‘İZMİT BİZİ SÖMÜRÜYORDU’

Uzunçarşı 2’nci geçit No 3’te manifaturacı dükkanındayız. Anılar içindeyiz. Karşımda ‘sekseninde’ yapılı dinç bir adam. Adı Özcan Toplan. ‘Arife tarif gerekmez’ demişler. Bu söz genelde doğru. Genelde diyorum; çünkü, sözgelimi Özcan Toplan için geçerli değil. Neden mi? Çünkü, eskilerin gözünde Toplan, renkli bir yerel politikacıdır, eski tüfektir, Menderes-Demirel-Çiller çizgisindeki merkez sağın Adapazarı’ndaki temel direğidir. Şimdi o aynı zamanda Adapazarı tarihinin uzmanıdır dersem bazılarınız merak edecektir. Oysa söylediğim doğru. Tarih bilimi okumuş, hatta Adapazarı üzerine kitap yazmış bir insanın şehre yaklaşımı elbette sıradan bir insanın yaklaşımından farklı olacak. Bugünkü söyleşimizde bu kıdemli hemşerimizle, yaşanmışlıklar üzerinden çarşılarımız ve yerel siyasetimiz tarihine yelken açacağız. Hadi başlayalım:

DÜNDEN BUGÜNE UZUNÇARŞI

Niyetimizi açtık. Söyleşimizin peşrevindeyiz henüz. 1979 yılından beri tanıdığım Özcan Toplan aynı adam. Bilgili, hareketli, çalışkan, geçimi kolay, iyi yürekli, özverili, mücadeleci bu kıdemli hemşerimize bakarken düşünüyorum. Bir gün ‘Özcan Toplan’ bıktı oturdu derlerse, anlayın ki dünyanın sonu geldi.

Söze girişti:

-25 Eylül 1938 doğumluyum. On yaşından bu yana bu çarşıda olduğuma göre demek ki yetmiş yıldır bu dükkanda ömür törpülüyorum. 70 yıl önce bu çarşıda üç bilemedin dört tane camekanlı mağaza vardı. İşyerleri mangalla ısınırdı. Çünkü Salı günleri pazar kurulur, tezgahlar dükkandan sokağa taşardı.

Doğrulup arkasına yaslandı o günlere gitti:

-O yıllar gözünüzün önünde canlansın diye söyleyeyim. Üç tekerlekli bisiklet Balkan göçmenleriyle geldi Adapazarı’na, bizde rahatladık. Neden rahatladık? Mesela biz manifaturacıyız.  Mallarımız İstanbul’dan İzmit’e deniz motoruyla gelir, oradan Adapazarı’na nakliye ambarınca taşınırdı. Balya halinde mallarımız hamallar tarafından da ambardan dükkana getirilirdi. Ne çekerdik. Muhacirler üç tekerlekli arabaları getirdiler de rahat ettik.

Gülümsedi:

-İbro adında bir hamal vardı. Çocuk gözümde benim herkülümdü. Yüklü mal gelince mağaza sahiplerinin gözü önce İbro’yu arardı. İbro’nun sırtına aldığı yükün üç yüz kilo olduğu hep konuşulurdu. Rekor İbro’da idi yani.

İZMİT NASIL SOLLANDI

 Ayağa kalktı. Bir iki adım attı. Sesini kızdırarak söyleşiyi yeni bir boyuta taşıdı:

-Şartlarımız buydu ama azimli ve umutluydu bizim büyüklerimiz. İzmit’e bağlı bir ilçeydi Adapazarı. İzmit bizi hep sömürmüştür. Bu durum hiç içe sinmiyordu. Onun için bizim büyüklerimiz canını dişine takarak gelişip büyümek konusunda hedef koymuşlardı. Nitekim vilayet olduk. Bizim kuşaklar da gelişip serpilmişti. Askerliklerimizi yaptık. Yeni vilayet heyecanı ile seferberlik ilan edildi. Politikacılar, belediyeler, esnaf örgütleri, halk el ele verdi. İzmit’in bizi sömürmesinin önüne geçildi. Hatta yetmişli yılların ortasından doksanlı yıllara doğru biz onları geçtik. O dönemin önde olanlarına bu şehrin borcu ödenmez.

O yıllardaki dayanışma ruhunu irdelemek istedim. Bir dizi sorularla sağdan soldan yanaştım. Çarşı içi esnaflar arasındaki ilişkileri sordum?

Güvenle konuştu. Bak Özgür dedi, parmağını sallayarak:

-Ben üç çocuk babasıyken şu dükkanımın önüne çıkıp sigara içemedim. Çarşımızda geleneklerimiz yaşıyordu. Büyüklerimiz vardı. Sevgi saygı vardı. Birlik dirlik vardı. Nerde artık o güzellik.

UZUNÇARŞI’DA BOŞNAK İZİ

Siz bu çarşının en eskilerindensiniz. Bende çocukluğumdan biliyorum. Mağaza sahiplerini şehrin tanınmış aileleri olarak hatırlıyorum. Bu durum kuşaktan kuşağa geliyor mu?

-Uzunçarşı’yı,Uzunçarşı yapan Boşnaklardır. Osmanlı Balkan harbini kaybedince Adapazarı’na gelenler paralı geldi. Biz onlara Avrupalı derdik. Yeniliği getiren onlardır. Ticareti biliyorlardı. Esnaf terbiyesi ve inceliği taşıyorlardı. Ağırlık Boşnaklardaydı. Bugün Uzunçarşı’da dört kuşak gelen işyeri sayısı bir elin parmağını geçmez. Dükkanlar el değiştirdi. Mülkler satıldı.

Bir süre düşündü. Politikadan edindiği bilinçle ilginç bir saptamada bulundu:

-İstiklal Harbi ile kurulmuş yeni bir Türkiye. Anadolu toprakla geçiniyor. Sanatkarı yok. Sermaye birikimi yok. Meslek yok. Cumhuriyeti kuranlar o günün şartlarında karma ekonomiyi tercih etmişler. KİT’ler kurulmuş. İşçi sınıfı oluşmuş. Müteşebbisler oluşmuş. Alt yapı oluştuktan sonra Türkiye liberal ekonomiye geçmiş. Ülkenin yeni ekonomik tercihi kendi kültürünü de beraberinde getirdi. Geleceği gören kendini ona göre hazırladı, ya gelişti ya geriledi. Bu durumdan bizim çarşımızda nasibini aldı. 1980’li yıllarda Uzunçarşı’da mülklerin çoğu satılarak el değiştirdi. Eskiden bu çarşıda kiracı olmak için verilen devir parası ile şimdi mülk alınır. Sen ne diyorsun ya hu!..

YEREL SİYASETTEN SERPİNTİLER

Biraz da yerel politik tarihimize girme zamanı geldi. Söyleşiyi buraya taşımak için girişimde bulunuyorum. Güldü. Ayağa kalktık, dükkanın üst katındaki tek göz büroya geçtik. Duvarlarda fotoğraflar. Duvarları Süleyman Demirel’li, Tansu Çiller’li, Hüsamettin Cindoruk’lu ve pek çok milletvekili ile belediye başkanlı Özcan Toplan fotoğraflı çerçeveler süslüyor. Nihayet politikaya girebildik.

-1960 darbesinden sonra Demokrat Parti yerine kurulan Adalet Partisi’ne kendi ayaklarımla giderek üye oldum. Herhangi bir siyasi yanım yoktu. Menderes’in idamını gösteren resmi gazetelerde görünce vicdan yapmıştım. Gençtim. Girişimden birkaç yıl sonra gençlik kolları başkanı seçildim. 1960’lı yılların sonuna doğru  Funda Düğün Salonu’nda Belediye Başkanlığı ön yoklaması oldu. Selahattin Gürdrama ile İbrahim Kangal yarışıyordu. Favori Kangal’dı ama biz gençlik kolları olarak Gürdrama’yı destekledik. Gürdrama hem ön yoklamayı kazandı hem de belediye başkanlığı seçimini. Rolümüzün büyük olduğu söylendi. Bizim rolümüz gözüktü. Sonra yavaş yavaş isim olduk.

Özcan Bey, Adalet Partisi ve 80 darbesinden sonra AP yerine kurulan Doğruyol Partisi’nde milletvekili ya da belediye başkanı veya parti teşkilatları için yolun şu üç odaktan geçtiği söylenirdi. 1-Karaağaç semtinde Niyazi Kahyacık’ın ‘Dutdibi Kraathanesi’, 2-Uzunçarşı’da Özcan Toplan’ın manifatura dükkanı, 3-Yenicami Semti’nde Rafet Ürgüplüoğlu’nun işyeri. Bu efsane nereden geliyor?

ŞİMDİKİ MİLLETVEKİLLERİ ESKİ PARTİLERDE DELEGE OLAMAZ

Heyecan geldi sesine. Şu duvarların dili olsa da konuşsa diye vurguladı. Sonra konuşmaya başladı:

-Şimdiki politikacılar hiç kusura bakmasınlar. O dönemin partilerinde bırakın milletvekili olmayı delege olamazlardı. O dönem milletvekili, belediye başkanı, il genel meclis üyesi, belediye meclis üyesi ön yoklama ile olurdu. Partisinin üyesinden, delegesinden ödümüz kopardı. İşlerini görmek için işimizi gücümüzü bırakır koşardık. O yıllarda Adapazarı 26 mahalle, 127 köyden ibaretti. Kuzey bölge mahalle ve köy delegeleri için Niyazi’nin mekanı, güney bölgesi için Rafet abinin orası üstü. Ben zaten çarşı içindeydim.

Durdu. Kısa bir süre sonra ağzından tane tane şu sözcükler çıktı:

Şunun altını çizeyim. Partiler ön yoklama yapmazsa siyasetin tadı tuzu olmaz. O siyasetin de ülkeye hayrı olmaz. Şimdi milletvekilini genel başkan seçiyor. Milletvekili de ister istemez tabandan kopuk oluyor. Genel başkana ram olan milletvekili tabanın sorunlarını yukarıya nasıl taşıyacak?.

Peki, önseçim hep doğru sonuç verir mi? Partiyi ele geçiren politikacı, hısım akraba, hemşeri ile partiyi doldurur, delegeyi onlardan yapamaz mı?..

Sesinin tonunu yükselterek:

-Bu millet uyanıktır. Sen o yola saparsan partiyi geçersin ama millete takılırsın. Bak ben sana örnek vereyim. 1960’lı yıllarda Adapazarı’nda Vedat Önsal vardı. Demiryolları Genel Müdürü iken geldi Adapazarı’na belediye başkanı seçildi. Bir tek delege tanımazdı. Daha sonra milletvekili önseçimine girdi. Demirel hükümetlerinin tamamında bakanlık yapmış Nuri Bayar’ın önüne geçerek birinci sıradan milletvekili seçildi. Delege Önsal’la ilgili olarak teknokrat bir adam ülkeye lazım diye düşündü. Belediye meclisinden örnek vereyim. 1980 öncesinde AP’de Necdet Güven ve Salih Sipahier, CHP’de Raşit Abasıyanık ve Muhip Saim Emiroğlu vardı. Hukukçuydular. Belediyeciliği biliyorlardı. Yasaları biliyorlardı. Bizim gibi sabah akşam parti üye ve delegeleriyle oturup kalkmazlardı. Ama delege o ayardaki adamları oylarıyla ayırır meclisin ilk sıralarına oturtur, sonra da bizi yarıştırırdı. Ben iki dönem meclis üyeliği yaptım. İlk seçildiğim 1973 seçimlerinde ön yoklamada 12’nci oldum. Parti tabanıyla siki ilişkilerimi sürdürünce 1977’de bu sefer delege beni mükafatlandırdı, ön yoklamada 4’ncü yaptı. Söylemeye çalıştığım şu: Bu model siyasetin kantarı kuyumcu terazisinden daha hassastır.

BAŞKAN DÜŞÜREN MECLİS

Söyleşinin bu bölümünde anılara gittik. Ben sustum o anlattı:

-1973 yılında CHP’den Meziyet Sevim Sözer belediye başkanı seçilmişti. Türkiye’nin ikinci kadın belediye başkanı olarak Halk Partisi sükse yapmıştı. Ama belediye meclisi dengeliydi. 16 CHP, 16 AP, 3 MSP, 1 Demokratik Partili üyeden oluşuyordu. Meziyet hanım kibar, iyi niyetli bir insandı; ama, belediyeye hakim değildi. Dış etkilerle belediye yönetiliyor kanısı hakimdi. Biz de bu durumu muhalefet olarak kaşıyorduk tabi. Bir gün geldi, CHP’li üyelerin bir bölümü başkan Sözer’in düşürülmesi önergesi verdi. Bizde muhalefet olarak katıldık ve başkan düştü. Başkanlık seçimi yapıldı bizim partiden Behçet Deryaoğlu seçildi. Şimdi ben sana soruyorum. Bugün böyle bir şey olabilir mi? Hadi bakalım bana tanıdığın meclis üyesi ismi say? İşte az önce söylediğim ön yoklamalı siyaset modeli ile bugünkü arasındaki fark budur.

Özcan Toplan’a bir şey diyemedim. Bir parti kendi belediye başkanını düşürecek bu nasıl iş diye mırıldanacak oldum!

Anında cevapladı:

-Bu soruyu yıllar sonra Raşit Abasıyanık’a ben de sordum. Cevabı şu oldu. Eğer biz düşürmeseydik, 1977’de ki seçimi alamazdık. O yıllardaki siyasetin ciddiyetini şimdi anlıyor musun?

-Özcan Bey, ülkemizde çok partili siyasal hayatın gerginlikler üzerine kurulduğu algısı lök gibi aklımıza yerleşti. Siz, 1980 öncesi dönemin birebir tanığısınız. Belediye meclislerine bu gerginlik nasıl yansırdı?

Rahat rahat konuştu:

Halkı siyasetten soğutmak için uydurulmuş bir algıdır söylediğiniz. Evet, o dönem siyaset katı koşullarda yapılıyordu. Ama, adam gibi yapılıyordu. Muhalefet üzerine düşeni hiç acımadan yapardı. Ama bu insani ve medeni ilişkilerimize zarar vermezdi. Örnek vererek anlatayım. 1977’de CHP’li Ünal Ozan belediye başkanı seçildi. Biz çok sert muhalefet yapardık. Mecliste düşürmek için uğraştık. Benim için iyi kulis yapar derler. CHP’den Ünal Bey’e ters üç meclis üyesini ikna ettik. Bu girişimimiz karşı tarafa uçtu sanırım. Ankara’dan hem bizim partiden hem CHP’den en üst düzeyde insanlar geldi. Oylama yaptık. Düşüremedik. Söz veren üç üyenin ikisi sözünü tutmadı. Mesela bu olay Ünal Bey’le arkadaşlığımıza hiç halel getirmedi.

Çayını karıştırırken öyle bir örnek verdi ki:

1980’de askeri darbe oldu. Rahmetli Ünal Ozan’ı haklamak istiyorlar. Bir gün rahmetli Necdet Güven, Hayati Yıldırım ve ben müfettişlerden davet aldık. Üçümüz de AP’liyiz ya. Ünal, tanzim satış mağazaları açmıştı. Biz de bu işe karşıydık. Bu konuyla ilgili bize sorular soruyor müfettiş. Üçümüz de aynı şeyi söyledik. Kardeşim, buradan bir şey çıkarmak istiyorsan çıkaramazsın. Ünal’a kimse hırsız diyemez, dedik. Biz böyle siyaset yaptık.

GÜLÜMSETEN BİR RÜŞVET ÖYKÜSÜ

Peki, bunca yıl belediye meclis üyeliği yaptınız kendinize bir faydanız oldu mu?

Yüzünde oluşan tebessümü gizleyemedi:

-Bir kere rüşvet aldım.

Nee Özcan Toplan rüşvet mi aldı?

Gülümseyerek açıklık getirdi

-Bir gün tanıdığım bir belediye memuru geldi. Nikah memuru olmak istediğini söyledi. Hediye filan veriliyor ya. Sevdiğim düzgün bir çocuktu. Yaparım ama bir şartla dedim. Şartım nikah sahiplerinden bir şey istememesiydi. Söz verdi. Bende Rahmetli başkan Behçet Deryaoğlu’na rica ettim. İşi oldu. Bir gün dükkanda oturuyoruz, içeri belediye odacısı girdi, elinde paket. Avrupa’dan bir hemşerimizin nikahı kıyılmış, Avrupa’dan çikolata. O zaman şimdi olduğu gibi madlen çikolata filan da yok yani. İçinden bir tane ben aldım, dükkandaki misafirlere de birer tane, sonra çarşı komşularımıza ikram ettik. İşte gördüğüm tek fayda.

-Özcan Bey, hangi partiden olursa olsun, eski- yeni belediye başkanları için sizin işyeriniz bir durak. Bunun sebebi ne?

Kahkaha atarak güldü:

-Belediyecilik uyuşturucu gibi bir iştir. Bağımlılık yapar. Şehir işlerinde katı particilik olmaz. Bizde aktif particiliği bıraktığımız yıllar olmuştur. Başkanlar belki burada nabız tutuyorlardır.

Peki, tek cümleyle çalıştığınız ve birebir tanıştığınız eski başkanlarla ve şimdiki başkanla ilgili laflayarak söyleşiyi noktalayalım mı?

-Olur.

ÖZCAN TOPLAN’IN GÖZÜNDEN ESKİ BAŞKANLAR

Meziyet Sevim Sözer?

-Haza bir hanımefendiydi. Başkanlığı başarılıydı diyemem.

Behçet Deryaoğlu?

-Babacandı. Alan değil veren adamdı.  Halk kendisine ‘Asfalt Behçet’ lakabını koydu. Öyle adamlar bir daha zor gelir.

Ünal Ozan?

-Delikanlı adamdı. Sana yeter ki inansın yapamayacağı şey yoktu. Belediyecilikte adını yazdırdı. Bu yolda servetini harcadı.

Erkal Etçioğlu:

-Çok genç yaşta, 12 Eylül sonrası siyasi alabora zamanında seçildi. Merkez sağa oturmak için DYP ile ANAP arasındaki kavganın zararını gördü.

Aziz Duran:

-İlk seçildiğinde deneyim noksanlığının zorluğunu yaşadı. Sonraki dönemlerde toparladı. Hizmetlerini bir kenara koyarak söylemem gerekirse, doğası latif bir arkadaşımızdı.

Zeki Toçoğlu:

-Gözden kaçan bir noktayı söylemek isterim. Sakarya depremden sonra Büyükşehir oldu. İlk ilan edildiğinde Adapazarı, Erenler ve Serdivan’ı kapsıyordu. Zeki Başkan zamanında tüm şehir oldu. Onu değerlendirirken bu durumu göz önüne almak lazım. Büyük hizmetleri var. Başta su olmak üzere altyapı hizmetlerine büyük yatırım yaptı. Karasu / Kocaali sahiline yapılan yatırımları, açılan caddeleri, ilçe bağlantı yollarını görüyoruz. Partisine oyum yok; Zeki Bey aday olursa oyum yeniden ona.

Editör: TE Bilişim