Gözlerini açtığın ilk andan itibaren o kadar masum, o kadar muhtaç ve o kadar her şeyden habersiz dünyaya geliriz ki; yanı başımızda ‘anne’miz olur..

Dün gibiydi akıp geçen zaman, öyle hızlı akıp geçti ki gözlerimin önünden; bu satırları yazarken geçen yılları bir kez daha anımsıyorum, acı ve tatlı tebessümlerle pekiştiriyorum.

Dün çocuk olan ben; yılların akışıyla bugün iki evlat sahibi bir baba olmuşum bile, hızla akıp giden bu zaman korkutuyor beni, zaman çok hızlı geçiyor; acıların ve güzelliklerinde elinde sonunda geçtiği gibi.

Anne olma kavramı; benim annemi de kapsayan derin bire duygu birikimi hali, duyguda seçicilik yapamadığın yoğun sevgi ile pekişmiş derin bir ırmak gibi…

Senin içinde üzüldüğün kafanı taktığın ve bazen gizlemeye çalıştığın, sıkıldığın bir konu olduğunda sonra ben sesinden anlıyorum sen de şaşırıyorsun.

Hep anneler değil; evlatlar da anlar, hisseder bence. Çünkü insan daha dünyayla irtibat kurmadan sadece annesiyle bağ kuruyor. Böyle bir bağ asla tek yöne olamaz, hem hayati hem de tüm duygusal yaşam kaynaklarının bağlı olduğu bir bağ.

Doğum anında fiziki olarak kaybedilen bu bağ her iki taraf içinde ömür boyu duygusal olarak devam etmekte.

Doğduğum andan itibaren mücadele ile geçen uzun yıllar var geride bıraktığım, yaşandı, oldu ve bitti gibi değil; hala da yaşanacak gibi devam eden… İnsanın varoluş sebebi gereğiyle sınav dünyası olan bu alem için doğal bir savaş olmalı.

Hayatımın her döneminde; En bunaldığım anda elime telefonu aldım tabii ki seni aradım direkt… ‘Anne’ deyince bana verdiğin ‘yine ne oldu’ cevabı var mesela kulaklarımda hala.

Bir başarısızlık yaşadığımda sen ne kadar da umursamaz oluyorsun birden. Başarısızlığımı dünyanın dibine nasıl da kolay gömüyorsun. Bir süre sonra ben buna mı üzülüyorum ya dedirtiyorsun ya, gerçekten bravo sana.

Keşke daha kolay cümlelerle anlatabilsem bunu, anlatamam ki… Kim anlatabilmiş, ufak oğlumun bir başkasının kucağındayken annesine sarılıp güven duyması gibi bir his..

Karşılığı olmayan, küsmesi mecburi barışla biten, didişmesi bol, fena derin, kendine özel bir aşk aramızdaki. Sahip olduğum en değerli şeylerden biri senin yüreğin. Çok net! Bana karşı değil sadece, kocaman dünyaya yeten bir kalp sendeki…

Tüm bu yoğun duyguları çocuklarımın anneleri için düşündüğüne de eminim.. Annelik duygusunu sadece doğurmak olarak değerlendirmeyen tüm anneler için geçerli olduğuna olan inancımsa tam.

Böylesine evrensel ve anlamlı bir sevginin yalnızca ‘Annelik’ içgüdüsü ve sorumluluğu ağırlığında olabilmesi normal.

Bastırılmış duygular, örselenmiş hislerle biz çocuklarımızı sevmekten kaçınıyoruz; neymiş eskiler dermiş ki; ‘büyüklerin yanında çocuk sevilmez’ hadi be oradan…

Sevginin ölçüsü, şartı, koşulu ve başka bir bağlayıcı kuralı asla olamaz..

Hayat çok kısa sana belki büyüklerin yanında çocuğunu sevme diye öğrettiler sen de kandın çok dillendirmeyi öğretmedin. Eğer bu durum içerisindeysen hemen dön bu yanlıştan, sevdiğini söylemek, evladını bağrına basmak zor olmamalı…

Sev, sevil. Kirlenmiş kalplerin ve mühürlenmiş duyguların inadına sarıl inandıklarına… hele ki bu ailense.

Bugün 15 Temmuz 2020, Bundan tam 60 yıl önce benim annem dünyaya gözlerini açmış ve bu duyguları bana yaşatmış, yaşatıyor da… Sıra evlatlarımda, yani torunlarında.

İYİ ki doğdun annem, nice güzel sağlık dolu yılların olsun.

Sevgilerimle…