İşte mültecilerin kıskanılan yaşamı...        

Çok bilinen bir atasözü vardır, ‘’Bülbülü altın kafese koymuşlar illaki vatanım’’ diye...

Onlar da bu ülkeye güle oynaya gelmediler. Hepsi canlarını kurtarmak için geride atalarının mezarlarını, anılarını, hayallerini bırakarak bir umut ülkemize sığındılar.

Onlarla ilgili birçok haber duyduk. Önceleri her şey çok iyiydi, ancak hükümet ne zaman sıkışsa mültecileri Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullanmaya başladı. Diğer yandan içerde milliyetçi duyguları kışkırtan haberler yapan basın, Suriyeliler için yaşamı daha çekilmez hale getiriyordu.

Tüm bu kışkırtıcılıklar en acı meyvesini, birkaç ay önce verdi. İlimizde Suriyeli hamile bir kadın tecavüze uğrayıp 10 aylık bebeğiyle birlikte öldürüldü.  Büyük ihtimalle bunu yapan caniler tüm bu yayınlardan cesaret aldı ve kimsenin bu işe sahip çıkmayacağını düşündü. Bu nedenle bilmeliyiz ki katiller sadece o iki cani değildir. Herkes söyledikleri ve yazdıklarıyla bu yolu açtı.

O gün cenazede tanıştığım Suriyeli genç bir kızla söyleşi yapacaktım, ancak muhtemelen korkudan son anda vazgeçti. Sonra burada yaşadıklarını anlatacak Suriyeli bir kadın bulmak için oldukça uğraştım. Kimse konuşmak istemiyordu.  Tam umutlarım bitmek üzereyken bir aile ile tanıştım. Anne isim ve fotoğraf olmaması şartıyla söyleşiyi kabul etti. Her ne kadar söyleşi boyunca olumsuz hiçbir şey söylemeseler de, korku her yerdeydi.

Anne Türkçe bilmediği için evin büyük oğlu aracılığıyla yaptık. Şimdi onlara kulak verelim.

-Türkiye’ye ne zaman ve nasıl geldiniz?

5 sene önce Suriye’nin Şam ilinden geldik. Önce Cerablus’a gittik oradan kaçakçılara para vererek  gelebildik.

-Suriye'de neler yaşadığınız anlatabilir misiniz?

Önceleri her şey çok iyiydi sonra savaş çıkınca bozuldu. Savaşta uçaklar ve roketler geçiyordu, akşamları yatamıyorduk. Bir keresinde de IŞİD’in insanların kafalarını kesip beyinlerini çıkardığını gördük. Orda ölen akrabalarımız var.

-Geldiğinizde bugüne kadar nerelerde bulundunuz?

 İlk geldiğimiz de Şanlı Urfa ‘da kaldık. Gündüzleri AFAD’ın kampına giriyorduk, orada sadece yemek veriyorlardı. Ancak kartımız olmadığı için, akşamları kampta kalmamıza izin vermiyorlardı. 20 gün kadar geceleri sokakta kaldık, sonra yardımsever birinin sayesinde geçici bir yer bulduk. Sonra başka ülkede oturan ablam para gönderince ev tutabildik.

-Kaç çoğunuz var?

5’i kız,  3ü erkek 8 tane. Okuyanların hepsi ortaokulda…

-Gün içinde ihtiyaçlarınızı nasıl karşılıyordunuz?

 Bir kişi vardı, o bisküvi falan veriyordu. Sonra orda çocukların gideceği okul olmadığı için Antalya’ya hem iş hem de çocukların gideceği bir okul aramaya çıktık, orada da okul yoktu Suriyelileri de sigortasız çalıştırmıyorlardı, Sonra Suriyelileri Antalya’dan çıkarmak için bir karar cıktı.Polis geldi bazı kağıtlar imzalattı sonra Mersine gittik.3 ay kadar orda kaldık ancak iş olmadığı için oradan da ayrılmak zorunda kaldık. Daha sonra burada iş olduğu için buraya geldik.

-Bu süre içinde devletten yardım aldınız mı?

Sadece Kızılay bir ay yardım etti. Daha sonra verilen Kızılay kartı ile elektrik su giderleri ödeniyor. Ev kirası 500, elektrik su 200, her ay bir büyük tüp alıyoruz.Bu arada kartı getiriyorlar üzerinde Avrupa Birliği'nin amblemi de bulunan bir kart. Belli ki o paralar Avrupa Birliği fonundan geliyor.

-Bu süre içinde insanların size davranışları nasıldı?

Herkes iyi davrandı.

-Sizi farklı şehirlere götüren kişileri nasıl buldunuz?

Bazı insanlar farklı şehirlerde iş olduğunu söylüyordu. Biz de hem çocukların okulu hem de iş için şehirleri geziyorduk.

-Siz çalışıyor musunuz?

Hayır,  ben çalışmıyorum. Eşim inşaatta, bir kızım da meyve suyu fabrikası için meyve toplanan bir yerde çalışıyor. Ancak sigorta yok aynı zamanda buradakilerden daha az ücrete çalışmak zorunda kalıyor.

-Burada tanıdığınız Suriyeliler var mı?

Evet var. Bu mahallede iki aile var onlarla görüşüyoruz.

-Geri dönmeyi düşünüyor musunuz?

Orda tüm evler yıkıldı, oraların kendini toplaması 20-30 yıl sürer o nedenle şuan düşünmüyoruz. Orda annem ve kayınvalidem kaldı. Onların hiçbir geliri yok.  Biz bir yandan burada ihtiyaçlarımızı karşılarken diğer yandan onalar da para gönderiyoruz, yoksa açlar.

-Kaynarca'da yaşanan tecavüz ve cinayet olayı sizi nasıl etkiledi?

İki buçuk yıldır Sakarya’dayız. Önceleri korkmuyorduk ancak geçen sene yaşanan o olaydan sonra  biz de korktuk.  Yine de mahallemizden bize karşı hiç sıkıntı yaşatan olmadı.

-Bu arada bize tercümanlık yapan evin büyük oğluna "okullarda bir sorun yaşadınız mı?" diye soruyoruz.

 “Genel olarak bir sorun yaşamadık. Öğretmenler bize çok iyi davranıyor. Okulumu arkadaşlarımı seviyorum, ama bazen kötü vuruyorlar. Geçen gün birisi arkadaşın eşyasını almış ve olayı benim üstüme attılar, dayak yedim bir hafta hastane de kaldım” diyor. Eski okulunu ve arkadaşlarını özlediğini de söylemeyi ihmal etmeden.

-Hastane masraflarını kim ödüyor?

Hastane masraflarını Kızılay’ın kartıyla karşılıyoruz.

-Tekrar anneye dönüyoruz, hükümetten beklentileriniz var mı?

 Çocuklarım okula gittiği için Türkçe öğrendiler ancak ben ve benim gibi birçok kadın bilmiyoruz bu da günlük hayatımızı zorlaştırıyor. Bu nedenle bize de Türkçe öğretmenlerini istiyoruz.

Söyleşimiz biterken evin annesi ağlamaya başlıyor. Tercümanımız bize dönerek "Suriye’den çıktığımızdan beri annem her gün ağlıyor" dedi. Onlar şimdi burada altın kafeste bülbül gibi virane de olsa yuvalarını özlüyorlar. Aslında sormak istediğimiz daha çok şey var, ancak anneyi daha fazla üzmemek için söyleşiyi bitiriyoruz.

Birbirimize sarılıp ayrılıyoruz.

Söyleşi: SERAP ÖZER

Editör: TE Bilişim