Küçük rastlantılar insanın yaşam çizgisinde yönlendirici rol oynayabiliyor. Bundan altmış yıl önce Adapazarı Lisesi edebiyat öğretmeni Gülçin Devrim’in öğrencilerine oynattığı Molier’in‘Hastalık Hastası’adlı tiyatro oyununun, o zamanlar onaltı yaşında bir lise öğrencisi olan Hamdi Özarutan’ın yaşamına yön vereceğini kim bilebilirdi? Amatör bir tiyatro oyunculuğu ile başlayan serüven içinde günler ayları, aylar yılları kovaladı ve tiyatro ile müzik alanında Türkiye’nin bir numaralı organizasyon şirketi doğdu. O firma Adapazarı’nı tiyatroyla buluşturdu, Sezen Aksu’dan Edip Akbayram’a, Ahmet Özhan’dan Esmeray, Kamil Sönmez, Osman Yağmurdereli’ye kadar birçok sanatçıyı ülkeye kazandırdı. Bir kafa, bir beyin kolay mı oluşuyor? Kahkahalar az acı mı gizliyor? Kimi zaman kahkahalarla yaptığımız bu söyleşiyi önünüze sunuyorum. Buyurun tadını çıkarın…

Sırası gelmişken bir teşekkür borcumu ödemek istiyorum. Erol Girişken, nam-ı diğer Gaga Erol, söyleşilerimizin aynı zamanda şehir tarihine ışık tuttuğunu belirterek Hamdi Özarutan ile söyleşmemi önerdi. Gaga abi bir öneride bulunuyorsa işin içinde iş olacağını biliyordum. Kendisini aracı kıldım. Sağolsun kırmadı. Hamdi Özarutan’ın koluna girip gazeteye getirdi. Bu satırlar Gaga Erol’un ürünüdür.

O gün konuğumuzla karşılıklı geçtik:

Sizi Türkiye ‘Organizatör Hamdi’ olarak tanıdı. Bu markanın oluşum sürecinden başlayalım mı?:

Sağ eliyle seyrelmiş saçlarını düzeltir gibi yaptı:

-1942’de Hendek/Soğuksu Köyü’nde doğdum. Lise öğrenciliğim 1950’li yılların sonlarına denk geliyor.  Atatürk Lisesi öğrencisiyken edebiyat öğretmenimiz Gülçin Devrim, öğrencilerden kurulu bir tiyatro sergiledi. Oyunun on kişilik oyuncu kadrosu vardı. Şimdi hatırlayabildiklerim Necati Mert, Salih Kalyon, Şansal Gürsakarya, Gönül Nart. Fransız edebiyatçı Moliere’nin ‘Hastalık Hastası’ oyununu oynadık. Çok beğenildi. Arkasından başka oyunlar geldi. Oyunlarımızı önce öğrenci aileleri izliyordu. Oynadığımız oyunlar beğeni toplayınca Türk Kültür Derneği Adapazarı Şubesi’ne gittim. Dernek çevresinden Orhan Severcan, Salih Kalyon ve Asuman Hakman ile konuşarak bir karara vardık. Bu kez oyunlarımızı Şeker Fabrikası, Öğretmenevi, Erkek Sanat Okulu tiyatro salonlarında halka sunmaya başladık. Tiyatro içime işlemeye başlamıştı. Tam o günlerde okulumuzun ‘Gezi Kolu’ başkanı seçildim. Ayda bir kez İstanbul’a geziler düzenliyordum. Gezileri planlarken bir tiyatro oyunu izlemeye muhakkak yer veriyordum. Bir gün aklımda bir fikir oluştu. Biz tiyatroyu neden İstanbul’da izliyoruz da Adapazarı’na getirmiyoruz? Bu fikir zamanla kafamda olgunlaştı. Organizasyon yapmaya karar verdim.

ORGANİZATÖR HAMDİ FİRMASI DOĞUYOR

Ee!.. Organizatör Hamdi’nin doğumu başlıyor galiba?

Durdu. Gözlüğünü çıkardı. Geriye yaslandı. Gülümseyerek konuşmasını sürdürdü.

-Kafamda oluşan fikri gerçekleştirmek için İstanbul’a gittim. O zaman Tevfik Bilge, Suna Keskin, Orhan Alkan gibi büyük oyuncuların oynadığı ‘Şaşkın Komiser’ kapalı gişe oynuyordu. Tiyatro sahipleri ile konuşup o zamanın parası bin beş yüz liraya anlaştım. Adapazarı’na dönüp Fitaş Sineması’nı kiraladım. Organizasyon yapıyorum. Biletleri satmışım. Oyunun Adapazarı’nda sahnelenmesine üç gün kala son görüşmeyi yapmak üzere İstanbul’a gidince dünya başıma yıkıldı. Oyuncular Adapazarı’na gelmek istemiyordu. Neden? Bilmiyordum ki o yıllarda organizatörlük kurumsallaşmamış. Anadolu’da her organizasyonda bir sorun çıkarmış. Tiyatro gelse izleyici yok. İzleyici yoksa para yok. Oyuncular bu tür sorunları sürekli yaşadıkları için gelmek istemiyormuş.

TESADÜFLE GELEN PARANIN TADI

Eyvah!..Peki, ne yaptınız?

Ulan ne yapacağım şimdi? Parayı peşin versem olur m, dedim. Olur dediler. Ama o kadar parayı nerede bulacağım. Adapazarı’na döndüm dayımın oğlu Atilla Tapşın ticaret yapıyordu. Sıkıntımı ona açtım. Ondan aldığım ödünç parayla hemen İstanbul’a döndüm. Oyuncu kadrosunu evlerinde tek tek bularak paralarını verdim. Böylece tiyatro Adapazarı’na geldi. Oyun sahnelendi. Koltukları ful çaktık. Biz masrafları çıktık. Tam bin beş yüz lira da bize kar kaldı. Para kazanmak için yapmamıştım ama kazancın tadını da almıştım. Arkasından Münir Özkul’un oynadığı ‘General Çöpçatan’ oyununu getirdim. Bu oyundan da bin yedi yüz lira bana kalmıştı. Artık ben işimi değil işim beni seçmişti. Bende oluşan bu özgüvenle, 12 Ekim 1965 tarihinde Eski Yapı Kredi Bankası’nın üzerinde büro tuttum. Şimdi rahmetli olan eski gazeteci Necdet Güngörsün büromuzun ilk elemanıdır. Tiyatro sahipleri ve oyuncularının güvenini kazanmıştım. Artık bütün oyunları Adapazarı’na getiriyordum. ‘Organizatör Hamdi’ firması hem oyuncularda hem izleyicilerde güven oluşturmuştu.

TİYATRO USTALARI KOŞA KOŞA ADAPAZARI’NA GELİYOR

Karşı duvara gözlerini dikti. O yıllara daldı. Kimler gelmedi ki diye elini sallayarak başladı saymaya:

-Elhamra Tiyatrosu oyuncuları: Toto Karaca, Ali Sururi, Genco Erkal, Nejat Uygur, Kenter Tiyatrosu oyuncuları: Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Müşfik Kenter, Dormen Tiyatrosu oyuncuları: Haldun Dormen, Metin Serezli, Devekuşu Kabare Tiyatrosu oyuncuları: Metin Akpınar, Zeki Alasya, Müjdat Gezen, Üç Maymun Kabare’den: Özcan Özgür, Müjde Ar, Ankara Meydan Sahnesi oyuncuları: Kartal Tibet, Ayşen Gruda, Yılmaz Gruda, Zihni Göktay, AST Tiyatrosu oyuncuları:  Rutkay Aziz, Asaf Çiğiltepe, Salih Kalyon, Ülkü Tiyatrosu oyuncuları: Gazanfer Özcan, Gönül Ülkü, Muammer Karaca Tiyatrosu oyuncuları: Adile Naşit, Münir Özkul ilk akla getirebildiğim isimlerdir. Bu ünlü oyuncuların hepsi Adapazarı’na koşa koşa gelmişlerdir.

Sözün burasında bir parantez açmalıydım. Konuğum ilginç şeyler söylüyordu. Türkiye’nin en büyük oyuncuları Adapazarı’nda tiyatro sergiliyorlar ve koşarak geliyorlardı, diyordu. Bu ne demek?  İrdelemeliydim. Sordum. Aldığım yanıtı içim ezilerek dinledim:

Derin bir off çekti. O gülümseyerek konuşan adam ilk kez çatlarını çattı.

-Ben bir Adapazarlıyım. Şehrim bana hep gurur yaşattı. 1960’lı yıllarda bu şehre tiyatro oyunlarını getirmeye başladığımızda Kapalı Çarşı’da ki Melek Sineması ile yıllık antlaşmalar yapıyordum. Bin iki yüz koltuğun dokuz yüzü abonmandı. İnsanlar oyunlara aileleriyle en güzel kıyafetlerini giyerek geliyorlardı. Tiyatro oyuncuları Adapazarlılara hayranlık duyuyorlardı. Benim organizatör olarak bir özelliğim vardı. Her oyun arasında sahneye çıkar gelecek programla ilgili bilgi verirdim. Önümüzdeki program Avni Dilligil’in ünlü oyunu ‘Kırmızı Fenerliler’ idi. Oyun bir genelevde geçiyordu. İleride müzik sanatçısı yapacağımız Esmeray oynuyordu. Konuşmamda bu oyuna mutlaka genç kızlarımızı getirin demiştim. İbretlik bir oyundu. Bu oyunu süresinden çok fazla sergiledik. Adapazarı’nda en çok izlenilen oyunlardan biri olduğunu söyleyebilirim. Adapazarı böyle özgüveni yüksek modern insanların şehriydi. Sanat potansiyeli çok yüksekti.

ADAPAZARI’NDA SANAT AFİŞLERDE VAR

Peki, şimdi sanat yönünden kısır bir şehir mi?

Halk aynı halk, şehir aynı şehir, dedi, sesini kızdırarak. Sonra gözlerini gözlerime dikerek:

-Salon…Salon…Salon… Büyükşehir’in sinemadan dönme üç yüz kişilik bir salonu var. Hangi özel tiyatro buraya gelip oynasın. Masrafları çıkmaz bir kere. Yılda birkaç kez Devlet Tiyatroları geliyor o da ücret almadıkları için. Bugün Adapazarlılar,  Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde oynanan oyunları izlemek için İzmit’e gidiyorlar. Çok üzülüyorum. Adapazarı’nda bugün sanat faaliyetleri afişlerde var. 1940’lı yıllarda bu şehrin fabrikasında, okulunda, öğretmenevinde tiyatro salonu vardı ya hu. Şimdi yok. Söze gerek var mı?

Anlaşılan, Özarutan ölçülü konuşuyor, kimsenin kırılmasını, alınmasını istemiyordu. O zaman şişenin açacağını biraz daha açmamıza gerek kalmamıştı. ‘Organizatör Hamdi’ firmasının seyrüseferi ile söyleşiyi sürdürdük.

Kulağım sende?

-Sözün başında tiyatro için İstanbul’a niye gidiyoruz, onları Adapazarı’na getirmiyoruz demiştim. Bu soru artık anlamını yitirmişti; ama bu sefer başka soru aklıma geldi. Biz neden başka illerde organizasyon yapmıyoruz? Bu soru da kafamda net cevap buldu. Tiyatroları İzmit, Bursa, Eskişehir, Bolu, Düzce, Ereğli, Balıkesir’e götürmeye başladık. Her şehirde kadrolar kuruyordum. Artık özel tiyatroları turneye çıkarmaya başlamıştık. Kazancımız sürekli artıyordu. Artık iş bize geliyordu. Potansiyelimiz öyle bir arttı ki, işimizi Adapazarı’ndan yönetmemiz güçleşti. Özel tiyatrolar İstanbul’daydı.1973 yılında İstanbul İstiklal Caddesi’nde ofisi olan ‘Tur Organizasyon Hamdi’ isimli şirketimizi kurduk. Şirketin merkezini Adapazarı yaptım ki vergimizi şehimize verebilelim. Her gün büyüyorduk. Sanattan kazandığım parayı yine sanata yatırıyordum. Sanatçılar eskisinden çok kazanıyordu. Organizasyon işinde profesyonelliği ve kurumsallaşmayı biz getirdik. Bu yıllarda televizyon yeni çıkmıştı. Sihirli cam tiyatroya ilgi azaltmıştı. Biz de düşündük taşındık. Müzik sanatçılarını Anadolu illerine turneye çıkarmaya karar verdik. Asıl büyük kazanç kapısını o zaman açtık.

AJDA PEKKAN’LA İMAJ YAPTIK

Sesine bir heyecan geldi :

-Anadolu’ya ilk turneyi güçlü ve etkili yapmak için Ajda Pekkan’ı düşündüm. Ajda Paris’teydi. Atladım uçağa gittim. Projemi anlattım. Altında, İskender Doğan, Cahit Berkay ve Moğollar, Sevda Karaca, Metin Ersoy vardı. Büyük bir paraya anlaştım. Gideceğimiz illerde yer ayarlıyorduk ki Ajda’dan telefon geldi. Anlaşmaya uyamayacağını, çalıştığı gazino patronu Fahrettin Aslan’ın izin vermediğini söyledi. Neredesin dedim. İsviçre’ye geçmiş. Geliyorum dedim.

DÖVİZ KAÇAKÇILIĞI’NDAN TUTUKLANABİLİRDİM

Sözün burasında güldü:

-Anlaştığım parayı döviz olarak hazırladım. O yıllarda Türk parasını koruma kanunu var. Dışarı para sınırlı çıkabiliyor. Ben parayı bir çantaya koydum. Çok para. Uçağa bindim. Paranın olduğu çantayı, koltukların üzerindeki rafa koydum. Tam uçak kalkacak ismim anons ediliyor. Eyvah yakalandım dedim. Uçaktan indim, bir bayan görevli Hamdi Özarutan siz misiniz, dedi. Evet dedim. O heyecanla valizimi uçağa vermeyi unutmuşum. Korku başıma vurmuş. Neyse. Ajda hanım ile İsviçre’de buluştuk. Yeniden ikna ettim. Anlaştığımız miktarın yarısını verdim. Sözleşme imzaladım. Ajda Pekkan Anadolu turnesine ilk ve son kez bizimle çıkmıştır. İkinci ve üçüncü turnelerde Barış Manço ve Cem Karaca ile imajı pekiştirdik.

Kahvesini yudumlarken ağzından şu sözcükler döküldü:

-Aç gözlülük bilmedim hiç. Kazandırmayı seviyordum. Ajda ve altındaki sanatçılarla yaptığımız anlaşma ve turnenin başarılı geçmesi müzik dünyasında hemen duyulmuştu. Bu kez müzik sanatçılarının güvenini kazanmıştım. Tokgözlü olmanın hep faydasını gördüm.

Uzun bir süreden beri konuşuyorduk. Karşımda bir döneme damga vuran, sektörde imparatorluk kurmuş Özarutan’ı dinlerken, magazinin ilgi çekici yönünü tüm benliğimde hissettim. İster istemez o yöne sürüklendik. Unutulmaz anılar, ilginç anekdotlar peşine düştüm. Hangi ünlü sanatçılarla çalıştığını sordum?

Kahkahalarla güldü. Sorunun anlamsızlığına güldüğünü farkettim. Soruma soruyla yanıt verdi:

-Hem Anadolu hem yurtdışı turnesine çıkardığımız sanatçıları say say bitmez ki. Çalışmadığımız sanatçıları sorsaydın belki söyleyebilirdim?

İBRAHİM TATLISES’İ REDDETTİM

Peki, sordum. Hangi sanatçılarla çalışmadınız?

Tekrar güldü:

-Nükhet Duru ile yollarımız hiç kesişmedi mesela. Neden bilmiyorum. İbrahim Tatlıses ile de biz çalışmak istemedik.

İbrahim Tatlıses ile neden çalışmadınız?

-Biz,’ Tur Organizasyon Hamdi’ idik. Ölçülerimiz vardı. Tatlıses büyük bir sestir, büyük bir sanatçıdır. Ama insan İbrahim Tatlıses ile farklıydık. Bir gün menajeri Hasan Bora bize elinde büyük bir hediye ile geldi. Birlikte çalışmak istediklerini söyledi. Yine kabul etmedim.

NESRİN TOPKAPI YÜCE İNSANDIR

Sözün burasında koltuğunda doğrularak çok değerli bir yorum kattı

-Ün ile değeri birbirine karıştırmaktan sakınmalı. İletişim çağındayız. Nice değersiz günümüzde meşhur olabiliyor. Sanat değeri sıfır bir yıldızın ünü dünyayı tutabiliyor. Her insan bir değerdir; insan olduğu için değerdir; ama bazı insanın kişiliğine paha biçilmez. Sanat dünyasında çok insan gördüm. Mesela Nesrin Topkapı büyük bir dans sanatçısıdır. Dansöz kimliğinin algısını biliyoruz. Ben sanat dünyası içinde Nesrin Hanım kadar ciddi, haza hanımefendi, düzgün aile yaşamı olan insan tanımadım.

EDİP AKBAYRAM’I İSTANBUL’A BİZ GETİRDİK

Hayranlıkla dinliyorum konuğumu. Açıldı. Bombaları patlatmaya başladı.

-Ünlü isimlerden oluşan geniş kadrolarla Anadolu turnelerine çıkmaya başlamıştık. Bir turne bir ay sürüyordu. Gittiğimiz illerde ışıklı yerel sanatçıları konser öncesi sahneye alıyordum. Bir gün Gaziantep’teyiz. Cem Karaca biri için rica etti. Olur dedim. Ayağı aksak bir delikanlıyı sahneye çıkardım. Beğendim. Kartımı verdim, İstanbul’a gelmesini söyledim. O sanatçı Edip Akbayram.

KAMİL SÖNMEZ TÜRKÜCÜ DEĞİL KAHVECİ OLMAK İSTİYORDU

Gözlerimin içine baktı. Gülüyordu. Söze çalım atmaya başladı:

Ordu’da bir yerel sanatçının adını duymuştum. Düğünlerde türkü söylermiş. Oraya gittiğimizde buldum. Onu da konser başlangıcında sahneye çıkardım. Kim? Kamil Sönmez. Gel İstanbul’a götüreyim seni dedim. Gelmem dedi. Sen bana iyilik yapmak istiyorsan bana burada bir kahvehane aç, dedi. Ama biz ikna ettik. Sonra aldı başını gitti.

AHMET ÖZHAN VE ESMERAY NASIL ŞARKICI OLDU?

Coştu bir kere. Şaşkınlıkla dinliyorum:

-Karamürsel’de bir emniyet amirinin oğlu var dediler. O taraflarda iken buldum. Dinledim. Beğendim. Kim? Bak yeşil yeşil şarkısıyla piyasaya çıkardık. Ahmet Özhan. Esmeray’ı Adapazarı’na tiyatrocu olarak getirmiştim. Ben şarkı söylemek istiyorum diyordu. Unutmamıştım. Gel tezkere gel ile yolunu açtık.

SEZEN AKSU’YU KEŞFETTİĞİMİZDE KUAFÖR’DE ÇALIŞIYORDU

Asıl büyük bombanın yolda olduğunu bilmiyordum. Dinlerken zınk diye durdum. Çayını karıştırdı. Bir yudum içti. Geriye yaslanarak anlatımını sürdürdü.

-Atilla Özdemiroğlu ve Şanar Yurdatapan büyük müzik otoriteleridir. Ofislerimiz karşılıklıydı. Bizim yapımcı firmamızdı. Şart Yapım ile paslaşıyorduk. İzmir’de Sevgi adında bir ses duymuşlar. Şanar’ın kardeşi Onur ile birlikte İzmir’e gittik. Karşıyaka Lisesi mezunlar gecesinde Sevgi’yi dinledik. Onur Bey sesini beğenmedi. Biz konserin yarısında çıkarken sahneye parmak kadar bir kız çocuğu çıktı. Alaturka söylüyor. Dönüp şöyle baktık. Onur’un gözleri büyüdü, dinliyor. Sorduk. Bir bayan kuaföründe çalışıyormuş. Adı Fatma. Adresini öğrendik. İzmir’den ayrılmadan kuaföre gidip Fatma’yı bulduk. İstanbul’a davet ettik. Siz beni bırakın dedi. Ben denedim ama başaramadım, benden şarkıcı olmaz, dedi. Yine de kartımı vermiştim. Birkaç ay sonra telefonla beni aradı. Ben Fatma, fikrim değişti gelmek istiyorum dedi. Geldi. Atilla Özdemiroğlu’ndan dinlemesini rica ettim. Stüdyoda alaturka söyledi. Sonra dedi ki, ben hafif batı müziği söylemek istiyorum. Kendi bestelerim de var, söylesem dinler misiniz?. Dinledik. ‘Kaybolan Yıllar’ şarkısını söyledi. Kimin bu şarkı? Sezen Aksu’nun!.. Peki, Fatma kim? Sezen Aksu’nun kendisi işte!..

Peki, binlerce tiyatro ve müzik turnesi organize ettiniz. Hiç başarısız bir organizasyonunuz olmadı mı?

ADAPAZARI’NDA İŞ KAZASI OLDU

Parmaklarıyla alnına masaj yaparken bakışı ağlamaklı oldu:

-iki organizasyonumuzda yol kazası yaşadık. Bunlardan biri Adapazarı’nda oldu. 1978 yılında Melik’e Demirağ’ı getirmiştik. Konser günü rahatsızlandı. Hastaneye yatırdılar. Doktora kaldıramaz mısın diye sordum. Doktor apandisti patlamış mümkün değil, dedi. Konseri erteledik. Kırk beş gün sonra Melike’nin yanına Cem Karaca’yı da katarak getirdik. Ücretsiz halk konseri yaptık. Bir kere de Denizli’de konserden yarım saat önce dolu yağışı oldu. Konser veremedik.

Türk sanatına katkınızla ilgili bir şey söylemek ister misiniz?

Sakın sakın dercesine elini sallayarak kaşlarını çattı. Ciddileşti.

-Katkı meselesi beni aşar. İnsan kendisiyle hükmü başkalarına bırakmalı. Ama şunu söylemek isterim. ‘Tur Organizasyon Hamdi’ firması sürekli kendini yenilemiştir. Somut bir örnek verecek olursak. Tarihi kalıntılarda konserleri ilk biz verdik. Efes, Selçuk, Pamukkale, Avanos, Bodrum Kalesi, Bergama, Hisar gibi yerlerde konser vermek için Kültür Bakanlığı, Valilikler, Belediyelerin kapısını çok çalmışımdır. Tarihi yerlerimizin tanıtılmasına katkı sayılır mı bilemem.

Hamdi Bey, nasıl sorulacağını bilemiyorum; ama sormazsam olmaz. Çok genç yaşlarda magazin dünyasıyla iç içeydiniz. Oranın büyüsü sizi özel yaşamınızda nasıl etkiledi?

Kahkaha attı. Sonra koltuğunda toparlandı. Sesine ciddiyet vererek:

-Ben bu işi severek yaptım. Para hep ikinci planda kaldı. İşimde disiplinli ve planlıydım. İstanbul’a giderken kendimi koşullamıştım. Ben Abhaz kökenliyim. Bize öğretilen ilk öğreti kendin için değil çevren için yaşamaktır. Ailemin, yakınlarımın, dostlarımın başını öne eğecek hiçbir işin içinde olmazdım. Kendime verdiğim bu sözü tuttum. Çok şükür o sözü tutarak işimize nokta koydum.

Editör: TE Bilişim