Dünkü yazımızın özeti, bugünkü yazımızın da ana fikri olsun.

Ne demiştik; “İktidar, senden olmayanları, rakiplerini ve hatta bir sebeple sevmediklerini, hukuk dışına çıkarak döverken sesini çıkarmazsan eğer, yukarıda anlattığım gibi, sıra sana geldiğinde, senin için ses çıkaracak, seni savunacak ve hakkını arayacak bir tek kişi/grup bulamazsın.

Dolayısıyla şu Gezi Olaylarına ve benzerlerine biraz da bu yönden bak sevgili kardeşim!

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın deme ve o yılanın günü gelince seni de sokacağını asla ama asla unutma…”

Yüce Mevla Kuranı Kerim’de bizi şöyle uyarıyor;

“Ey iman edenler! Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.

Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun.”

Peki, biz ne yapıyoruz? Adamına göre tavır koyuyoruz, iktidar erki/gücü, bizden olmayanları, siyasi veya ideolojik rakiplerimizi ve hatta bir sebeple sevmediklerimizi, üstelik hukuk dışına çıkarak dövüyor veya eziyorken sesimizi dahi çıkarmıyor hatta alkışlıyoruz.

“Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun” emrine rağmen…

Gezi olaylarının hukuki değerlendirmesini, başlatanların ve gerçekleştirenlerin siyasi görüşlerine göre değerlendirir ve böyle şahitlik ederseniz eğer, Gezi üzerinde hükümet ve yandaş basını marifetiyle tahrifat yapıldığı, olup bitenin manipüle edildiği, algı operasyonlarıyla bir tarafın diğer tarafa karşı kışkırtıldığı ve hükümetin bundan siyasi/ideolojik olarak nemalandığı gerçeğini göremezsiniz.

Bu, demokrasi ve hukuk bağlamında büyük bir haksızlık, bir adaletsizliktir.

Demokrasi ve adalet hepimiz ortak değeri, hepimiz için büyük bir nimettir.

Bu nimetleri, sırf ideolojik kaygılarla bir tarafa itmemeli, adaletin eninde sonunda hepimize lazım olacağı gerçeğini unutmamalıyız.

Bu olaylar başladığında ve yaşandığında hükümetin tavrı, hiç de öyle demokratik, hukuki hatta insani değildi.

Sağduyulu bir yaklaşım, birleştirici, barıştırıcı bir tutum ve insani bir yaklaşım göremedik.

Dönemin Cumhurbaşkanının, İç İşleri Bakanının ve İstanbul valisinin bütün uyarılarına rağmen hükümet, adeta bir tarafa savaş ilan etti.

‘Biz de yüzde elliyi zor tutuyoruz’ sözleriyle bir tarafın öbür tarafa kışkırtılması hiç şık olmadığı gibi eylem yapan insanlara palalarıyla saldıranlar adeta teşvik edildi.

Bir tarafı öbür tarafa kışkırtmak için; “Geziciler elit semtlerde oturuyor, seçkinci sınıf, imtiyazlı çevreler, bir avuç kaymak tabaka” dediler.

Tam da bu noktada Yılmaz Özdil’in dediği gibi;

“Halbuki… Abdocan’ı öldürdüler, narenciye paketleme tesisinde asgari ücretliydi.

Mehmet’i öldürdüler, garsondu, babası pazarcıydı.

Ahmet’i öldürdüler, üniversite mezunu işsizdi, inşaatlarda amelelik yapıyordu.

Ali İsmail’i öldürdüler, babası inşaat işçisiydi.

Ethem'i öldürdüler, kaynakçıydı. Berkin'i öldürdüler, babası işsizdi.

Kaymak tabaka dedikleri, işte bu çocuklardı.”

Biber gazı kapsülüyle kafasından vurulup komaya giren, 8-9 ay sonra son nefesini veren Berkin’i ve acılı annesini miting meydanlarında yuhalattılar.

Dövülerek öldürülen Ali İsmail için “kamera kayıtlarını inceledik, kendi arkadaşları dövmüş” diye yalan bile söylediler.

Gezi olaylarının Ankara ayağında öldürülen Ethem Sarısülük için, kum çuvallarının önünde çekilmiş fotoğrafını yayınlayıp “işte terör kamplarında çekilmiş fotoğrafı” dediler.

Yine Yılmaz Özdil’in belirttiği gibi; Kaynakçıymış Ethem, Şemdinli’deki Tekeli tabur komutanlığının inşaatlarında çalışmış. Devlet büyüklerimizin çocukları askerliğini bedelli yaparken, Ethem askerliğini Şemdinli’de yapmış, bölgeyi gayet iyi bildiği için oradaki karakol inşaatlarına gönüllü gitmiş…

Yetmedi, “biber gazımız tamamen doğal bitki olup, organiktir, kalite güvenlik belgesiyle kullanılmaktadır” diyerek, gaz bombalarına maruz kalan insanlarla ve çocukların ölümüyle alay ettiler.

O hengamede göstericileri kovalarken, inşaat halindeki alt geçide düşerek şehit olan polis için, hem polisi hem de yandaşlarını kışkırtma babından “düşmedi, aşağı atıldı” diye yazdılar.

Gezicileri aşağılamak için “Camide bira içtiler” dediler. Ben Allah’tan korkarım, yalan söyleyemem diyen müezzini doğduğuna pişman ettiler.

Başörtüsü istismarına yeni ve korkunç bir boyut getirerek ve bunu bira ile soslayarak “Başörtülü bacımın üzerine işediler, kamera görüntüleri elimizde, biz seyrettik, önümüzdeki Cuma günü yayınlayacağız” diye aşağılık bir algı operasyonuna tenezzül ettiler.

AKP’li olduğu sonradan anlaşılan kadın; “şahıs ani şekilde başörtümü tutarak yukarıya doğru kaldırdı, Tayyip'in o…sunu buldum beyler, gelin s…in diye bağırmaya başladı, beni tekmelerken, eşarplı kaltak, devrim yapacağız kökünüzü kazıyacağız şeklinde hakaret ettiler, benim üzerime idrarlarını yaptılar, bir kadın ‘başörtüsüne işeyin, başörtüsüne işeyin' diye bağırıyordu, bir şahıs, başıma doğru erkeklik organıyla sürtünmeye başladı,” diye kışkırtıcı, tahrik edici ve halkı galeyana getirici bir ifade verdi ve bu ifade iktidar erki ve yandaşı basın tarafından sürekli kullanıldı.

Sonra, hepsi yalan çıktı. Alenen yalan söyledikleri kamera kayıtlarıyla belgelendi.

Şimdi, ne yazıktır ki pek çoğumuz Gezi’yi yalan ve manipülasyon üzerine kurgulandığı şekliyle değerlendiriyor, algı operasyonlarına kapılıp büyük bir hukuksuzluğa alet oluyoruz.

Nihayetinde Gezi Olayları Mahkemesi beraatla sonuçlandı evet, ama biz hala paramparçayız, hala sağduyulu davranamıyor, hala birbirimize kin ve nefretle bakmaya devam ediyoruz.

Madem ki, bu ülkede toplumsal travma yaratan Gezi ‘beraat’ etti, şimdi bu travmayı tedavi zamanıdır.

Evrensel hukuk çerçevesinde, kin ve nefret aşılayarak, koca bir toplumu galeyana getirenler tespit edilip, yaptıklarının hesabı sorulmalı ve olaylara bodoslama taraf olan hükümet yetkilileri, en azından bir özür dileyerek, ayrıştırılan toplumu birleştirme çabasına girmelidir, desem?

Ben de ne çok şey istiyorum değil mi?

Ne yapayım, bazen kendimi bir sosyal, demokratik hukuk devletinin vatandaşı sanıyorum.

Sonra bir bakıyorum, rüyaymış meğer…