Bugün burada o felaketi yaşayanların tercümanı olmayı ne çok isterdim. Ne yazık ki kelimeler kifayetsiz kalıyor. Yirmibir yıl önce bugün yaşanan o felaketi anlatmak çok ama çok zor, bugün burada yazıyor olmak da öyle…

Ben zaman zaman hepimizin yaşamının bir film senaryosu gibi olduğunu düşünürüm. İyi yazılmış, çok iyi uyarlanmış sinema filmleri gibi hayatlarımız. Yaşanmışlıklara dönüp baktığımızda aslında bu birer sinema filmi gibi hayatlarımızın oyuncusu, hatta başrolü olduğumuz halde izleyici koltuğunda buluveririz kendimizi anbean. Anılarımızın her biri film kareleri gibi canlanır gözümüzde. Ancak bazı anlar var ki, bir daha asla o anların  ne oyuncusu, ne izleyeni ne de yaşayanı olmak isteriz. Tıpkı o gün, 17 Ağustos 1999 günü gibi…

Ben o günden sonra çok fazla keşke dedim biliyor musunuz. Örneğin, ‘keşke’ dedim, ‘Keşke bize verilen bu yaşamda rollerimizin öncesinde senaryosunu okuyabilseydik. Keşke yaşayacak olduklarımızın fragmanını izleyebilseydik. Ve keşke tüm bunlara göz attıktan sonra yaşamak isteyip istemediğimizi seçebilseydik.”
Evet gerçekten bazı anlar var ki, asla ne oyuncusu, ne izleyicisi ne de yaşayanı olmak istersiniz…

Tıpkı o gün, 17 Ağustos 1999 günü gibi…

Ahsen YÜKSEL 04.06.1992 - 17.08.1999

UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ

O yılı takiben takvimlerin Onyedi Ağustos’u gösterdiği her yıl, saatlerde akrep ve yelkovanın 03.05’i işaret ettiği her an, o sahneler tüm efektleriyle canlanır belleğinizde.

Burnunuzun direği sızlar, kokusu gelir tozun dumanın… Nefesiniz kesilir, soluk alsanız enkazın çimentosu dolacak ciğerlerinize.

İçinizdeki kor alevlenir, ateş topuna dönüşür yeniden. Sarsılırsınız her defasında ama öyle bu kez yerden değil, derinden derinden 7.08 büyüklüğünde. Her onyedi ağustosta beyniniz enkaz, yüreğiniz yangın yeri olur yeniden.

Güçlüyseniz ve sizi hayata bağlayacak nedenleriniz varsa eğer; küllerinizden doğar ve bir biçimde devam edersiniz yaşamaya.

Yirmibir yıl önce bugün yaşadığımız asrın felaketini, deprem şehitlerimizi, kayıp olan, haber alınamamış ve bulunamamış canlarımızı, felaketin ardından yıkılan umutları, dağılan yuvaları, yeniden inşasına çalışılan hayatları, yitirdiği canlara rağmen hayata tutunmaya çalışanları (ben onlara deprem gazileri diyorum) unutmadığımızı, unutmayacağımızı ve unutturmayacağımızı dile getirmek istiyorum.

Bu çoğul cümlemi acıya saygısı olan, empati kurabilen, yaşamamışsa da yaşayanların acısını paylaşarak hafifletme gayretinde olan duyarlı tüm güzel insanlar adına kuruyorum.

UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ ve UNUTTURMAYACAĞIZ!

UNUTMADIĞIMIZ, UNUTTURMAYACAĞIMIZ…

Bu arada unutmadığımız, unutturmayacağımız başka şeyler de var.

Örneğin  depremi aslın felaketine çevirenler, kata ve mala doymayanlar, dünya malı dünyada kalırı unutarak bile isteye yolsuzluk ve usulsüzlük yapanlar; sizi de asla unutmayacak ve unutturmayacağız.

Siz de şunu unutmasaydınız keşke;

Aşık Veysel’e sormuşlar, ‘Üstad bu dünyadan ne anladın?’

Demiş ki, ‘Say ki bi pazar yeri dolaştım, üç metre bez aldım ve gidiyorum.”

BİLİR MİSİNİZ?

Ve ben bugünkü yazımı yirmi yıl önce yüreğimden dilime düşen şiirimin dizeleriyle sonlandıracağım.

Şiirimin adı’Bilir misiniz?’

Yaşayan herkesin bildiği ve anlayacağı dizelerle, bugün bu sayfada kurutalım istiyorum ağlayan günlerimizin gözyaşlarını…

Kavuşana dek sevgi ve özlemle…

BİLİR MİSİNİZ?

Bir gece ansızın karanlığa uyanıp içinde kaybolmayı,
Bir tek mum ışığına o anda dünyaları verir olmayı,
Yüreğinizde yangınlarla enkazda kalmayı,
Yaşarken ölümle tanışmayı bilir misiniz?

Sonuna dek süren o çaresizlik dualarından,
Sevgiden, coşkudan ve umutlarınızdan,
Adı enkaz olan o yuvalardan,
Enkazın kendi olarak çıkmayı bilir misiniz?

Nefes alıp verirken bile soluyamamayı,
Uykularınızdan ‘Anne’ diye seslenildiğini sanıp da uyanmayı,
‘Efendim’ diyememeyi bilir misiniz?

Yıkık duvarlara bakıp, hayallere dalmayı,
Tek bir resme sarılıp çıkmayı bilir misiniz?

Dost bilip, düşman omzunda ağlamayı,
Ölüme ısınıp da randevulaşmayı,
Kalanları anımsadığınızda 
Yaşarmış gibi yapmayı bilir misiniz?

Tanrıyla konuşmayı, hiçbir şey istemeden ondan
Hep ‘keşke’ demeyi,
‘Keşke’ diye diye o son günle gömülmeyi bilir misiniz?

Aylin YÜKSEL