Oturduğumuz semtin abisiydi Rasim Abi. Herkesin yardımına koşar, mahallede sözü geçen biriydi. Sokak hayvanlarının bile en sevdiği kişiydi. O, apartmandan çıkınca bütün kediler ve köpekler etrafında toplanırdı. Hatta kargalar bile uzaktan ona bakar, bugün Rasim Abi’nin onlara ne vereceğini beklerdi.

Mahalle sakinleri tarafından o kadar çok sevilirdi ki bir dönem ısrarları kıramayıp muhtar adayı olmuş, açık ara farkla kazanmıştı. Muhtarlığı döneminde de son derece başarılıydı. Mahallenin ne kadar eksiği varsa gidermiş, ne kadar sorun varsa hepsini çözmüştü. Rasim Abi devlet dairesinde tam kırk yıl çalıştıktan sonra emekli olmuştu. Aslında o emekli olmayı istememişti ama ‘’Benim yerime gençler gelsin artık.’’ diyerek kapının arkasında duran ceketini omzuna almış ve iş yerinden mesai arkadaşlarının alkışlarıyla ayrılmıştı. Orada bile sevilen biriydi.

Bir gün camdan bakarken Rasim Abi’yi gördüm. Sokağın ortasında elinde bir torba ile ayakta hareketsiz duruyordu. Çok önemsemedim, bir sağa bir sola baktıktan sonra onun hâlâ hareketsiz bir şekilde ayakta durmaya devam ettiğimi fark ettim. Bir süre izledim ve bekledim. Fakat en ufak bir hareket belirtisi göstermemişti. Terliklerimle koşa koşa aşağıya yanına gittim. Gözleri açık ve ileriye doğru bakıyordu. Ancak göz kapakları kapanmıyordu. Elindeki poşeti sımsıkı tutuyordu. Rasim Abi diye seslendim. Tepki vermedi. Olduğu gibi duruyordu. Beni gören mahalle esnafından birkaç kişi yanımıza geldi. Durumu anlattım. O sırada Rasim Abi gözünü kapatıp açtı. ‘’Ne yapıyorsunuz burada? Ne ara geldiniz siz?’’ diye bize sorular sordu hafif tebessüm ederek. Bizler de ‘’İyiyiz’’ diyerek geçiştirdik. Bundan hemen sonra mahalledeki esnaflardan sözü geçen büyük bir abimize Rasim Abi’nin durumunu anlattık. O da Rasim Abi ile konuşarak onu ikna etti ve doktora götürdük. Doktor, beyin için birkaç film çekilmesini ve tahlil yapılmasını istedi. Rasim Abi güler yüzlülüğünü koruyarak ‘’Ne diye getirdiniz beni buraya? Bak şimdi bir sürü iş yapacağız burada boşuna masraf. Benim bir şeyim yok.’’ dese de doktorun istediği bütün tetkikleri yaptırdı.

Birkaç gün sonra Rasim Abi ile sonuçları öğrenmek için doktorun yanına gittik. Doktorun suratı biraz durgun görünüyordu. ‘’Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum…’’ diye söze girdi. O güler yüzlü Rasim Abi’nin yüzü bir anda asılmıştı. Rasim Abi bana baktı bende tedirginliğimi gizleyememiştim. Doktor, ‘’Alzheimer hastalığınız bulunmaktadır. Şu anda başlangıç seviyesinin üstünde ve orta seviyeye doğru hızla ilerlemektedir.’’ dedi. Odada çıt çıkmadı. Doktor son olarak ‘’Sizi bir kliniğe yatırmamız lazım. Orada sizinle ilgilenirler ve geleceğiniz hakkında konuşabilirsiniz.’’ dedi.

Hastaneden ayrıldık. Orada öğrendim ki Rasim Abi’nin kimsesi yokmuş. ‘’Ne yapacağım ben şimdi? Hadi kendimi geçtim ya kedilere, köpeklere ne olacak? Onlara kim bakacak?’’ dedi. Durumu mahalle esnafındaki dostlarıyla paylaştık. Herkes ‘’Bir çaresi bulunur. Gerekirse klinikte seni her gün birimiz ziyarete gelir.’’ diyerek yatıştırmaya çalışsa da Rasim Abi için durum aynı değildi. ‘’Ben izninizi isteyerek biraz eve çıkıp dinleneyim.’’ diyerek aramızdan ayrıldı. Akşam olmuş ama uyku tutmamıştı. Kendini unutacaktı, yaşadıklarını, ismini, sevdiklerini, mazisini, bugününü her şeyi unutma korkusu sarmıştı Rasim Abi’yi…

Sabah olduğunda Rasim Abi’yi kimse görmemişti. Öğlene doğru mahalleliden biri evine gidip kapıyı çaldı. Kimse açmadı. Bir süre daha bekleyip polise haber verdiler. Polis gelip, kapıyı kırdığında kanepede Rasim Abi’nin cansız bedeni ile karşılaştı. Elindeki hap kutusunun yarısı yere dökülmüştü. Sehpanın üstünde bir kâğıt vardı: ‘’Unutmaya dayanamayacağım, hepinizden özür diliyorum.’’