Çok yorulmuştu. Elleriyle alnını sildi. Bir kere silmek yetmedi aynı hareketi iki kere tekrar etti. Alnındaki ter ancak hafiflemişti. O sırada bir ara vermek istedi fakat ara vermek öğle yemekleri haricinde yasaktı. Fabrikada günlerdir hatta aylardır çok yoğun ve zor şartlarda çalışıyordu. Patron, son olarak yirmi dakikalık yemek molasını on beş dakikaya indirmişti. Buradaki amacı o beş dakika içerisinde daha fazla ürün ürettirmek ve daha fazla satıp daha çok kazanmaktı.

Yüzlerce arkadaşıyla kader arkadaşlığı ediyordu. Günde on bir on iki saat üzerinde çalışıyor. Eve gittiğinde yemekten bir lokma alıp hemen uyuya dalıyordu. Ne eşiyle ne de çocuklarıyla ilgilenebiliyordu. Çalışmaya mecburdu. Fabrikada da çalışmaya mecburdu. O bir asilzade değildi. Ailesi soylu değildi. Babası da işçiydi. O da mecburen bu yoldan gidiyordu. Elinde de çok fazla bir alternatif yoktu.

Ertesi gün fabrikaya gittiğinde yüzlerce hatta binlerce kader ve mesai arkadaşını fabrikanın kapısında gördü. Bu duruma şaşırdı. Neler olduğunu öğrenmek için tanıdık birilerini aradı kalabalık içinde. Sonunda birkaç kişi buldu. Hemen onların yanına giderek, neler olduğunu sordu. ‘’Grev’’ dediler. O sözü ilk defa duymuştu. Anlamını biliyordu ama uygulanmasını ilk defa gördü. O dönemde işçilerin bırakın greve gitmesini izinsiz mola vermeleri bile patronlar tarafından ağır cezalarla ödetiliyordu.

Grev sözcüsü adını verdikleri kişi fabrikanın kapısının üstüne çıktı ve işi bırakma eylemlerinin gerekçesini ve isteklerini sıraladı: ‘’…Daha iyi çalışma şartları, günde iki defa dinlenme molası ve sadece sekiz saat çalışma…’’. İçi kıpır kıpır oldu. İnanamadı bu isteklere. Bunlar gerçek olursa hem daha iyi şartlarda sadece sekiz saat çalışacaktı. Böylelikle hem kendisi daha az yorulacak hem de ailesiyle vakit geçirebilecekti.

Konuşma bittikten sonra kalabalık grevine fabrika önünde devam etti. Bu olay ülke geneline yayıldı. Ülke genelinde iççiler grev ilan ettiler ve tek istedikleri vardı. Büyük sermayeden eşit pay almak ve insanca çalışma koşulları… Patronlar, kapitalist medya, burjuva ve sistemi destekleyen hükümet acil toplandılar. Toplantıda, silahlı kuvvetleri kullanamayacaklarını bunun kötü bir imaj bırakacağını düşündüler. Akıllarına hain bir fikir geldi. Paralı tuttukları çeteleri ve kuvvetleri grev yapan iççilerin arasına gönderdiler.

Provokatörler işçilerin arasında huzursuzluk ve çatışmalar çıkartmaya başladı. İşçiler haklı davalarında çok zor duruma düştüler. Her alanda bir iç çatışma vardı. Medya bunu çok güzel pazarlıyor ve anlatıyordu. Halkın gözünde işçiler neredeyse istenmeyen kişiler haline gelmişti. Provokatörlerin desteğiyle çatışmaların sonunda ‘’sözde’’ mahkemeler kurularak grev liderlerinden dört kişinin hayatına son verdiler.

O gün onun tarafından hiç unutulmadı. Kader arkadaşlarından dört tanesi haksız şekilde öldürülmüştü. Oysaki sadece daha insancıl koşullarda çalışmak, kazanmak ve yaşamak istemişlerdi. Ama sermayeye sahip olan patronların böyle bir düşüncesi olmamamıştı. Dört işçinin asıldığı o gün 1 Mayıs’tı. Sermaye, kapitalist medya, hükümet ve Burjuva işçilere eşitlik, insancıl koşullar vermemişti ama bundan sonra o gün 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlanacaktı.