Hamaseti bir yana bırakıp, olayın ‘ABD bu cesareti nereden alıyor’ kısmıyla ilgilenmemiz gerekiyor.

Emekli Tuğamiral Türker Ertürk’e göre “Şurası muhakkak ki, bugüne kadar sözde Ermeni soykırımını tanıma cesaretini gösteremeyen ABD’nin mevcut yönetimi, bizim yönetim biçimimizden cesaret aldı.

Biden yönetimini cesaretlendiren unsurlar; iktidarın kınamanın ötesinde hiçbir şey yapmaması, ekonomik muhtaçlığımız, Halkbank davası ile adeta esir edilmemiz, Siyasal İslamcı ideolojisi ve Yeni Osmanlı hayali nedeniyle hem bölgemizde ve dünyada yalnızlaşmamız, dış politikada nitelikli kadrolarımızı, nitelikli diplomatlarımızı “bunlar monşer!” diyerek tasfiye edip, yerlerine Beştepe’ye bağlı siyasetçiler atayarak diplomatik gücümüzü de felç etmemiz, geçmişte bu konuda bize destek veren ve sözde soykırımının tanınması önündeki en büyük engel olan Yahudi Lobisini de iktidarın yanlış politikaları, Hamas ile ilişkisi ve antisemitizm içeren söylemleri sebebiyle kaybetmemizdir.”

T24 yazarı Mehmet Y Yılmaz’a göre; ABD’nin bu kadar fütursuz davranmasının sebebi artık Orta Doğu'da Türkiye'ye ihtiyaç duymaması…

“ABD, Türkiye'yi güvenilir müttefik olarak görmüyor. Türkiye'nin desteğini ne zaman isterse kolayca elde edebileceğine inanıyor.

Elinde tuttuğu bütün bu açık-örtülü tehdit vasıtalarıyla ne zaman isterse Türkiye ile yeniden kol kola girebileceğine de inanıyor.

Aksi takdirde bu kadar fütursuz davranmazdı.

Saray'ın sadece sabırlı ve incelikli bir diplomasi ile aşılabilecek bu sorunu yönetebilecek diplomatik tecrübe ve bilgiye sahip olmadığı da aşikâr.

Bakın, Türkiye'nin ABD'ye Büyükelçi diye atadığı partili memur daha itimatnamesini bile sunamadı.

ABD ile böylesine kritik bir eşikten geçilirken Türkiye'yi Washington'da temsil edecek adam Murat Mercan mı olmalıydı, yoksa meslekten, ciddi, deneyimli bir diplomat mı?” diye soruyor, haklı olarak...

İlginç ve hatta korkunç olan ABD büyükelçimiz var ama yok.

Oysa bu konularda lobi faaliyetleri ne kadar önemliyle büyükelçinin varlığı ve ağırlığı da o kadar önemli…

Yılmaz Özdil de arşiv yazarı özelliğini kullanarak bir büyükelçi hikayesi ile durumun izahına katkı yapıyor. Özetle aktarayım;

“Alfred Rüstem Bilinsky. Midilli'de dünyaya gelmişti. Babası Polonyalı, annesi İngiliz'di. Osmanlı vatandaşıydı. Kendi isteğiyle Müslümanlığı seçerek, Rüstem adını almıştı.

Yedi lisan biliyordu. Avusturya'da siyasal bilgiler tahsili yapmıştı. Washington büyükelçisiydi.

200 yıl önce, tee 1820'de… Tee 1894 yılında, tee 127 yıl önce, Amerikan Senatosu'nda Ermeni sorunu gündeme getirildi, tasarı sunuldu, Ermenilerin öldürüldüğü iddiasıyla Osmanlı devleti kınandı!

1896'da, yani 125 yıl önce, Amerikan Senatosu'na ve Temsilciler Meclisi'ne bir tasarı daha sunuldu, Ermenilerin can güvenliğini korumak için Osmanlı'ya askeri müdahale yapılması istendi!

1914… Alfred Rüstem Bilinski, Washington büyükelçimiz oldu.

Gördüğü tablo akıl almazdı.

Amerikan basınında koro halinde Ermeni propagandası yapılıyordu, Türklerin Ermenileri kılıçtan geçirdiğini, katliam yapıldığını, çocukları bile öldürdüğümüzü yazıyorlardı, ABD'nin Ermenileri korumak için mutlaka savaş gemileri göndermesini istiyorlardı.

Halbuki, henüz Osmanlı devleti birinci dünya savaşına girmemişti, Osmanlı topraklarında henüz kimsenin burnu bile kanamamıştı, bırakın öldürülmeyi, tutuklanan Ermeni bile yoktu.

Alfred Rüstem bey, düşündü taşındı, basın yoluyla yapılan iftira saldırılarına basın yoluyla cevap vermenin yolunu buldu, Evening Star gazetesinde röportajının yayınlanmasını sağladı.

“İngiltere, Fransa ve Rusya tahrik kampanyasına girişti, ABD'yi yanlarına çekip Osmanlı'ya saldırmak istiyorlar, ABD'nin bu adi tuzağa düşmeyeceğine inanıyorum, Türkiye'de bir tek vatandaşın bile burnu kanamadı, Amerikan gazeteleri yalanlar yazıyor” dedi.

Sözünü sakınmamıştı…

“Siz önce aynaya bakın, kendi çirkin yüzünüzü görün, bizi karalamaya çalışan ABD'nin yüzkarası katliam suçlarını herkes biliyor” dedi.

Alfred Rüstem'in bu röportajı Washington'da bomba etkisi yarattı. ABD başkanı Wilson küplere bindi.

Derhal resmi olarak özür dilemesi istendi. Alfred Rüstem özür mözür dilemedi.

Derhal “istenmeyen adam” ilan edildi. Derhal “ülkeyi terketmesi” istendi.

Ekim 1914'te İstanbul'a döndü.”

Varlığı ve ağırlığı olan, tecrübeli ve liyakatli bir büyükelçinin nelere kadir olduğunun resmidir.

Bu ülke ve bu iktidar da artık bu resmi görmelidir…