Bu söyleşi demetine topluca ad verirken ona aslında ‘İz Bırakanlar’ demek doğru olacaktı. Ben bunu tasarladım. Ama yayın yönetmenimiz Tuncer Kalaycı, bu şehirde yaşayan insanlar, toplumsal katmanlar, kesimler, gruplar içinde o kadar çok insan var ki, yalnız söyleşi yaptıklarıma bu adı vermek, ‘doğru’yu tam anlamıyla belirtmekten uzak kalabilir, dedi.
Ne yapmaya çalışıyordum? Temsil, yönetim, hizmet ve yaşam alanında sıra dışı insanlarımızı anılar denizine kulaç attırıyor, dünü bugünle karşılaştırma işini okura bırakıyordum. “Bula bula bunları mı buldun?” diyen olursa evet onları buldum. Üstelik bu söyleşileri olabildiğince uzun tutacağım. Aslında okuduğunuz ve bundan sonra okuyacağınız dertleşme seçimi, dikeni bol, hem de çok bol bir gül demetidir. Söyleşilerin tümü geçmişte yaşanmışlıklar üzerine kurulu olduğu için bugüne ayna tuttuğunu unutmamak gerekir. Okuyucu bunu akılda tutmalıdır. Nasıl bir şehirde yaşadığımızın ilginç bir göstergesidir.
Bugünkü konuğumuz Ayhan Alişan’ı bu şehir iyi tanıyor. “Nereden” diye sorulursa yanıt açık: Düne kadar Adapazarlı çiftçinin malı olan ve rüya gibi göz göre göre kaptırılan Adapazarı Şeker Fabrikası için verdiği amansız kavgadan. Tutuklamalar… Göz altıları… Mahkemeler… Olaylar…
Çeşitli hesaplara girerek kişinin bir başkası hakkında hüküm vermesi, giderek karalaması ‘küçük’ oyunlardandır. Bir bilge: “Hüküm vermeyiniz, yoksa hüküm yersiniz” diyor. İyi niyet çok konuda esas olmalıdır. İnandığım bu tutuma bu söyleşide de bağlı kalmaya çalıştım. Yakın tarihte bu şehirde en çok konuşulan, en çok tartışılan bu adamı dinledim, etkilendim. Şimdi kayda geçenleri önünüze seriyorum:

Ayhan Bey, bu şehirde Adapazarı Şeker Fabrikası deyince akla siz geliyorsunuz. Şu işin önünü arkasını konuşalım. Ama, başlangıç noktası önemli. Bu fabrikayla sizin ilişkiniz nedir? Nasıl başladı?

Oturduğu yerde doğrularak konuşmaya başladı:

-Bir kere aileden pancar ekicisiyiz. Ayrıca nakliye şirketimiz vardı. Şeker fabrikası ile iç içeydik zaten. Zamanla şeker ticareti yaptım. Türkiye’nin en büyük şeker ticareti yapanların arasındaydım. Eski yıllarda Adapazarlı pancar ekicisi ile fabrika arasında bir duygu vardı: “-Bu fabrika bizim.Her çiftçi gibi bu duygu bende de vardı. Eskiden her pancar ekicisindeki bu duygu yaşanmadan anlaşılacak bir şey değildir. Anlatmakla da anlatılamaz.

Bu anlattıklarınız ilgi oluyor. Yönetimsel boyutta ilişkinizi anlamaya çalışıyorum?

Arkasına yaslandı. Söyleyeceklerini kafasında ölçtü, biçti, tarttı:

-Geçen hafta bu sayfada eski Ziraat Odası Başkanı Aydemir Horozlu konuk oldu. Dikkatle okudum. Zaman zaman karşı karşıya kalsak da saygı ve sevgi de eksik yapmayacağım değerli büyüğümüz bu ilişkiyi gayet güzel anlattı. Adapazarı Şeker Fabrikası kurulurken anonim şirket olarak kuruldu. Hissedarların biri Türkiye Pancar Şirketidir. Bu şirket daha sonra Adapazarı Pancar Ekicileri Kooperatifi’nin kurulmasına ön ayak oldu. İşte bu APEK Adapazarı Şeker AŞ’nin hissedarıdır.

ATEŞTEN GÖMLEK GİYDİĞİNİ BİLMİYORDU

Bu durumda Adapazarı Şeker Fabrikası işini gerçek boyutlarıyla anlamak için önce Adapazarı Pancar Ekicileri Kooperatifi’ni konuşmamız gerekiyor sanırım?

-Evet.

Konuşalım. Kulağı sende?

-1993 yılında Adapazarı Pancar Ekicileri Kooperatifi (APEK) genel kurulunda başkan olarak seçildim. Doğal olarak APEK’i temsilen Adapazarı Şeker yönetimine girdim. Bir ticari kuruluş olarak devlet zihniyeti ile yönetiliyordu. Bir pancar ekicisi gözüyle, bir nakliye şirketi sahibi gözüyle, bir şeker ticari yapan işadamı gözüyle olaylara bakabiliyordum. Yönetim Kurulu Başkanvekili olarak yetkilerimi o mantıkla kullanıyordum. Türkiye Şeker’in hissesi yüzde 51, APEK’in hissesi 26, Şekerbank’ın yüzde 10, Alpullu, Eskişehir fabrikalarının yüzde 5’er bazı şahısların küçük hisseleri vardı. Daha o yıllarda bu fabrikayı APEK’e yani 60 bin civarındaki pancar ekicisine almayı düşünmeye başlamıştım.

ÇILGIN BİR HEDEFE KİLİTLENDİ

Alacak sermaye birikimi Adapazarı köylüsünde var mı?

Biraz deniz seyreder gibi oldu. Ve:

-İşte onu anlatıyorum. APEK Türkiye’nin ilk kurulan pancar ekicileri kooperatifidir. Biz göreve geldiğimizde 8 mağazası 4 aracı vardı. Çiftçinin her türlü tarımsal ihtiyacını karşılıyordu. Mazotundan gübresine, zirai araçlarına kadar ne gerekiyorsa çiftçiye sunuyordu. Biz göreve geldiğimizde mağaza sayısını 22’ye araç sayısını da 22’ye çıkardık. Kütahya Şeker Fabrikasının yüzde 18. 75’ini APEK’e o zaman ki parayla 1 trilyon 600 milyara satın aldık. İlk yılında 2 trilyon gelir elde ettik.

Sözün burasında gözlüklerini çıkardı. Buğulanan gözlerini eliyle sildi:

-Benden sonra bu hisseleri 8 trilyona sattılar. Biz görevde olsaydık. Bugün Kütahya Şeker Fabrikası APEK’indi.

Susuştuk. Göz göze geldik. Devam etti.

-Kooperatifimiz güçlendikçe Adapazarı Şekerin hisselerinin tümünü alma hedefi yakınlaşıyordu.

Bu hedefiniz sizin de mayınlı alana girmeniz demek değil mi? Sonuçta şeker stratejik bir ürün ve siz APEK olarak pastaya talipsiniz?

Buruk buruk gülümsedi. Sanki o günler gözünün önünden geçti:

-Ülkeyi yönetenler şeker fabrikalarına yan bakmaya başlamıştı. Bunu hissediyorduk. Direnmek itiraz etmek yerine fabrikayı APEK’e kazandırmayı amaç edinmiştik. Bu yolda giderken bir de asrın felaketini yaşadık. 17 Ağustos depremi oldu. Fabrika hasar görmüştü. Hükümetlerin fabrikayı gözden çıkarıcı bakışı üzerine deprem olayı bu işin üzerine tüy dikti.

Sesinin tonunu yükseltti:

-Dönemin hükümeti fabrikayı kapatma ve özelleştirme kararı aldı. Hukuk mücadelesine girdim. Bazı avukatlar benden 500 bin dolar ücret talep ettiler. Amasya’da bu işlerin uzmanı bir avukat olduğunu öğrendim. Adı Rumi Polat.Aynı zamanda CHP’li bir politikacıymış. Bu avukat dava açtı ve kapatmayı iptal ettirdi. Zorla 15 bin dolar avukatlık ücreti verdim. Her zaman dua etmişimdir. Ezcümle kapatmayı durduran benim.

Temiz yüzle baktı yüzüme:

Fabrikayı ayağa kaldırmak için çırpınıyordum. Ama hükümet özelleştirme düşündüğünden fabrikaya yan gözle bakıyordu.

FABRİKA ONARIMINDAKİ KUŞKULAR

İşin politik yanına geleceğiz. Ama sıradan gidelim. Şu fabrikadaki hasar meselesini bir kavrayalım:

Sesine yumuşama geldi:

-Fabrikanın faal hale gelmesi için dört ayrı hasar tespit raporu yaptırdık. Şeker Fabrikalarının değişik fabrikalarda Cumhuriyetin yetiştirdiği çok maharetli uzman teknik adamları vardı. Bunların bazıları emekli olmuşlardı. Adapazarı Şeker teknik uzmanları 1 milyon 900 bin, Amasya Şeker’den gelen uzmanlar 3 milyon 600 bin, Kayseri Şeker uzmanları 2 milyon 800 bin, Konya Şeker uzmanları 4 milyon liraya fabrika ayağa kalkar raporu verdiler. Bizden sonraki iktidar destekli yönetim bu fabrikayı 33 milyon dolara onardı. Bu şehirde yaşayan herkesin vicdanına bırakıyorum.

GÖZALTI VE TUTUKLAMA GELDİ

Sonra?:

Anlamlı anlamlı baktı ve iç çekerek tane tane anlattı:

-Günler ayları kovaladı. 2002 seçimlerine gelindi. Siyasi partilerin Sakarya adayları fabrikanın açılacağı sözünü veriyordu. Biz de bundan mutluyduk. 2002’de AKP iktidar oldu. Dönemin iktidar milletvekillerine gidip geliyorduk. Politikacılara çiftçinin oy potansiyelini hatırlatarak baskı kuruyorduk. İşler istediğimiz hızda gitmiyordu. Her geçen gün önce pancar ekicisine sonra bu şehir için büyük kayıptı. 2004 yerel seçimleri gelmişti. Sakarya’da ki bütün billboardları kiraladım. Milletvekilleri bozuldular. Tarım Bakanlığı’ndan başkanı olduğum APEK’e müfettiş gönderdiler. Araç trafik cezaları, çiçek parası, gazete ilanları gibi eften püften sebeplerle usulsüzlük yapmışım. Görevden alındım. Savcılığa verildim. Dört gün nezarette gözaltında tutuldum. Arkasından mahkemeye çıkarıldım. Hakkımda tutuklama kararı çıktı.

Sesine ayar vermek için durdu. Ayağa kalktı. Odadan çıkıp geldi:

-Kaçtım. Kaçakken aylar önce büyük bir bürokratın beni Ankara’ya çağırması aklıma gelmişti. Bana şunu söylemişti: “-Devletle damadı kızdırmayacaksın. Devleti kızdırırsan işini bitirir. Damadı kızdırırsan kızını dul bırakırsın.” Bana usulü dairesinde ‘ayağını denk al demek istemişti.

Peki, mahkeme sonucu ne oldu?:

Gözlüklerini düzeltip konuştu:

-Kefaletle serbest bırakıldım. 12 yıl sonra zaman aşımından dava düştü. APEK bir kooperatif. Yönetimi var. Bir usulsüzlük varsa yönetim mi yargılanır, bir kişi mi?

APEK GENEL KURUL SALONUNA GİRİŞİ NASIL ENGELLENDİ?

Biraz nasırına bastım. Sonra süreç nasıl işledi?

Konuşurken yüzünde acı vardı:

-Biz görevden alınınca APEK kayyuma devredilmişti. Kayyum yönetimi Adapazarı Şeker’de yüzde 36 olan APEK hissesini yüzde 3’e düşürmüştü. Gözükmeyen bir el adım adım fabrikaya oturma girişimlerini nakış gibi işliyordu. 2005 yılına gelmiştik APEK genel kurulu vardı ve biz seçime aday olarak girecektik. Kongre günü salona giremedim. Alınmadım. Milletvekilleri desteği ile önüm kesildi.

Patladı:

-Milletvekillerinin istediği yönetim APEK yönetimine geldi.

Uzun bir süreden konuşuyorduk. Konulara sağından solundan epey ışık tutmuştuk. Söyleşimizin bundan sonraki bölümü oldukça düşündürücü gelişti:

Dinliyorum?

-Fabrika kapatma kararını biz mahkeme yoluyla durdurduk demiştim. APEK’in yeni yönetimi belirlenince fabrika özelleştirmeye çıktı. 45 bin 500 dolara APEK satın aldı. Kredisinden fabrika onarımına kadar didik edilmesi gereken bir dönemdir.

Oldukça kızgın bir ses tonunda konuşuyordu:

-Fabrikayı çalışır hale getirmek için eski parayla 33 milyon dolar masraf ettiler. Biraz önce dört ayrı onarım raporunu söylemiştim. O rapor ve bu harcamaları karşılaştırın. Tek tek incelensin her şey açığa çıkar. Kredi veren kuruluş, APEK yönetimin çapını biliyordu. Ve fabrikaya oturacağını öngörüyordu. Öyle de oldu. 100 trilyon gibi komik bir paraya 540 dönüm arazisiyle birlikte fabrikaya çöktü. Banka da özel sektöre sattı.

Peki, sizce o fabrikanın bugün gerçek değeri nedir?

Yanıtı kesin oldu:

-Eski para birimiyle 900 trilyon.

Adapazarı için büyük kayıp değil mi?

-Kayıp sadece bu kadarla sınırlı değil ki. Şöyle düşünün. Depremden sonra bir iki ay içinde ayağa kalkacak fabrika, az önce anlattığım süreçten geçti. Ekici pancar ekemedi. İşçi kazanamadı. Esnaf satamadı. Nakliyeci yük çekemedi. Tüccarın işi azaldı. Bunları ve fabrikanın arazisi dahil tüm artı değerlerini alt alta koyup yekun çizgisini çekince kayıp çok daha fazla. Sadece pancar ekicisi kaybetmedi ki. Adapazarı kaybetti. Bana göre Adapazarı’nın birkaç milyar dolar kaybı var. Bugün Konya Torku markasına bir bakılsın. Konya çiftçisinindir. İş potansiyeli büyüktür. Biz o model bir hedefe kilitlendiğimizde Torku yoktu.

KATLİAM YAPABİLİRDİM

Ağız dolusu konuşuyorsunuz. Sizi çok dolu görüyorum. Bugün geriye baktığınızda ne hissediyorsunuz?

İç çekti.  Önüne bakarak:

-Bu mücadelede yoruldum. Sohbetin başında şeker fabrikası duygusunun ne demek olduğunu anlatmaya çalıştım. Üzerine bana reva görülen muameleyi ekledik. Gördüğüm işkenceyi ne kadar anlatılabilir bilmiyorum ki. Çok üzüntülü günler geçirdim. Parkinson hastalığına yakalandım. Aileme zarar verdim. Kişisel servetimi eksilttim. Öfkemin aklımın önüne geçtiği günler yaşadım. Ölmeyi düşündüm. Katliam yapabilirdim. Ben inançlı biriyim. İbadetimi yerine getiririm. Çok şükür inancım sayesinde bu yola girmedim. Böyle düşünceler aklıma geldiği için günlerce affetmesi için Rabbime dualar ettim.  

Duygu esintisi altındaydık. Bu söyleşiyi noktalamalıydık. Tam bu aşamada aklına yeni bir şey geldi. Dönerek dedi ki:

-Bir iki hafta önce Adapazarı Pancar AŞ’nin genel kurulu vardı. Yüzde yarım hissem var. O nedenle bende katıldım. Fabrika sahibi olan şirketin sermayesini biliyorum. Söz aldım, o rakamın üzerinde bir rakam vereyim bize satın dedim.

Güldü. Ve ekledi:

-Yüzde yarım hissenin manevi değeri çok büyük. APEK’e bağışlamaya hazırım. Yeter ki Adapazarı pancar ekicisi fabrikanın bir şekilde içinde olsun. APEK yönetimine bu çağrıyı özellikle vurguluyorum. Bir şartla bağışlarım. Şeker Fabrikasını yeniden Adapazarı’na kazandıracakları sözünü versinler. Bu mümkün değil diyorlarsa yol göstereyim. APEK’i genel kurula götürsünler. Ben devralayım. Altı ayda fabrikayı pancar ekicisine dolayısıyla Adapazarı’na geri kazandırma sözü veriyorum.


 

Editör: TE Bilişim