Devlet politikasıydı. 1992’de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Toyota fabrikasının temelini atarken, ‘Patates değil, otomobil satacağız’ demişti.

Dediği gibi de oldu…

Sakarya otomobil satıyor ama istese de artık patates satamaz. Neden sorusunun yanıtını ömrünün ikinci yarısını tarıma adayan Berin Ertürk veriyor. ‘Artık Adapazarı Patatesi yok. Çünkü tohumu kalmadı’ diyor ve bir tehlikeye karşı uyarıyor: “Lezzeti ile bildiğimiz Kandıra biberinde de aynı tehlike var. Sahip çıkılmazsa o da yok olma yolunda…”

‘Organik tarım’, ‘Ekolojik tarım’ son dönemin en sık tekrarlanan, duyulan kavramları. Daha çok üretim, daha çok kazanç uğruna önce tad alma duygumuzu yitirdik. Domatesin kokusunu, patatesin lezzetini, karpuzun tadını arar olduk. Sonra sağlığımız bozulmaya başladı. Besinden kaynaklanan hastalıklar arttıkça anlamaya başladık toprağın değerini…

Berin Ertürk, toprağın değerini birçoğumuza göre çok daha erken farkına varanlardan. Söğütlü’nün Maksudiye Mahallesindeki aile arazisinde kurduğu Jade Çiftliği’nde, yılından bu yana kendi tohumlarıyla, doğal yöntemlerle ve hiçbir kimyasal kullanmadan sebze üretiyor. 2001 yılından bu yana organik sertifikalı üretim yapılan çiftlikte dileyen ürünlerini kendi toplayabiliyor…

-Sizi tanıyabilir miyiz?

İlkokulu Sabihahanım İlkokulu’nda bitirdim. Ortaokul ve lise Üsküdar Amerikan Koleji’nde. Sonra Ankara Basın yayın Yüksek Okulu. Şimdiki İletişim Fakültesi yani. 1970 yılında mezun buradan mezun oldum. Sakarya’ya emekli olduktan sonra geldim. Emekli olduktan sonraki işim çiftçilik.

-Uzun yıllar şehirde yaşadınız. Bir kent insanıydınız, toprağa ilgi nereden kaynaklandı?

Daha önce hiç toprak deneyimim yoktu. Bu köye bile ben iki kere gelmiştim. Bir kez çocukken, bir kez de arada. Yani hiç toprakla ilişkim yoktu. Tam kent çocuğuydum. Ama ben domatesi ayırt ederdim biberden. Şimdi insanlar anlamıyor bitkiyi tanımıyor. Yani kentte yaşadım hep ama bitkilere meraklıydım. Evin içi orman gibiydi. Merakım vardı bitkilere. Botanik okumalıymışım aslında. Çok geç keşfettim. Hakikaten merakım vardı.

Ekolojik tarım fikri nereden çıktı?

Dedem çiftçi, babam tıp doktoruydu. Dedem öldükten sonra burası hep ortakçıların elindeydi. İşte biz bir kere geldik. Babamın ortakçısı burasını meyve bahçesi yapmıştı. Ama adamcağız genç yaşta kalp krizinden öldü. Ölünce 22 yaşındaki oğlu bakmaya başladı bahçeye. Biz işte o zaman geldik bir kere. Ağaçlarda hastalık vardı. Ben çok acıdım bitkilerin haline. Ayva zammanıydı, ayrılırken ayva ve yaprak aldım yanıma. İstanbul’a dönünce Tarım il Müdürlüğü’ne götürdüm, üzeri leke olmuş ne yapmak lazım diye? Burası hakikaten çok kötü durumdaydı. Söylediğim gibi toprağa hep merakım vardı. Babama teklif götürdüm, o da kabul etti. Böylece üzerime kaldı.

-O zaman toprakla ilişkiniz ve bilginiz yoktu, nereden bilgi edindiniz, nasıl öğrendiniz?

2000 yılında buraya başladım. Gelmeyi kararlaştırdığımızda sonbahar falandı galiba. Bir kere gelip baktım galiba buraya. Sonra gelmek üzere döndüm, o sıra bir kar bastırdı. 1,5 ay gelemedim köye. O arada sanal çiftçi oldum, internetten ne bulduysam okudum. Elma, ayva, erik vardı burada. Elma, ayva okudum. Bahçe tarım yöntemlerini, nasıl mücadele ediliri, karmakarışık çok şey, tarımla ilgili ne bulduysam okudum.

-Ne kadar doğruymuş okuduklarınız?

Geldiğimde elma ile armut ağacını birbirinden ayırt edemiyordum. Eğitim mi, tecrübe mi diyorsanız, ikisi de gerekli. Çoğu unutulmuş çok değerli eski bilgiler, kadim bilgiler var. Maalesef onlar yeni nesillere geçememiş. Tarım değişince, endüstriyelleşince, mekanizasyon girince eski yöntemler unutulmuş. Yazık olmuş, çok yazık. Çünkü orada değerli bilgi var.

-Toprağı tarıma uygun hale getirmek için büyük çaba harcadınız, bu işe başlamadan önce toprakla cebelleştiniz diye biliyoruz…

Başlamadan önce değil de başladıktan sonra… Mesela büyük kısmı meyve bahçesiydi zaten de işte toprağı işlemişler, zirai ilaç kullanmışlar. Mesela tek tip bir ot vardı. Zararlı ve bir halta yaramayan ot sarmıştı. Öte yandan bir bölüme 10-15 yıl üst üste mısır ekilmiş, orası çok kötü vaziyetteydi. Orası şimdi şimdi adam oldu, 17 yıl sonra. Yani, o zaman şey sorusu, ben bu toprağı nasıl ederim sorusu orada ortaya çıktı. Hatta tahlile gönderdim. Neyi eksik, ne durumda bilelim istedim. Şöyle bir reçete geldi. Bilmem ne kadar şu gübreden, bilmem bu kadar bu gübreden at gibi. Ben de onu kaptığım gibi gittim oraya, ben bunu istemiyorum, ben istiyorum ki buraya ne ekelim ki dengesizliği giderelim dedim. Haaa dediler. Sonra oraya fasulye ektik önce. Her yıl farklı şeyler ektik. Yonca çok ektim. Şimdi biraz normale döndü. Şimdi bir kısmında kabak var, yonca var.

-80’li yıllarda bugünlerde dert yandığımız hibrit tohumlarıla ilgili gelişmeler övgüyle haber yapılıyordu…

-Evet, Türkiye’nin tarım politikası o oldu. Hala da o. Daha da kötüsü üstelik. O zaman orta ve küçük çiftçiyi modern tarıma yöneltmek gibi bir amaç vardı belki. Şimdi onları yok etmek amaç. Tamamıyla tekelleşmeye gidilsin, en büyükler kalsın ayakta gibi amaç var.

-Köylünün tarımdan uzaklaşmasında, arazilerin bölünmesi ve geçim için yetersiz kalması mı etken?

Evet, tarım arazilerinin bölünmemesi yolunda alınan karar doğru ve yerinde. Hoş pratikte paylaşıyorlar kendi aralarında. 20 dönüm yer varsa, 4 kardeş 5’er dönüm paylaşıyor kendi arasında. 5 dönüm mısırla birşey olmayacağından, diğer çocuklar sigortalı işte çalışmak üzere şehre gönderiliyor. Asgari ücretle çalışıyor, asgari ücretle emekli oluyor, ondan sonra da kafasını vuruyor. Fabrikada işe girmek prestji haline getirilmiş, çiftçilik yapmak makbul değil. Esas mesele, öyle bir kültürün yayılmış olması. Tarımın endüstriyelleşmesi de etken. Artık toprakta gıda değil, sanayiye hammadde üretiliyor. Sanayi de doyurmuyor.

-Burada bir önceki gelişimizde, alıcılar köye gelmediği için kabak üretiminin azaldığından söz etmiştiniz…

Evet, ama asıl başka bir şey var. Kandıra biberi, inanılmaz lezzetlidir. Ancak köylü daha fazla verim almak için hibrit tohum kullanıyor, yakında yok olacak. Geleneksel tohumun değerli olduğunun anlatılması gerek.

Yine Adapazarı patatesi artık yok. tohumu yok. Hatta şöyle ilginç bir şey yaşadık. Buradan bir gelin gitmiş Ordu’nun dağ köyüne. Giderken Adapazarı patatesi götürmüşler oraya. Tohum olarak kullanmış ve devam ettirmiş. Bize dediler işte Adapazarı patatesi. Heyecanlandık, cezve içinde pişirdik, yedik. O patatesten tohum olarak kulanalım istedik ama olmadı. Burada yetişmedi, kötü bir tat çıtı ortaya. Oranın şartlarına uyum sağlamış.

Kandıra biberi de patates gibi yok olabilir.

-Organik tarım-ekolojik tarım nedir?

Organik tarımın belirli kuralları var. O kurallara uyulması gerekiyor. Ama orada da endüstriyelleşmeye doğru gidiş var. Hibrit tohumla üretim yapılıyor. Geleneksel tohumla ve kimyasal ilaç kullanmadan yapılan üretim tercih edilmeli.

-Son dönemde ekolojik ürenlere büyük ilgi var. Bu tür üretimin teşviki için neler yapılmalı?

İnsanlar hastalıklar arttıkça bu konuya önem vermeye başladı. Kanserin nedenlerinin başında gıda gösterilince, sağlıklı gıdaya ulaşabilmek için şehirlerde topluluklar oluşturulmaya başlandı. Bu topluluklar, köylülerle, çiftliklerle irtibat kurup, ‘Geleneksel tohumla, kimyasal ilaç kullanmadan üretim yapın, tamamını biz alalım’ diye anlaşma yapıyor. bu tür girişimlerin artması gerekir. Üreten kadar tüketicilerin de istekli olması, çaba harcaması gerekiyor.

Editör: TE Bilişim