Behçet Deryaoğlu’nun Adapazarı Belediye Başkanlığı dönemi... Osman Piset adlı işçi, toplu iş sözleşmesinin imzalamayışını protesto için, odacılığını yaptığı başkanın makamına işiyor. Cezası mı? Sendika karşı ıktığı için işinde kalıyor, Deryaoğlu da kendisini af ediyor. ‘Maazallah ya bugün olsaydı’ diye düşünmeden edemiyor insan... Eski sendikacı, siyasetçi Hasan Cevher, birbirinden ilginç ve değerli anılarını Genel Müdürümüz Özgür Arık ile paylaştı. İlgiyle okuyacağınız söyleşi

1979 yılının bir yaz günü. Atatürk Çay Bahçesi. Bahçe cıvıl cıvıl. Gelsin çaylar/kahveler, gitsin semaverler/ayranlar. Birden bir patırtı. Sağcı gençlerle solcu gençler yer misin yemez misin kapıştılar. Kaçan kaçana. Bir kişi hariç. O kişi dövüşen gençlerin arasına girdi. İki metreye yakın boylu, yakışıklı, kısa kollu safari giysili, insana güven veren tipli, deney dolu bir adam. Dev cüssesi, kocaman elleriyle  solcu grubu arkasına, sağcı grubu önüne aldı; arayı buluyor. Tam bu sırada polis timi geldi; ille de gençleri alacaklar. O direndi. Öyle böyle bir direniş değil ama; nasıl başardıysa başardı, gençleri polise vermedi. Hasan Cevher’in bendeki ilk canlı fotoğrafı budur. Kırk yıl geride kalan bu fotoğraf bende hiç eskimedi. O günden bu güne, bu güzel insanı hep toplumsal mücadelenin içinde gördüm. İnsanlık için soyadı gibi biri. Ayrı bir ses veren,  dinleten ve aratan bir kişilik. Haydi başlayalım mı?

HASAN CEVHER KİMDİR?

Bir avukat bürosunda laflamak için karşılıklı geçtiğimiz gün:

-Suçlu, dedim, ayağa kalk. Büyük suç işledin sen. Sanık değil, suçlusun. Çünkü işçi dostusun sen işçi. Emeği savunuyorsun. Alın teri sömürüsünden tiksiniyorsun. Bir sendikacı olarak 12 Mart cuntasından ucuz sıyırdın, 12 Eylül’de bedel pahasına, mahkemede yaptığın savunma ile darbecilerin ipliğini dünya pazarına çıkardın. O halde senin ayaklarını yere bastırmamız gerek. Anlat bize öyleyse, nasıl bu noktaya geldin?

Gülümseyerek oturduğu yerde öne eğildi, romatizmalı dizlerini iki eliyle sıvazladı, sonra geriye yaslanarak eski günlere gitti:

-Çocukluk, aile yapısı, sosyal çevre önemli.  1944 yılında doğmuşum. Köylü çocuğuyum. Sapanca’nın Hacımercan Köyü’ndenim. Köyümüzde herkes birbirine akrabadır. Kafkasya’dan göçmüş dedelerimiz. Mohti derler bize. Birbirimize çok bağlıydık. Sevgi ortamında geliştik. Kültürümüzün bir parçasıdır sevgi. Diyebilirim ki Hacımercan’da insan sevgisini, insan değerini savunmak başlıca amaçtır. Öğretmenlerimizi de unutmayalım. Bizim kuşaklar, aydınlanma devriminin birinci tertip öğretmenlerinin tedrisatından geçti. Bize sundukları sadece bilgi değil, insanca yaşam sevinci ve umuttu.

Bir ara durdu. Daldı. Tereddüt geçiriyordu. Şu anda o yılları yaşıyordu:

-Çocukluk ve gençlik yıllarımızda ülke eğitim ve öğrenim konusunda seferberlik başlatmıştı. Cumhuriyet öğretmenleri harıl harıl çalışıyorlardı. Bu köy çocukları için büyük bir nimetti. Ailelerimizin de yönlendirmesiyle eğitim ipine sarıldık. Zaten başka çaremiz de yoktu. İlköğrenimimi köy okulunda, orta öğrenimi Sapanca’da, lise öğrenimimi Adapazarı’nda tamamladım. Üniversiteyi Ankara’da okudum. Eczacılık Fakültesi mezunuyum ama hiç eczacılık yapmadım.

TOPLUMSAL MÜCADELE YILLARI BAŞLIYOR

Laf böylece ‘toplumsal mücadele’ye geldi. İşin o yanını iyi kurcalamalıydım. Asıl cevher oradaydı. Sordum: - Yüksek öğrenim gördüğün yıllar 68 kuşağına denk geliyor. Üniversitede rahat durdun mu?

Gülümsedi:

-Var ya. Ben üniversiteye başladığımda CHP Sapanca Gençlik Kolları Başkanıydım. 1961 anayasası, demokratik toplum oluşumu yolunda özgürlükler getirmişti. Demokrasinin alt yapı kurumları bir bir kuruluyordu. Nafiz Bostancı, Aydoğan Sezer ve ben siyasete karışmıştık. Nafiz, şimdi İngiltere’de Halk Evi Başkanlığı yapıyor. Aydoğan’ı geçen yıl kaybettik…

Sözün burasında heyecanlandı. Gözleri doldu. Bir süre sonra çatallaşan bir ses tonuyla devam etti:

-Nafiz, Ankara Tıp Fakültesi’ni, Aydoğan, İstanbul Hukuk Fakültesi’ni,  ben, Ankara Eczacılık Fakültesi’ni kazandık. İşte o yıllarda CHP Gençlik Kolları Kurultayı yapıldı. İleride Türk siyasetine damga vuracak olan  Süleyman Genç’i Gençlik Kolu Genel Başkanı seçtik. 14 kişilik yönetimine Nafiz’le birlikte ben de girdim. Artık en üst kademede siyasete başlamıştık. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Genel Sekreteri Bülent Ecevit, Gençlik Kolları Genel Başkanı da Süleyman Genç idi.  Bana üniversiteler ve işçilerle ilişkiler görevi verildi. Bu görevlendirmenin benim yaşamıma yön vereceğini bilmiyordum.

DENİZ BAYKAL’I AKTİF SİYASETE BİZ İKNA ETTİK

Biraz  durdu. Heyecanlanmaya başladı:

-Genel Sekreter Bülent Ecevit bir gün başkanımız Süleyman Genç ile beni çağırdı. Gittik. Üniversite hocaları Deniz Baykal, Turan Güneş ve Nermin Abadan’ı aktif siyaset yapma konusunda ikna etme görevi verdi.

Söze çalım atarak devam etti.  Gülerek:

-Biz de başladık kulise. Her üçü de adını duyurmuş aydınlardı;  ama, biz onları CHP’de siyasete yapmaya davet ediyorduk. O yıllarda siyasetçi merdivenleri bir bir çıkmak zorundaydı. Milletvekili olmak hayaldi. Adaylar önseçimle belirleniyordu. Baykal,Güneş ve Abadan ile bir çok kere görüştük.  Gençlik kolları olarak tam destek sözü verdik. Etkisi ne kadar bir şey söyleyemem; ama, samimiydik. Sonuçta CHP’ye geldiler, ülkeye büyük hizmetlerde bulundular.

Konuşmamız yürürken, bu koca çınarın büyük bir dikkatle kendisini arka plana aldığını sezdim. Bülent Ecevit’in CHP Genel Başkanlığı’na seçildiği 1972 yılındaki konumunu sordum?

-1960’lı yılların sonuna doğru CHP yenilenme sürecine girmişti. Genel Başkan İsmet İnönü tarihi bir kişilikti; ama, yaşlanmıştı. Bülent Ecevit öne çıkan isimdi. Bizde CHP Gençlik Kolları olarak Ecevit’in genel başkan olmasını istiyorduk. Parti yönetiminde, meclis grubunda ve parti tabanında Ecevit’e destek her geçen gün artıyordu. Bostancı’yı o yıllarda üniversitelerde etkinliği büyük olan Sosyal Demokrasi Derneği Genel Başkanı seçtirdik. Üniversite gençliğinden de böylece büyük destek sağlanmış oldu. Ecevit’in etrafında kümelenen parti yöneticileri, milletvekilleri bir program dahilinde hareket ediyordu. İsmet İnönü’den vazgeçemiyorduk; ama, Ecevit’i de genel başkan görmek istiyorduk.

KURMAYLIĞI NASIL KAYBETTİ?

Hasan Cevher, sözün burasında ince ince gülümsedi, bir parantez açarak anısını paylaştı:

-İnönü, öyle disiplinli ve dikkatli biriydi ki, kuralları değişmezdi. Genel Merkez’e saat 09.00’da gelir, 15.00’te giderdi. Bizim gençlik kollarının da odası var. Ecevit’i destekleyen kurmay takımından bize görev verildi. Paşa’yı takibe aldık. Ziyaretçileri kimler filan. Bir gün ben nöbetçiyim. Her zamankinden farklı bir şey oldu. İsmet Paşa, saat 11.00’de odasından çıktı merdivenlerden iniyor. Peşinden koştum. –Paşam, bir emriniz var mı? Yardımcı olayım- dedim. O, - Mevhibe Mevhibe fötr şapkam- şeklinde seslendi. Mevhibe anamız burada yok ki paşam diyerek, koştum, fötr şapkasını getirdim. – Mevhibe burada olsaydı şapkamı unutur muydu-  dedi. Benim eyvah -paşa bunadı- galiba düşüncesiyle içim sızladı. Paşa’yı takiple görevliyim ya. O güne ait durumu sözlü olarak Süleyman Genç’e rapor ediyorum. Söze başlamadan Süleyman Genç: “-Fötr şapkası ile seni imtihan etti mi?” diye sordu. Ben anlamadım. Aramızda geçen diyaloğu söyleyince Süleyman dedi ki: “- Hasan kurmaylığı kaybettin. Paşa, seni imtihan etti. Kendisinin karşısında olduğunu artık biliyor.”

Çayından bir yudum aldı. Gülen gözlerle nerede kalmıştık diye sordu. Bülent Ecevit’in genel başkan seçilmesindeki rolünüz, dedim. Haa diyerek anlatmaya devam etti:

-Partideki değişim rüzgarı hızı arttı. 12 Mart Muhtırası ile birlikte partide derin bir çatlak oluştu. CHP her zaman darbelerin karşısında olmuştur. Bedel ödemiştir. 12 Mart’ın da karşısındaydık; ama, darbeciler karşısında tutulacak yol, izlenilecek yöntem konusunda Genel Başkan İnönü ile Genel Sekreter Ecevit arasında görüş ayrılığı çıktı. Ecevit Genel Sekreterlikten istifa etti. Artık kartlar açık oynanıyordu. Biz, CHP gençliği olarak açıktan taraf olduk. Partinin merkez kanadı İnönü’yü kuşatmıştı. 1972’de kurultay toplandı. İnönü, merkez yönetime güvenoyu istedi. Alamayınca genel başkanlıktan istifa etti. Ecevit böylece genel başkanlığa aday oldu ve seçildi.

ECEVİT’İ SEÇTİREN ÜÇLÜ EFSANESİ

Bostancı- Cevher- Sezer üçlüsü için Ecevit’i genel başkan seçtirdiler yönünde bir efsane dolaşır durur. Kafamdaki bu soruyu dile getirince:

-O konu ileriki yıllarda hep önümüze çıktı. Bizi yıpratmak için kullanıma sokulan bir argüman olarak kullanıldı. Bu yalana inanmak için bir sebep var ama. Olay şu: Ecevit’in seçildiği kurultayda, Sapancalı seksen civarında delege oy kullandı. 

Çakma delege mi yani?

-Hayır çakma değil. O zaman ki tüzük, parti üyesinin her hangi bir ilden delege seçilmesine imkan veriyordu. Biz de örgüte hakimdik. İşi de sıkı tutuyorduk. Güvendiğimiz partililerin başka illerden birer birer seçilmesi için listelere adlarının yazılmasını sağladık.  Olay bu.

SENDİKACILIK YILLARI

Evet CHP, İnönü, Ecevit, Baykal önemliydi. Fakat ortada bir de Hasan Cevher vardı ve o adam şimdi karşımda oturuyordu. Emek dünyasında adını efsaneleştiren sır neydi? Hasan Cevher adından ayrılmaz bir parça gibi duran sendika duruşundaki sır neydi? Doğrusu ne? Anlattı:

-1968-69 yıllarında üniversite öğrenimi görürken CHP Gençlik Kolları merkez yürütmesinde olduğumu söylemiştim. 1970’de hem okuyor hem de Ankara Belediyesi’nde çalışıyordum. Çalışan olduğum için DİSK’e bağlı Genel-İş’in üyesiydim. 1970 yılında yapılan genel kurulda Genel-İş’in merkez yönetimine girdim. Yeni seçilmiştim ki, Ankara Belediyesi’nde greve gidildi. O grevin baştan sona yönetme görevi bana verilmişti. Galiba başarılı oldum. Adım benim önüme geçti. DİSK’te benim adım konuşulur olmuştu.

Peki, Sakarya’ya dönüş nasıl oldu?

-Genel İş merkez yöneticisi iken Sakarya’da örgütlenmede sorun vardı. Memleketim olduğu için sendika müfettiş olarak beni Adapazarı’na gönderdi. Geldim çalışmalara başladım. Kısa zamanda il genelinde değişik belediyelerde sendikaya iki bin yedi yüz üye kazandırdım. İşçi arkadaşlar sendikaya üye olurken bana bir şart öne sürdüler: -Şube başkanımız sen olursan üye oluruz! Rütbe anlamında tenzili rütbe durumu var. Genel merkez yönetimi kararı bana bıraktı. Bende tercihimi şehrimden yana yaptım. DİSK’i böylece Adapazarı’na getirdik.

Adapazarı’nda ilk sözleşmeyi hangi başkanla yaptınız?

Meziyet Sevim Sözer’le yaptık. Meziyet Bacı Türkiye’nin ikinci kadın belediye başkanıdır. CHP’den adaylığını sağlamak için işçi arkadaşlarla çok emek harcadık. O yılları anlamak için yaşamak gerekir. Dedim ya!. Toplum her alanda örgütlüydü. CHP içindeki işçi kökenli delegelerle sağladık Meziyet Bacı’nın adaylığını. Çok iyi insandı. Sözleşme zor olmadı. Yaptığımız sözleşme işçiye büyük kazanımlar sağlıyordu. Haklar anlamında yeni bir çığır açıldı.

İŞÇİ’NİN İLGİNÇ PROTESTOSU: BAŞKANIN MAKAM KOLTUĞUNA İŞEDİ!

-Meziyet Sevim Sözer, görev süresini tamamlayamadı. Ara seçim yapıldı. Adalet Partisi’nden Behçet Deryaoğlu seçildi. Rahmetli Deryaoğlu Adalet Partili, yani sağcı, ben CHP’li yani solcu. Aramız bu yönden limoni; ama, uygarca ilişkilerimiz sürüyor. Toplu sözleşme dönemi geldi. Bir türlü anlaşamıyoruz. Sözleşme gecikti. İşçiler ayakta.

Sözün burasında heyecanladı. Ayağa kalktı. Gülerek anlatıyor:

-Osman Pisti adında bir üyemiz vardı. Odacıydı. Sözleşme anlaşmayla sonuçlanmadığı için bir gün ilginç bir eylem yaptı. Osman akşamcıydı. Şişenin dibini görmeden uyumazdı. Sen bir gece kafayı bul. Gecenin sabahına doğru belediye başkanının makam odasını aç. Makam koltuğuna işe. Sabah Deryaoğlu makama geliyor: -Ulan bu ne? Koltuk ıslak ve ortalık idrar kokuyor—Kıyamet koptu tabi. Yapan tespit edildi. Başkan, Osman’ın işten atılması talimatı veriyor; ama, personel müdürü: -atamayız efendim, sendikanın onayı gerekir-diyor. Ve sözleşmedi ki maddeyi okuyor: “ İşten çıkarmalar, üçü işveren, üçü sendika temsilcisi olan altı kişilik ‘iş kurulu’ kararıyla olur.

Ağzım açık dinliyorum. Nereden nereye diye iç geçiriyorum. Peki, sonra?

-Rahmetli Deryaoğlu beni çağırdı. Sence bu Osman Pisti’nin cezası ne olmalı, dedi. İşten çıkarmak dedim. Rahatladı:  “- İyi o zaman, kurulu toplayalım imzalansın…” Olmaz dedim. Neden diye sordu: “Osman AP delegesi. Senin partinden. Parti içinde zarar görürsün. Ben kendisiyle konuştum. Asıl tepkisi bunaymış. Bizim partinin başkanı nasıl olur da işçiyi üzer, diyor.”  Sen o yönünü düşünme, benim meselem, dedi. En sonunda dedi ki: “ Bu Osman işten atılacak benden ne istiyorsun”. Baktım kararlı. Şartımı söyledim: “ Başkan araştırdım. Osman, bir göz odada 11 çocukla yaşıyor. Aynı koşullarda bir iş bulalım.” Rahmetli düşünceye koyuldu. Sonra dedi ki: “Ulan sen ne biçim adamsın be!. Allah seni de, Osman’ı da bildiği gibi yapsın.” Osman’ı bağışladı.  Behçet Deryaoğlu, merhametli insandı.

Sadece merhametli değil, büyük adammış, dedim. Sesini yükseltti:

-Tabi büyük adamdı. Büyüklük, büyük masaya kurularak, büyük koltuğa oturarak, büyük arabaya binerek olmuyor. İnsan ürettiğiyle, duruşuyla, vicdanıyla büyük oluyor.

12 EYLÜL DARBECİLERİNİN İPLİĞİ AVRUPA PAZARINDA

Hadi, son olarak ince bir konuya girelim. Biraz daha deşelim bu yorgun yüreği: 12 Eylül 1980 darbesi? İç geçirdi. Derin bir soluk aldı. Gözleri kızgınlaştı:

-12 Eylül tekelci sermaye iktidarının önünü açmak için emekçi halka karşı yapılmış bir faşist darbedir. Hedefine ulaşmıştır. Geniş halk yığınları yoksullaştıkça yoksullaşmış, bir avuç kapitalist parasına para katmıştır. 83 Anayasası emekçi halka düşman bir anayasadır. Somut örnek bizim sendikadır. Darbeci başı Kenan Evren, elinde bizim yaptığımız Adapazarı Belediyesi sözleşmesi, meydan meydan geziyor. Adapazarı Belediyesi’nde çalışan bir temizlik işçisi 25 bin lira maaş alıyor. Ben Genel Kurmay Başkanıyım, bu kadar maaşım yok, diyor.

Siz de 12 Eylül zindanlarında ağırlandınız mı?

İşin o yönünü konuşmaya değmez. Kısa bir süre tutukluluğum oldu; ama, canını veren, işkencelerden geçen, evi yuvası dağılan arkadaşlarımızın yanında bizim çektiğimiz cim karnında nokta. Ama, benim bir tesellim var. 12 Eylülcülerin ipliğini hem de Avrupa pazarına çıkarıp teşhir etmeye vesile oldum.

Nasıl oldu bu iş?

-DİSK Ana Davası’nda 141/142’nci maddeden yargılanıyoruz. İdamımız isteniyor. Benim savunma yaptığım gün, mahkeme salonuna Dünya Sendikalar Birliği tarafından gönderilen tam iki yüz yabancı avukat gözlemci olarak salona girdi. Sorguda benim okuduğum kitaplar, üyesi olduğum örgütler, ipe sapa gelmez birçok şey soruluyor. İllegalite bağı kurmak istiyor mahkeme. Yok ki. Bir Genel İş üyesiyim. İki CHP üyesiyim. Baktım yaptığım savunma tutanaklara geçirilmiyor. İtiraz ettim. Savunmam zapta geçsin dedim. Geçirmiyor mahkeme başkanı. Uzun bir süre polemik oldu mahkeme ile avukatlarım ve benim aramda. İşte bu durum Avrupa basınında yer aldı. Adil yargılama yapılmıyor türünde haber ve yorumlar çıktı.

Peki, dünden bugüne bakınca nereye gidiyoruz? Umutlu olmak için elimizde veriler var mı?

-Anadolu’nun muazzam bir geçmişi, çok büyük bir birikimi var. Her türlü engele rağmen bu büyük birikim temel oluyor. Umutlu ya da umutsuz olmak değil, mücadele edebilmek, insanın geleceğine inanmaktır esas olan. 12 Eylülcüler ve türevi sağ iktidarlar, insanımıza  kendi emeğine, kendi değerine yabancılaştıran bir yoz kültür sundular. Ulusal bağımsızlık geleneğimizin değerlerini canlandırmalı diye düşünüyorum.

Editör: TE Bilişim