Hayatıma bir güneş gibi doğmuştun. O zamanlar bir sevgili aramıyordum. Aniden karşıma çıktın, tıpkı kış mevsiminde montları dışarı çıkarttığında montun cebinde bulunan para gibiydi. Çok mutlu olmuştum. Hemen üstüne titremiştim. Bir insana çok çabuk inanma ve kapılma hastalığım olduğundan sana biraz uzak davranmaya çalışmıştım. Her ne kadar bunu yapmaya çalışsam da bir yerden sonra artık hastalığıma yenilmiş ve sana hızlıca kapılmıştım. Her günüm, her anım sen olmuştun. Bir yere giderken bile seninle gitmeyi hayal ediyordum. Market alışverişi yaparken acaba yanımda olsaydın neler yapardık diye bile düşünmeye başlamıştım. Sen sayesinde ben yine bir sevgiye kapılmıştım.

Sonunu düşünmeden yaşamak, birinin sevgime karşılık bir çaba göstermesi bile hoşuma gitmişti. Yüzüme gülmen, bazen beni düşünmen, olur olmaz yerde içinden gelen bir kelime etmen, kısacası senin için küçük benim için çok fazla anlam taşıyan olayları yaşamakta sevginin kuralları arasında yer alıyor. En azından benim için öyle. Bir güvercinin ufak ekmek kırıntılarını yiyip doyması gibi. Çok fazla dramatize ettiğimin farkındayım ama insan sevdiğinde ne diyeceğini ne söyleyeceğini bilemiyor. O duyguları anlatmanın ne kadar zor olduğunu yaşamayanların bilemeyeceği kanaatindeyim.

Günler birbirini kovalamıştı. Günleri haftalara, haftaları da aylara bağlamıştık beraber. Her şey yolunda gidiyordu. En azından öyle görünüyordu. Bu zaman içerisinde sana daha da bağlanmış ve sevgimin dozunu daha da arttırmıştım. Tam bir âşık gibi dolanıyordum etrafta. Dedikleri gibi birini sevince hiçbir şeyi düşünmüyordum. Yurtta gelişen olayları, asgari ücret zammını, gelecek seçimlerde neler olacağını hatta Ay’a ayak basacak diğer ülkelerin kim olacakları bile umurumda değildi. Gelişmeleri takip etmiyordum. Ana gündem maddem yalnızca sendin. Beni seviyor muydun? Bence seviyordun. En azından ben öyle umuyorum. Yoksa insan sevmediği birinin yanında bu kadar zaman kalmazdı değil mi? Müzik zevkim bile değişmişti sayende. Daha hareketli ve neşeli şarkıları dinliyordum. Hatta dinlemekle kalmıyor beğendiğim şarkıları sana yolluyordum. Bazı şarkı sözlerini kendimce değiştirip senle beni yerleştiriyordum. Kafiyeler bazen tutmasa da bu kafiye işinin deli işi olduğunu düşünüyordum. Önemli olan sendin ve sevgimizdi. Öyle seviyor ve öyle dolu dizgin ilerliyorduk.

Her güzel giden şeyin sonu kötü biter klişesine inanmazdım ama maalesef bu klişe bizi buldu. Aslında bizi değil seni buldu. Bir sabah aniden kalktığında benden ayrılmak istedin. Ortada geçerli bir sebep yoktu. Günün doğması senin için geçerli bir sebep olmuştu. Yatağından ‘’Ben artık ayrılmalıyım!’’ diye kalkmıştın. Hemen benimle görüşmek istemiş ve bu kararını hızlıca bana iletmiştin. Olduğum yerde kalakalmıştım. Ben daha da çok sevmeni ya da seni daha da çok sevmeyi beklerken bir anda her şey bitmişti. Bu kararını bana ilettikten sonra benden bir de cevap beklemiştin. Ne diyeceğimi bilememiştim. Gitme desem gitmeyecek miydin? Ya da kal desem kalacak mıydın? Bunların anlamsız çırpınışlar olacağını düşündüğümden o dönem sadece ‘’Peki’’ deyip gidişine sessiz kalmıştım. Sen normal hayatına devam ederken, ben ise farklı bir hayat çizmiştim kendime. Sevdiğinden ayrıldıktan sonra planladığın ve kurguladığın onca hayalin yıkılması yeni yaşayacağın hayatın daha sakin, sessiz ve uzak olmasına yol açıyor. Sen aşk hayatında ayağını gazdan çekmemiştin. Yeni insanlar, yeni aşklar, yeni yerler ben ise kenarda köşemde sessizce oturuyordum. Bıraktığın sevginin acısını çekiyordum. Özlüyordum seni deli gibi.

Öyle özlüyor ve öyle sevmiştim seni. Anlayacağın hasretim sana hala. Eğer beni okuyor ya da bir yerlerden duyuyorsan; Lütfen dönme bana, kal olduğun yerde. Ben sensizliğin büyük mutluluk olduğunu sayende anladım.