Bütün köyde davullar, zurnalar çalıyordu. Köy ahalisi en şık elbiselerini giymiş kimi kahvede kimi ise meydan denilen ufacık alanda toplanmıştı. Hepsinin yüzü gülüyordu, kolay değildi kaç insan ömrü boyunca bir ağanın düğününe denk gelirdi ki? Ağa dedikleri de kendilerinden genç, bıyıkları yeni yeni terleyen bir delikanlıydı. Babası ölünce bütün topraklar ona kalmıştı. Bir gün sahibi olduğu toprakları incelemeye geldiğinde köyde gördüğü bir kıza vurulmuştu. Hemen emrini vermişti, o kızı alacaktı. Hem istediğiyle olacak hem de kendi toprağından bir kızla evlenerek kendi içlerindeki töreye uyacaktı. Ağanın verdiği emir baş üstüne edilince hemen kızın ailesine durum bildirildi. Tarihler belirlendi. Hazırlıklar yapıldı. Kız isteme mi? Koca ağa kız ister miydi hiç? Kızın ve ailesinin isteği sorulur muydu hiç? Koca ağa kıza talip olmuş aile düşünecekmiş… Yok artık! Töreye aykırı olurdu, tarlaları elinden alınır, iki göz oda evi başlarına yıkılırdı.

Ağanın düğün alanına gelmesiyle düğün vaktinin geldiğini anladı köylüler ve ağanın etrafına toplandılar. Köyün yaşlılarından biri ağanın koluna girerek adetlerin yerini bulması için köylülerle birlikte oynaması ve eğlenceye katılması gerektiğini söyledi. Ağa da ‘’Tamam’’ dercesine başını salladı. Ağanın etrafında toplanan köylüler kol kola girip halaya başladılar.

Gelin evindeki hazırlık son hızıyla devam ediyordu. Hazırlık dediğime bakmayın bir panik hâkimdi. Herkes de bir koşuşturmaca, bir mutluluk vardı. Gelin hariç. Yanına yaklaşan çocukluk arkadaşı ‘’Ne bu surat bakayım? Gül biraz, koca ağaya gelin oluyorsun. Bir kız daha ne ister ki?’’ dedi. Gelin daha önce ağlamaktan kızarmış gözleriyle en yakın arkadaşına bakarak ‘’Sen hiç istemediğin bir şeyi yaptın mı? Yaptın diyelim buna zorlandın mı? Ya da bunların hepsini boş verelim ağa denilen çocuğun adını biliyor musun? Kim olduğunu? Ne yaptığını?’’ arkadaşı susarak boynunu yere doğru eğdi ve gelinin yanından uzaklaştı.

Ağanın öncülüğünü yaptığı halay devam etmekteydi fakat ağa yorulmuştu. İzin isteyerek ona özel kurulan sofraya oturdu. Bacak bacak üstüne attı, cebinden çıkardığı pahalı mendiliyle terini sildi. Etrafı izlemeye başladı. Yanına gelen yardımcısına gelinin gelmesini ve düğünün başlamasını emretti. Yardımcısı hızlı adımlarla muhtarın yanına varıp, durumu belirtti. Muhtar koşar adımlarla kız evine girdi. Durumu bildirdi. Evde herkes panik ve telaş içinde tamam deyip, gelini alkışlarla dışarı çıkardılar.

Nikâh memuru çiftin ismini ve soyadını okuduktan sonra ikisine o meşhur soruyu yöneltti. Gelin tüm içtenliğiyle ‘’Bir şeyin değişmeyeceğini biliyorum ama yine de hayır diyorum’’ dedi. Herkes şaşırmıştı. Ağa bir hışımla yanındaki geline baktı. Elini masaya vurarak masadan kalktı. Köylüler ağanın etrafına koşarak onu masaya oturtmaya çalışıyordu. Yaşlısından gencine kadınından erkeğine kadar herkes ağanın etrafındaydı. Bir süre sonra istemeyerek de olsa masaya döndü. Gelin masada değildi. Bu sefer köylüler gelin için etrafa bakarlarken, ağanın oturduğu sandalyede peçete üstüne yazılmış bir not gördüler: ‘’Töreniz batsın. Adını bile bilmediğim adama beni yar edecek olan herkesin adı batsın. Ben yokum!’’