Bugün de tarihe not düşme adına gazeteci Barış Pehlivan’ın destansı savunmasını verelim ama maalesef ki özetleyerek;

“Altında ezilmektense, gerçekleri sırtlamaya devam edeceğim. Bu yüzden başlıyorum…

Somut gerçeği 5 maddede özetlemeliyim:

1- Şehit cenazesi haberi yayınlayarak suç işlediğim söyleniyor.

Biz… Libya’ya TSK ve MİT mensuplarının gittiğini, Libya’da şehitlerimiz olduğunu, şehitlerimiz arasında MİT mensuplarının da olduğunu, şehit olmalarının nasıl gerçekleştiğini, şehitlerin açık kimliklerini/ fotoğraflarını/ memleketlerini/ mezarlarının nerede olduğunu, hangi görevlerde ne kadar süre çalıştıklarını ve ailelerinin kimlik bilgilerini, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, Milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik.

Özetle; şehit MİT mensubuna dair fotoğraflar ve bilgiler, Odatv’den çok önce açıklandı, yayınlandı ve yayıldı. Yani bizim yayınladığımız haberde şehit MİT mensubuna dair bize özel hiçbir yeni olgu yok.

2- Bu gerçeğe rağmen biz hem şehidin ailesini hem de MİT Kanunu’nu düşünerek ekstra bir hassasiyet gösterdik. Ve daha önce ifşa olmasına rağmen, şehidin soyismini, ailesinin isimleri ile soyisimlerini, cenazenin kaldırıldığı köyün adını yayınlamadık.

3- İddia makamı da bu yadsınamaz gerçeğin farkında olarak, bizi asıl şehit cenazesinden bir kareyle suçladı. Gizli çekilmediği ortaya çıkan, şehidin tabutunun taşınma karesinde MİT mensuplarının da olduğunu iddia ettiler. Ve biz, ilgili bir adet fotoğrafta MİT mensubu olduğu iddiasını ilk kez iddianameden öğrendik.

Yani ifşayı savcılar yaptı. Ki Odatv’nin haberinde; o fotoğrafta kaymakam, siyasi parti temsilcileri ve vatandaşların olduğu yazıyordu. Sözün özü, yazmadığımız hatta ima dahi etmediğimiz bir şeyle suçlanıyoruz

4- Kaldı ki… Savcılar kaleme aldıkları iddianamede, MİT mensubu olduğunu bilmeden yapılan paylaşımları akladı. İddia makamının kendi oluşturduğu bu suçsuzluk karinesini ve kıstasını kullanıp net olarak söyleyebiliriz ki; Odatv’nin yayınladığı tabut taşıma karesinde de bir suç olmadığı tartışmasız bir gerçektir.

5- Nihayetinde basit denklem şu: Hülya Kılınç ya da şehidimiz Manisalı olmasaydı bu haber yapılmayacaktı. Diğer MİT mensubunun cenaze haberinin Odatv’de olmaması da bunun kanıtı. Bu ayrıca, savcıların iddia ettiğinin aksine bizim MİT mensubu ifşa etmek gibi bir planımız ve kastımız olmadığının da delilidir. Sadece gazetecilik saikıyla hareket ettik.

Ancak, “Kuvvetli suçsuzluk şüphesi” varken aksi yönde karar verdiniz ve tutukluluğuma devam ettirdiniz. Hem de nasıl… İlk duruşmadan önceki tutukluluk incelemesini 4 Haziran’da yapmıştınız. Duruşma da 24 Haziran’da gerçekleşti. Arada 20 gün vardı.

4 Haziran’daki tutukluluğa devam kararında olmayıp, 24 Haziran’daki kararda olan bir gerekçe de mevcuttu: Kaçma ve saklanma girişiminde bulunma ihtimalim!

Şimdi… Aradaki o 20 gün içinde bir şey olmalıydı…

Ben o sırada, yani 20 gün içinde Silivri Cezaevi’ndeydim. Acaba benim cezaevinden firar girişiminde bulunduğuma dair bir iddia mı ortaya atıldı?

Acaba avludaki kameradan, kaçacağıma dair bir hareket mi görüldü?

Öyle ya… Yoksa 4 Haziran’da kaçmayacağımı ve saklanmayacağımı düşünüp, neden 24 Haziran’da kişiliğime çok ters bir suçlamayla beni karşı karşıya bırakasınız?

Tutuklanmaya bu adliyeye cezaevi çantamla, kendi ayağımla geldim. Ne kaçması ne saklanması!

Tutukluluğa devam gerekçelerinden biri de tanık beyanı. Adını koyalım; Cemali Merter’in beyanı.

Yani… Şehidin naaşının ne zaman ve nereden kalkacağını hem şehidin hem de babasının açık adıyla, yetmeyip şehidin fotoğrafıyla ilk kez internette ifşa eden, bunu yaparken herkesi de cenazeye davet eden köy muhtarının beyanı…

Yani… İddianamenin bize isnat ettiği ve “suç” olduğunu vurguladığı tüm eylemleri ilk gerçekleştiren ama “tanık” olan kişinin beyanı…

Biliyorsunuz; ilk duruşma için buraya bağlandı, dinlendi.

O gün bu salonda olan iddia makamının gözünün önünde, şehidin adını ve soyadını, babasının adını ve soyadını, yaşadıkları köyün adını açık açık bir kez daha tekrarladı.

Yani tanık bize “suç” olarak isnat edileni burada yeniden yaptı, gitti, iddia makamı “siz ne yapıyorsunuz” bile diyemedi.

Sonra, “tanık beyanı” gerekçesiyle tekrar tecrite gönderildim.

Şimdi soruyorum; nedir bu “tanık beyanı?”

Eğer suçsa dedikleri, ki iddia makamı öyle diyor, tanığın suçunun diyeti bana mı ödetiliyor?

Ben onun yerine mi hapis yatıyorum?

Eğer öyle değilse, yani bu dedikleri suç değilse, ben kesinlikle başka bir şeyden dolayı tutukluyum.

Bunu tanık da biliyor, o müthiş bir özgüvenle konuşuyor, ama bana söylenmiyor.

İlk duruşmada, MİT Kanunu yürürlükteyken son birkaç senede televizyon kanallarında, gazetelerde, internet sitelerinde yapılan bazı haberlerden örnekler gösterip demiştim ki; onlara bir soruşturma dahi açmayan Türk yargısı, haberinde MİT Kanunu’na uymak için fevkalade hassasiyet gösteren Odatv’ye neden operasyon yaptı?

Dedim de ne oldu? “Delilleri yok etme ihtimalim” olduğu gerekçesiyle tekrar Silivri’ye gönderildim.

Şimdi… Sanıyordum ki: Odatv’de yayınlanan ve şu an yayında olmayan ama dava klasörlerinde yer alan bir haber yüzünden tutukluyum!

Yanılmışım! Öyle olsaydı, “yok edilecek delil var” denir miydi? Denildi.

Ve bana söylenmeyen o gizemli “suçun” delilini yok edeceğim iddia ediliyor!

Çok mu safım acaba? Bu gerçeği arayışım beyhude bir çaba mı?

Öyle ya… Anayasa profesörünün uyuşturucu baronunu serbest bıraktırmakla suçlandığı ve tutuksuz yargılandığı…

Rüşvet alırken suçüstü yakalanan yargıcın tutuksuz yargılandığı…

Suç örgütünün isteğiyle soruşturma dosyası kapatan savcıların tutuksuz yargılandığı…

Beni 19 ay suçsuz yere tutuklu tutan, sonra kendisi 6 ay firar eden kumpas hakiminin tutuksuz yargılandığı, yargı sisteminden adalet beklememeli miyim? Hayır!

Ben alışmayacağım bu çürümüşlüğe.

Biliyorum ki; asıl alışırsam ölürüm.