Bayram tatili uzun diye, birinci günü, şöyle evcek Burhaniye Ören’e, bizim can dostlar Nurdan-Orhan Engin’lere gidelim dedik…

Arabaya atladık, çıktık yola.

Her yolun gidişi güzeldir; bizde gitmesine güzel gittik.

Yol kalabalık, hava soğuk değildi.

İzmit’in pişmaniyesi, Bursa’nın kestanesi; Susurluk’un ayranı ve tostunu mideye indirmeyi unutmadan, geze toza Burhaniye’ye vardık.

Turizm cenneti Burhaniye’de neler gördüğümüzü anlatmaya niyetim yok.

Doğrusunu isterseniz, Ayvalık- Cunda, Burhaniye-Edremit-Akçay-Cunda arası turlayıp dururken pıt diye dönüş günü geldi.

Aracımıza bindik, işte iş buradan başlayarak çatallaştı.

Bizi gerisin geriye Adapazarı’na getirecek olan aracımıza binmedik, bir itişme kakışma içinde kendi kendimizi yükledik.

Tıkır mıkır gidiyoruz…

Balıkesir’i geçtik biraz ve birden zınk durduk.

Önümüz rampa, yol otomobil ve otobüslerle dolu.

Git gidebilirsen…

Neyse yol açıldı, bir, iki, üçüncü vitesle gidebiliyoruz artık.

Bursa çevre yolunda yol açıldı diye, biz sevinirken, Gemlik inişi yine zınk!

Oflaya puflaya Yalova’ya varabildik.

Karamürsel-Gölcük yoluna saptık ki, yürü yürüyebilirsen.

Hani bardak olsa taşardı, yollar taşmadı ama tıkandı.

Sözü uzatmayalım, dura kalka yola dönüş yoluna düzülmüş vaziyetteyiz.

Vaktinden 4 saat sonra Adapazarı’na ulaştık.

Ne diyeyim!

Zaten gidişler ne kadar güzelse, dönüşler o kadar kötüdür ve bu yalnız bayram tatili dönüşleri için böyle değildir.

Her gidişin bir de dönüşü vardır, demişler.

Doğru.

Ama öyle, ama böyle!

Döndük işte…