İnsanlık tarihi boyunca insanların toplu olarak yaşadıkları hemen her dönemde, güçlü olan ile ondan korunmak isteyenler arasında çatışma hep ola gelmiştir. Ve bu çatışmaların ana temasında şiddet vardır.

Belli olayların ve uzun yılların birikimi neticesinde şiddet devlet politikasında da görülür haldedir, ne yazık ki adı Modern diye tabir edilen Hukuk Devletlerinde şiddete yer yoktur.

Kişinin temel hak ve özgürlüklerini, vatandaşlarının huzurunu hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak derecede sınırlayan politik, ekonomik ve sosyal bütün engelleri kaldırır. Hukuk devletinde, idarenin işlemleri yargısal denetime tabidir, mahkemeler bağımsızdır, hak ve özgürlükler anayasal güvence altındadır.

Anayasamızın ikinci maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti de bir hukuk devletidir. Anayasa Mahkemesi de bir kararında hukuk devletini, "İnsan haklarına saygılı ve hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekte kendisini yükümlü gören, bütün eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir." şeklinde tanımlanmaktadır.

Şiddet ve hukuk aynı cümle içerisinde kullanılamaz, hukuk adaletin simgesidir.

“Hukuk devleti” kavramının yerine “hukukun üstünlüğü” kavramını kullananlar da vardır. Her ne kadar bu iki kavramdan her birinin, Kıta-Avrupası ve Anglo-Sakson gibi değişik hukuk çevrelerinde kullanılmasından ve bu siyasi çevrelerin geçirdiği siyasi tecrübelerin farklılığından hareketle ayrı anlamlara sahip olduğunu belirten yazarlar mevcut ise de, normatif düzlemde bu iki kavram arasında ciddi anlamda bir farklılığın olmadığı kanaatindeyim.

Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü kavramları aynı öznel ve yalın anlamları içermektedirler; ana tema her ikisinde de aynıdır ve hukuk adalet için işler.

Eğer bir ülkede adalet olgusu; zenginliğe, tanınırlığa, paraya, adamının olmasına ve çıkar kavgalarına göre şekilleniyorsa orası Hukuk Devleti olmaktan çıkmıştır.

Size de bu örnekler biraz tanıdık geldi mi?

Demokrasiye bir şans verin. Anayasımızı, kanunlarımızı, teamüllerimizi Hukuk Devleti ilkelerine göre yeniden düzenleyin zira adalet bir gün herkes için lazım olacaktır.

Bırakın insanlar kendini hangi dinden, hangi milletten tanımlarsa tanımlasın, bırakın ana dilinde eğitim alsın, işe alırken, fikrini beyan ederken neci olduğuna bakmayın. Şu İslamcı politikalarınıza, Milliyetçi politikalarınıza ve insanları ötekileştirmeye artık bir son verin.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çok benimsediğim bir sözü vardır;

‘Din gibi temiz bir duygu, politika gibi kirli oyunlara alet edilemez. Din, ait olduğu yerde, temiz vicdan sahnesinde yaşanmalıdır.’

Tamda bu söze dayanarak insanların en temiz ve yüce dini duygularıyla politika yapılmayacağı kanaatindeyim, bu ve bunun gibi politikalar şiddeti devlet politikası haline getirecektir.

İnsanları bir rahatlatın, kardeşlik hukukunda buluşun. Önce Modern Devlet olun, laiklik temelinde toplumu huzura kavuşturun.

Hukuk devletine dayanmayan, güçler ayrılığı içinde denetime tabi olmadan alınan her karar keyfidir, sorumsuzca edilen her laf ideolojiktir ve demagojiden başka bir şey değildir. Bu durum huzursuzluk yaratmakla beraber toplumun keyfi biçimde yönetildiğini gösterir.

Eğer Türkiye özelinde konuşursak, ülkemizde "siyasi suç" tanımı devlet açısından hiçbir zaman söz konusu olmadı. Devlet açısından mevcut sisteme muhalif olan insanlar her zaman "siyasi suçlu" oldular. İşte tam olarak devlet politikalarında şiddet burada yer alıyor.

Türkiye'deki mahkeme heyetleri, hakimler ve savcılar kendilerini her zaman devleti korumak zorunluluğu içinde görüyor. Bu durum da doğrudan verdikleri kararlara yansıyor.

Hukuk devletlerinde bir karar alırken alınan kararın; ‘hak ve adalet terazisinde güçler birliğine değil tarafsızlık ilkesine bağlı olarak’ alınması gerekir.

Farkında olmadan hukuksuzlaştığımız ve tüm bu süreçleri yaşarken genel olarak devlet politikalarımız Şiddet İlkeleri diye bir tabir oluşturmakta.

Savaşlar ve çatışmalar, savaş araçlarını üretenler ve savaşa karar verenler dışında hiç kimseyi mutlu etmiyor.

Savaşın en büyük acısını ise kadınlar ve çocuklar yaşıyor. Bugün bizim topraklarımızda da birçok anne çocuğunu yitirmenin acısını yaşarken, birçok kadın da savaşın şiddetini, taciz ve tecavüzün travmalarını yaşamaya devam ediyor.

Savaş, acıları ortaklaştırıyor. Ortak acılarda birleşen insanların yüksek sesle barışı talep etmeleri gerekiyor.

Bu topraklarda yaşayan Türkler, Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Gürcüler, hepimiz, kısacası aynı göğün altında yaşayan herkes Şanlı Türk Bayrağı altında barış ve huzur içerisinde yaşamalıyız.

Ülkemizde ne yazık ki etnik kimlik üzerinden kavga var. İnanç üzerinden kavga var. İnsanlar birbirlerini öldürüyorlar.

Şehit kanlarıyla sulanmış kutsal topraklarımızın ve al bayrağımızın altında bir olup hainlere karşı tek yumruk savaşmalıyız, bize şiddetten değil; barıştan huzur gelir. Vatanın dört bir yanı hainlerle, PKK’sı FETÖ’su vb terör örgütleriyle sarılmışken milletçe kucaklaşmalı, yarınlar için ‘Hukuk Devleti’ teriminin hakkını vermeliyiz.

Sen değiş; dünyan değişsin.

Sevgilerimle, hoşçakalın.