Dünkü yazımda Atatürk’ün çocuk sevgisinin kaynağını acizane anlatmaya çalışmıştım. Yılmaz Özdil’i okuyup seviye farkını görünce kendimden utandım.

Yılmaz Özdil. Atatürk’ü en iyi anlatan ve O’nu en çok sevdiren, belki de bizden özellikle gizlenen pek çok yönünü ortaya çıkaran bir yazar. Ben bile Atatürk’ün 8 evlatlığının olduğunu yeni öğrendim mesela…

Çok uzun yazmış, özetleyeceğim…

Maiyetindekilere “çocuk” diye hitap ederdi.

Aşçı, garson, kahya, şoför gibi terimler kullanmazdı. Hepsine “çocuk” derdi.

Hem samimiyet, hem çalışana saygı ifadesiydi.

Sabiha, Afet, Ülkü, Abdürrahim, Rukiye, Nebile, Mustafa, Zehra… Sekiz manevi çocuğu oldu.

Sofraya kızlarıyla birlikte otururdu, “onlar benim pırlantalarım” derdi, yemekten sonra kızlar odalarına çekilirdi, masadaki sohbet öbür konuklarla devam ederdi.

Çocuklarına farklı davranılmasını istemezdi.

Bir gün… Sabiha'yla Zehra okulun bahçesinde ip atlıyorlardı. Teneffüs bitti, ders başladı, ip atlamaya devam ediyorlardı.

Öğretmenleri kadındı. Kapıya çıktı, seslendi. Dinlemediler. Gülüşerek oynamaya devam ettiler. Öğretmen bu şımarıklığa dayanamadı, “defolun gidin okuldan” diye bağırdı.

Kızlar afallamıştı, ilk kez böylesine bir tepki görüyorlardı. Onlar Atatürk'ün kızıydı, kim, hangi hakla bağırabilirdi… Ağlaya ağlaya koşarak köşke gittiler. Mustafa Kemal'in çalışma odasına girdiler. “Bizi okuldan kovdu” diye şikayet ettiler.

Mustafa Kemal “bak sen şu öğretmene” dedi.

Kızların yüzüne gülümseme yayıldı.

Yaverini çağırdı… “Al bu ikisini derhal okula götür, takdirlerimi bildir, kızlarımı arzu ettiği şekilde yetiştirsin” dedi!

Sonra kızlara döndü, sert bir ses tonuyla çıkıştı: “Öğretmeninizin elini öpüp af dileyeceksiniz, o sizi affederse ben de affederim!”

Kızlar tırıs tırıs okulun yolunu tuttu.

Çocuklarının ders notlarını yakından takip ederdi.

Yüksek puanlar aldıklarında özellikle okula gidip öğretmenlerle görüşürdü, “iltimas mı yapıyorsunuz?” diye sorardı.

Bazen emin olmak için kendisi sınav yapardı, o dersi yeterince bilip bilmediklerini bizzat tespit ederdi.

Mustafa Kemal'in çocuklarıyla Çankaya'da görevli aşçı, şoför, garson, berber gibi hizmetlilerin çocukları aynı ilkokula gidiyordu.

“Asla yalan söylemeyeceksiniz” diye tembihliyordu.

“Yanlış yapmanıza değil, yalan söylemenize kızarım” diyordu.

İlerleyen yıllarda, siyasi partiler Mustafa Kemal'in manevi çocuklarını milletvekili adayı yapabilmek için teklif üstüne teklif götürdü.

CHP dahil, her defasında “hayır” cevabı aldılar.

“Politikaya girmeyeceksiniz” diye vasiyeti vardı.

Sabiha, Bursa'da doğmuştu.

Babası defterdardı, Jön Türk'tü, bu yüzden Edirne'den Bursa'ya sürülmüşlerdi. Annesini babasını kaybetmişti, ağabeyleri ve ablalarıyla yaşıyordu.

1925'te Bursa'ya gelen Mustafa Kemal'in karşısına dikildi, okumak istediğini söyledi.

Henüz 12 yaşındaki bu yürekli kız, Mustafa Kemal'i çok etkiledi, gözleri doldu, ağabeylerinden ablalarından izin istedi, Ankara'ya götürdü.

İlkokulu orada, liseyi Üsküdar Amerikan'da okudu. Paris'e gönderildi, Fransızca öğrendi. Eskişehir Havacılık Okulu'nda pilot oldu. Dünyanın ilk kadın savaş pilotu oldu. Övünç Madalyası aldı.

Aralarında bombardıman ve akrobasi uçaklarının da bulunduğu 22 farklı tipte uçak kullandı. Sekiz bin saatten fazla uçtu.

Türkkuşu Uçuş Okulu'nda başöğretmen oldu.

Dünyanın en prestijli havacılık ödülüne layık görüldü, Amerikan Hava Kurmay Koleji tarafından “dünya tarihine adını yazdıran 20 havacıdan biri” seçildi. Bu ödüle layık görülen tarihteki ilk ve tek kadın oldu.

70'li yaşlarında bile kokpite oturup tek başına uçardı. Son uçuşunu, 83 yaşındayken yaptı.

Türk kadınının en güçlü rol modellerinden biri oldu.

Gökçen soyadını Mustafa Kemal verdi.

1940 yılında pilot yüzbaşı Kemal Esiner'le evlendi, eşinin soyadını almadı, eşine kendi soyadını verdi, bu anlamda da tarihte ilk'ti.

Afet, Selanik'te doğmuştu.

İlkokul öğretmeniydi. 1925'te İzmir'de görevliyken Mustafa Kemal'le tanıştı, yüksek öğrenim yapmak istediğini söyledi, İsviçre'ye gönderildi, Cenevre Üniversitesi tarih bölümünden diploma aldı. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde profesör oldu.

Türk Tarih Kurumu asbaşkanı oldu. Ankara, Hacettepe ve Ege üniversitelerinde ders verdi. Devrim tarihi ve kadın haklarına dair kitapları dokuz lisana çevrildi.

Ülkü, 1932 doğumluydu.

Mustafa Kemal, henüz dokuz aylıkken evlat edindi, bu minik bebekte adeta torun sevgisini yaşıyordu.

Mustafa Kemal vefat ettiğinde, Ülkü altı yaşındaydı.

Osmanlı-Rus savaşından sonra Kafkas cephesinde çok sayıda öksüz yetim çocuk kalmıştı, subaylar sahip çıkmaya çalışıyordu.

Abdürrahim onlardan biriydi. Annesini babasını kaybetmişti, üç yaşındaydı.

İlkokulu Ankara'da okudu, İzmir'e gönderildi, Mithatpaşa Meslek Lisesi'nden diploma aldı, Almanya'ya gönderildi, Berlin Teknik Üniversitesi'nde elektrik mühendisi oldu.

Rukiye, Konya'da doğmuştu. Babası, Kurtuluş Savaşı'na katılmıştı, ana karargahta emir eriydi, Cumhuriyet ilan edildikten sonra Mustafa Kemal'e gitti, yardım istedi, “üç kızım var, okutamıyorum, en küçüğüne sen sahip çık” dedi.

Rukiye dokuz yaşındaydı, evlat edinildi.

Rukiye ramazanda oruç tutardı. Sofrada yalnız kalmasın diye, ramazan boyunca akşam yemekleri iftara göre ayarlanırdı, oruç tutan tutmayan herkes Rukiye'yle birlikte iftara otururdu.

Mustafa Kemal yine böyle bir ramazanda, gümüş muhafaza içinde, minicik bir elyazması Kuran-ı Kerim hediye etmişti. Rukiye onu hayatı boyunca çantasında taşıdı.

Devam edecek…