama hırsızlığı, yolsuzluğu, usulsüzlüğü, yapmayı yapana değil bana karşı…

Şubat ayında kitabım "SARMAL"ı yazdım. Birçok dostum bilir. Kitabı hazırlarken "yazdıklarımdan dolayı onlarca dava açılacak ve beni tutuklayacaklar" dedim.

Tutuklandım. Tutuklanma gerekçem bir bahane. Ben asıl nedenin kitabım "SARMAL" olduğunu gayet iyi biliyorum. Zaten kitabımda yer alan isimlerden biri ifade vermeye giderken, "Elbet bu yazdıklarının hesabını birisi soracaktı" diye yazdı ve kitabımı paylaştı. İtiraf etti aslında yani…

Beklediğim gibi de tutuklandım. Hem de hukuk cinayeti işlenerek "zorla" tutuklandım.

Şimdi de cezaevinde savunma yapmamız engellenmeye çalışılıyor. Savunma evraklarımız koronavirüs tedbirleri nedeni ile bir gün bekleme sonrası teslim ediliyordu. Artık bu süre aşılıyor. Bizler zorlamadan teslim edilmiyor. Teslim edilen evraklarımızın içinden de keyfi evraklar çıkarılıp inceleniyor. Bunu infaz koruma memurları söylüyor ben değil.

Yanlış da duymadınız savunma evraklarımız infaz koruma memurları tarafından kontrol ediliyor ve hangisi savunma evrakı, hangisi değil kararı veriliyor. Hangi kanunun, hangi maddesine istinaden yapılıyor bilmiyoruz. Bu suç bile listeye işleniyor. Ben öyle sanıyorum ki son yaşadığım olay onu destekler nitelikte. Savunma evraklarımız birilerine servis ediliyor. Umarım ben yanılırım. Ancak seksen sayfa savunma evrakının içinden otuz tanesi ki en can alıcı belgeler ayrılıp diğerleri teslim ediliyor ve onlarca girişimden sonra bulunup "sehven" açıklaması yapılıyor ise ben bunda kasıt ararım.

Yani dostlarım bilgi ve belge ile bizleri susturamayanlar 2007 yılına kadar katlediyorlardı, öldürüyorlardı. 2007 yılından sonra ise cezaevine suçsuz şekilde bir uydurma suç ile atıyorlar, elinizi kolunuzu bağlayıp, yandaş medya vasıtası ile itibar suikastı yapıp linç ediyorlar. Savunma yapmanı, suçsuzum diyebilmemizi sağlayacak savunma hakkımızı da engelleyerek bizi bir nevi canlı canlı öldürmeye çalışıyorlar.”

Muratlara isnat edilen suç MİT mensuplarını deşifre etmek...

Oysa onlardan önce herkes yazmış, söylemişti.

6 Ocak 2020'de Anadolu Ajansı ‘MİT Libya'da üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getiriyor' başlığı ile haber yapmıştı. Aynı gün Amerika'nın Sesi ‘MİT Libya'da sahada' başlığı attı.

MİT'in Libya'da görev yaptığını Türkiye ilk Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan (6 Ocak 2020) duydu.

MİT'in Libya'da şehit verdiğini Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan (22 Şubat 2020) öğrendi.

Şehit edilen emekli Albay O.A.'nın açık ismi basında yazıldı.

Aydın'daki cenazesi onlarca internet sitesinde haber oldu. Abdullah Ağar'a kadar çeşitli çevrelerden insanlar şehit O.A. adını açık yazarak paylaşım yaptı.

Milletvekili Ümit Özdağ TBMM'de basın toplantısı düzenledi; “Libya'daki şehit haberlerini neden gizliyorsunuz” deyip şehitlerin açık ismini verdi…

Manisa-Akhisar parti teşkilatlarına “şehidimiz var” bilgisiyle katılım çağrısı yapıldı…

Şehidin ailesinin oturduğu mahalle muhtarı ve şehidin akrabaları şehidin fotoğrafı ve açık kimliğiyle haberi sosyal medyada paylaştı…

Bir gün sonra yapılan cenazeye parti temsilcileri, kaymakamlar, belediyeler gibi mülki idare mensupları katıldı…

Cenaze töreni sırasında Akhisar Belediyesi basın görevlisi fotoğraflar çekti, basına dağıtıldı.

İddianamede çarpıtmalarla dolu… “Cenaze fotoğrafları gizlice çekildi deniliyor, oysa çekenler Muhtar Cemal Merter ve belediye basın görevlisi Eren Ekinci.

“Murat Ağırel MİT şehidi haberinin yapıldığı gün yabancı ajansla 15 dakika sır görüşmesi yaptı!” deniliyor. Görüştüğü ajans Sputnik Radyo ve konu Murat’ın “Sarmal” kitabı…

Kaldı ki bu davanın asıl gerekçesi de o kitap ve diğer gazetecilerin muhalif tutumları…

MİT şehitleri falan bahane…

Tut ki yanlış yaptılar, MİT mensuplarını deşifre ettiler.

Kozmik Oda’nın peşkeş çekilmesi yanında lafı mı olur?