‘’Bugün sen çok gençsin yavrum, hayat ümit neşe dolu. Mutlu günler vaat ediyor sana yıllar ömür boyu. Ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni... Doğarken ağladı insan bu son olsun bu son...’’

Sevgili Cem Karaca’nın o zamanlar evli olduğu eşine yazmış olduğu bu dizelerle giriş yapmak istedim. Her dinlediğimde bende çok farklı duygular uyandıran bir şarkıdır. Sözleri, melodisi insana müthiş bir enerji verir. Ben de her yıl bu müthiş şarkı ile yeni yaşıma girerim. Bu yılda da es geçmedim. Gece 00.01 de kulaklıklarımla bu şarkıyı dinleyip yeni yaşımı kutladım.

Yaşamla ölüm arasındaki ince çizgede, pek de uzun sayılmayacak bir yol kat ettim. Vakti zamanında TEMA Vakfına bağışta bulunduğum 3 Meşe Palamut’u ağacından başka bir şeyimin olmadığı da aşikar. Umarım onlar da yeryüzünde bir yerde kök salmış, kocaman olmuşlardır.

Doğaya olan sevgimin yanında, aslında en çok gezmeyi, yeni yerler görmeyi, yeni tatlar tatmayı severim. Yeni tatlar derken Bangkok’a gidersem tabi ki böcek yemem , Japonya’da yılan, çıyan,  Çin’de kedi, köpek yemem... (Oralarda sebzeli Noodle can dır caaan) Çovçov cinsi bir köpeğimiz vardı.

 Adı Tarçın, yeğenim Neris ile Çin de en sevilen çorbanın Çovçov çorbası olduğunu duyunca gözlerimiz dolmuştu.  Bunu öğrendikten sonra Tarçını severken’’ Ayyy seni yerim’’ kelimesini bile kullanmıyorduk. Gezi işine dönecek olursam Turizm ve seyahat işletmeciliği bölümünde okurken, staj yaptığım THY bürosunda kocaman bir dünya haritası vardı.

Babaannelerimizden öğrendik; ’’ Cuma vakti edilen duanın kabul olacağını’’, o inançla her Cuma, öğle vakti geçerdim haritanın karşısına;’’ Allahım ne olur bana çok gezebileceğim bir iş nasip et’’ derdim. Bir yerde hata yapmış olmalıyım ki, çok gezdireceğim bir işte yıllardır ekmek paramı kazanıyorum. Ama inşallah bir gün ben de şeytanın bacağını kırıp yollara düşeceğim.

 Yurtdışı deneyimim çok olmadı ama özelikle Budapeşte-Viyana-Prag üçgenine gitmek isterdim... Hele akşam vakti, şehrin sarı ışıkları yandığında, tarihi binaların görkemi ile insanın gözlerinin kamaşması... Budapeşte’yi, sevdiceğimle Tuna Nehrinden seyretmek...

Viyana’da Snitzel yemek... Ufak tefek alış verişler.. Şimdi tam mevsimi, belki biraz soğuk olabilir ama bence gezmek için en ideal zamanlardan biri. Zaten gezmek için ayrılan her vakit muhteşem bir zamandır..

Neticede hayat iyi kötü hep bir koşturma ile geçiyor. İş hayatına atıldığımızda ise pek imkânımız olmuyor kendimize vakit ayırmaya. Emekliliği beklesek malum bu sefer de sağlığımız müsaade etmiyor. Paramız olsa vaktimiz, vaktimiz olduğunda paramız olmuyor. Hep bir ikilem içinde ömür geçiyor.   

 Sanırım biraz daha ertelemem gerekecek bu gezi işlerini. Ama bir gün gittiğim yerlerden yazacağımı hayal etmek bile çok güzel. Evliya Çelebi gibi... Ya seyahat desem, bu sefer belki olur....