AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz, Sakarya’da fabrikaların üretimde çalışacak binlerce işçiye ihtiyacı olduğunu ve bu konuda şehrin çok şanslı olduğunu söyledi. Asgari ücretin yeterince yüksek olmadığını ama zamanla daha iyi olacağını aktaran Yavuz, “2002 yılında asgari ücretin alım gücü, bugünkünden fazla değil ama o ücretle çalışacak yer bulamıyorduk. Şimdi en azından çalışacak yer var. Her il bu kadar şanslı değil. Başka şehirlerde bir temizlik işçisi için neredeyse kavga çıkıyor. Buradan baktığımızda, ‘Sakarya avantajlı’ diyorum” ifadelerini kullandı.

Ahmet Çubuk

Organize Sanayi Bölgeleri’nde (OSB) önceden vasıflı eleman aranıyordu. Şimdi vasıflı-vasıfsız eleman aranıyor ama bulunamıyor. Milyonlarca yabancının Türkiye’ye ye yerleşmiş olmasına rağmen bulunamıyor. Vasıfsız eleman çok fazla, her gün bize en az 10-15 kişi iş müracaatında bulunuyor. Ama beklentileri; masa başında oturmak… İnsanlar üretimde çalışmak istemiyor.

Bir yandan da finans kuruluşları bazı sanayi tesislerine el koymaya başladı. Eskiden finans kuruluşları, 1’e 3 ya da 2 ipotek alarak kredi verirlerdi. Şu anda bakıyorsunuz; bir fabrikanın değeri 10 milyon, kuruluş bunlara 100 milyon kredi vermiş. Bunların da siyasi bağlantılarla gerçekleştirildiği konuşuluyor. Bu finans sistemiyle ilgili düşünceniz nedir? Bir tedbir almayı planlıyor musunuz? Bir de işsizlikle ilgili problemi nasıl çözeceğiz?

Ali İhsan Yavuz

Aşağı yukarı her fabrika işçi arıyor. Sakarya’da işçi aramayan fabrika yok. Fabrika ortamında çalışacak çok fazla adam bulunamıyor. ‘Fabrika ortamında çalışmak isteyip de iş bulamayanlar bize gelsin’ diyebilecek bir şehirde yaşıyoruz. Bunu her şehir bu derece söyleyemiyor ama Sakarya’da durum böyle…

Peki, niye istemiyor insanlar? Asgari ücret yeterli görünmüyor. Asgari ücret artı servis artı öğle yemeği yeterli görülmediği için gidip çalışılmıyor. Onun daha iyisini istiyor. Yadırgamıyorum ama şunun için söylüyorum: Şu anda bana 5 bin kişi verin hemen Sakarya’da fabrikalara yerleştireyim. Şu anda böyle bir sorun var.

1-2 olan OSB 8-10’a çıkmış ama biz yenilerine kafa yoruyoruz. Nerede? Söğütlü’de, Ferizli’de… Ferizli’de düşündüğümüz OSB, Sakarya’da kurulmuş olan bütün OSB’leri tamamı kadar bir alana sahip. Yeri belli, çalışmalarımız var. Hem OSB sayısı artıyor hem daha fazlası yapılsın isteniyor. Bir konuda duyarlılık bekliyorum: Sakarya, istesek de istemesek de daha fazla OSB’nin kurulmasına müsait bir noktada bulunuyor. Konum itibariyle daha fazla fabrikanın gelebileceği bir yerde görünüyor Sakarya… Daha fazla OSB, biz ayak diresek bile buraya gelecek. Sakarya öyle bir yer.

Ama azıcık düşünmemizde fayda var. Biz çok fazla sanayinin buraya gelmesine kapı aramalı mıyız? Yoksa bu konuda daha mı temkinli olmalıyız? Ben şöyle inanıyorum ki çoğu kez bunu telaffuz etmeye korktum; ‘Sakarya herkesin beklediği, sandığı ve istediği oranda sanayi kentine dönüşmemelidir’ gibi bir düşüncem oldu baştan beri... Ama bunu ortaya koyarken hep korktum, şu anda da korkuyorum. Çünkü öyle bir furya var ki; ‘Her yeri fabrikaya dönüştürelim. Her yerde istihdam alanı oluşturalım, işyeri kuralım…’ Ama bu topraklar verimli. Aşırı verimli… Türkiye ortalamasına baktığımız zaman en verimli yerde bulunuyoruz biz. Bu verimli araziler bize lazım.

Özetle şöyle söylüyorum: Sakarya bir sanayi kenti, bir tarım kenti, bir üniversite kenti, bir turizm kenti… Şimdi hangisini öne çıkaralım? Hepsi at başı mı gitmeli? Birisi önde mi gitmeli? Gidecekse hangisi önde gitmeli? Ben kesinlikle ‘eğitim kenti’ vasfını öne çıkarabileceğimizi, önceleyebileceğimizi düşünüyorum. Turizm kenti vasfını öne çıkarabilir veya bir sağlık kenti de olabiliriz. Tarım kenti vasfımızı daha öne çıkarabilir miyiz? Mesela dış mekan süs bitkiciliği konusunda Türkiye’nin en iyilerinden, belki en iyisiyiz. Bu çok önemli bir şey.

Ama sanayi de olsun. Bu benim kişisel görüşümdür. Herkes beni suçlayabilir. Sanayi de olsun ama çok seçerek alalım. Yerini çok iyi belirleyelim. Gelecek olan sanayinin cinsini ve çeşidini de çok iyi belirleyelim. ‘Artık bu duyarlılığı daha da artıralım’ kanaatinde olan birisiyim.

Finans kuruluşları fabrikalar hakkında… Hemen peşinen söyleyeyim. Kendimle de yüzleşmek istiyorum. Yaklaşık 18 yıldır kesintisiz, aktif bir biçimde siyasetin içindeyim. Bu 18 yıl içinde, insanlar bize her türlü talep için gelmiş, aramışlardır. Ama ben, bana banka kredisiyle ilgili gelen herkese şunu söylemişimdir: Ben karışmam ve anlamam kardeşim… Sen kendi şartlarına bakacaksın, bankanın şartlarını göreceksin, yoksa ben banka-kredi mevzularından anlamam. Hiç araya girmedim, bilesiniz. Çünkü bu memleket ne çektiyse bundan çekti. AK Parti bu konuda da hassas… Eğer bankanın verebileceği varsa ve şartlarınız buna müsaitse banka zaten verir. Vermiyorsa bir siyasetçi olarak araya girmenin anlamı yoktur. Bunun bir tane istisnasını getirsinler, siyaseti bırakırım.

İki… Danışmanlarıma, 18 yıldır benimle çalışan herkese, hep şunu söylemişimdir: İhale işleri, para kokan işlerde asla araya girmeyeceğiz. Bir tane istisnasını getirsinler, yine siyaseti bırakırım. Ancak bir adam diyorsa ki ‘Bu ihaleye fesat karıştırıyorlar, adam kayırıyor adaletsizlik yapıyorlar’ ben, orada araya girerim. Bunun böyle olmaması istikametinde araya girerim, kişini lehinde ya da aleyhinde araya girmem. Bu iki söylediğim şeyin de istisnasını bulamazsınız. Ancak birisi bunun dedikodusunu yapabilir.

Siz ‘siyasetçiler araya giriyor’ dediğiniz için, ben girmedim. Giren de doğru yapmamıştır girmişse... Sırf bir siyasetçi araya girdi diye vermesi gerekenden daha fazla kredi vermiş banka da hata etmiştir. Hangi banka olursa olsun. Böyle bir şey olur mu? Bankalar, parasına sahip olmalıdır. Dönüşü olmayan parayı, araya kim girerse girsin, vermemelidir. Böyle birileri varsa onu afişe etmek de gazeteciler olarak sizin boynunuzun borcudur. Bizim de buna ilişkin yapılacak bir şey varsa yapmak görevimizdir. Yok öyle yağma…

Ama ben size söyleyeyim, siyasetçilerimiz çok temkinli bu konuda. Benim kendim için söylediğim şeyler bizim genel durumumuz. Siyasetçiden daha çok ahbap-çavuş ilişkisi ya da başka ilişkiler oluşturmuş kişidir bu… Siyasetçi diyemeyiz. Kredi vermeyecek bir bankayı aramadım ama arasam da muhtemelen vermez, vermemelidir. Öyle saçma sapan bir şey olabilir mi? Bankalar, bankacılar da basiretli bir tüccar gibi davranmaya mecburdur. Onun yaptığı da ticaret değil mi? Parasını satıyor bir anlamda. Davranmıyorsa onun da bir karşılığı olmalıdır.

Şadi Tanış

Özel bankalar yapmıyor bu işi, vermezler. Kamu bankaları yapıyor.

Ali İhsan Yavuz

Eğer kamu bankaları yapıyorsa bunun karşılığı da mutlaka olmalıdır. O karşılık olsun diye de bizim bir şeyler yapabiliyor olmamız gerekir.

Ahmet Çubuk

Son beş altı yıldır, ‘inşaatta çok para var’ düşüncesiyle müteahhitlik çok popüler oldu Türkiye’de. Hiç üzerine vazife olmayan insanlar inşaat işlerine girişti. Şu anda batanların çoğu da bu, üzerine vazife olmayan işlere giren insanlar.

Ali İhsan Yavuz

Ben onu da anlamıyorum. Aklımda belli kişiler var ama isim vermeyeceğim. Çok iyi iş yapıyor bu insanlar. Ölçek de çok iyi… Yılda bin belki 2 bin tane daire de satıyor. Ama istiyor ki 10 bin olsun… Yahu böyle bir dünya yok. Bunun için krediye girişiyor, borç alıyor, faiz-döviz alışverişine giriyor. Hepimiz ayağımızı yorganımıza göre uzatmak mecburiyetindeyiz. Bize zaman zaman ‘çok zorda kaldım’ diye gelenler oluyor. Bir tanesini hatırlıyorum, inşaat işleriyle uğraşıyordu. Bir noktada çekleri dönmeye başladı. Baktık, mal varlığı borçlarının iki katı. Araya girdim, ‘etme, eyleme’ dedim. Allah indinde de vebali var bu işin. Bırak hukuku, bunun sonra kıyamet safhası olacak. ‘Gel şu borcunu öde’ dedim. Peygamber efendimizin de öyle bir Hadis-i Şerif’i var: ‘Bir adam borcunun ödememek üzere alıyorsa Allah onu nasip etmez.’ Bizim, borç alırken ödemek niyetiyle almamız gerekir. Düşünebiliyor musunuz, böyle zihniyetler gelişti. Mal varlığı var ama diyor ki, ‘Hanımın, babamın üzerine verdim.’ Böyle bir dünya var mı? Borç senin borcun. Kanun nezdinde kendini kurtarabilirsin ama Allah’ın gücüne gider… ‘Günah işliyorsun, vebale giriyorsun, hak yiyorsun’ dedim.

Son yıllara kadar kredi kartı kullanmadım. Cebimde bir tane kredi kartı vardır. Mecbur kaldığımda kullanmak için… 10 yıl öncesine kadar bir kere bile kullanmadım. Ne ocaklar batırdı o zamanlar kredi kartları… Temerrüt faizi yüzde 300’ü buluyordu. Dokunanı yakıyor diye dokunmayacağım dedim. Ama insanlar o kadar hevesli ki kredi kartlarına ve borç alma işlerine…

Beni ‘Gökten zembille inmiş. Bir eli yağda bir eli balda’ diye görenler de vardır. Benim ailem hâlâ çiftçilikle uğraşıyor. Bir ağabeyim inşaatlarda çalışıyor. Öbür ağabeyim bir süt fabrikasının kamyonunda çalışıyordu şimdi bir okul servisinin şoförlüğünü yapıyor. Annem, babam, kardeşlerim çiftçilikle uğraşıyor. Ben de fırsat bulduğum zaman, işlerimiz sonuçlandığında Kamışlı’ya gideceğim. 15-20 dönüm yerimiz var, orada çalışmaya devam edeceğim. 2000’li yıllarda ben de iyi arabalara binmek isterdim ama beni bilir herkes, 90 model bir Opel Vectra’m vardı. Sonra Laguna vardı, yıllarca onlara bindik. Şimdi de çok farklı değil açıkçası.

Avukatlık dönemlerimde 10-15 yıl boyunca iyi para kazandım. O dönemimiz çok bereketli geçti. Ama o yıllar siyaset yaptığım için kazandığımı siyasetle tükettim, onu da söyleyeyim. Ankara’da kirada oturuyorum. Çubuklu’da bir arsam vardı, satmıştım. TOKİ’nin milletvekilleri için yaptığı bir yer var. Burada 2009-2010 yıllarında ödemeye başladığım bir evim var. Bütün mal varlığım da bunlardan ibaret. Ben de isterim daha fazlası olmasını ama imkanım bu kadar.

Hangi arabaya binebileceksem ona bineceğim, ne yiyebileceksem onu yiyeceğim. Açıkça şunu da söyleyeyim, 10-20 yıl önceki mutfağımın standardı neyse bugün de o… Çok net söylüyorum, hiç değişmedi. İmkansızlıktan değil belki ama gerek de yok. Niye masraf edeyim, niye borç edineyim, niye gereksiz yere çarçur edeyim? Belli bir imkanımız var, o imkanı çoluk çocuğumuzun eğitimi için kullanmaya çalışırız. Ama insanlar böyle değil. Mercedes’ten aşağısına binmek istemiyor kimse. Kirada oturmak istemiyor. O sırada da borçlanıyor, borçlandıkça da batıyor. Eve getirecek ekmeği olmayan birisi 5 bin liralık telefon alıp cebine koyuyorsa bu doğru değildir.

Çok dağıttık, toparlayalım isterseniz. Bizim Türk insanı yatırım imkanlarını gördükçe hevesleniyor. Mesela biz Çubuklu’daki yeri arkadaşlarla 50 bin liraya almıştık. Şu anda kalıyor olsaydı herhalde bugün 700-800 bin liraya satılırdı. Arsa fiyatları uçtu, aldı başını gitti. İstihdam alanları, yeni yatırım alanları, yeni rant alanları oluştu. Yeni imkanlar da oluşunca insanlar ‘daha fazla, daha fazla’ diyerek ayağını yorganına göre uzatmaktan da vazgeçti. Çökme katsayısı da arttı. İnşaattan hiç anlamayan, daha ismini duymamış insanlar bakıyoruz ki büyük çaplı inşaat işlerine girişmişler.

Şadi Tanış

Sizin yüzünüzden oluyor sayın vekilim. İnşaat yasası çıkarmıyorsunuz. Berber dükkanı açmak için imtihana giriliyor, balonu patlatmadan tıraş ettiriliyor. Ama müteahhit olmak için bir şeye gerek yok. Evini, tarlasını satan, cebine üç kuruş para koyan hemen bir yerden arsa alıp ‘ben müteahhidim’ diye ortaya çıkıyor. Bu yasa ne zamandır, senelerdir bekliyor Meclis’te…

Ali İhsan Yavuz

Bu iş o kadar da kolay değil. Ne yapsak Şadi Ağabey tersinden ‘Bu da yapılır mı?’ der. Bir tane örnek vereyim. Biz Ceza Kanunu’nda bir değişiklik yaptık. Yanlış hatırlamıyorsam 180’inci maddeydi. İmarsız ev yapımıyla ilgili; bir insan ruhsata aykırı ev yaptığında ona su, elektrik veren de suçlu oluyor. Ama herkes devreye girer, ‘Adam evini yapmış. Ne olur su bağlasanız’ diye… Kural koyduk kardeşim, yapmayacak. Yaparsa da bağlanmayacak, bağlayan da ceza alacak. 7’den 70’e herkes onu esnetmenin peşindedir. Buna rağmen biz her şeyin daha iyi yasal altyapısının oluşturulduğu ve herkesin de bu oluşturulan mevzuata uygun davrandığı bir çizgiye gelmek zorundayız.

Kat yasağı var. 2 kattan fazla olmayacak diyoruz adam 3’üncü katı koyuyor. Ondan sonra da bir imar barışı olsun diye başımızın etini yiyor. Şadi Ağabey de dahil herkes bir imar barışı niye çıkartmıyoruz diye bizimle uğraşıyor.

Şadi Tanış

Vatandaş ister, bu ayrı bir konu. Ama vermemek sizin elinizde. Sakarya’da 2 kat, sonradan esnedi 3 kat dendi. Gelirken önünden geçtim, Serdivan Cadde 54… 6’ncı katın üstüne bir de çelik kat yapıp 7’nci katı koydu adamlar.

Ali İhsan Yavuz

İmar Barışı’ndan istifade etmek için sanırım

Şadi Tanış

Belediyenin ortak olduğu bir inşaat bu, edemez ki… Belediyenin kat karşılığı yaptırdığı bir inşaat. Yani yanlışı yapan kamu… Siz şimdi oraya bakacaksınız, ben isteyince bana vermeyeceksiniz.

Ali İhsan Yavuz

Gazetecilerin bir görevi de bu. Ben hep şunu söylemişimdir: Biz iktidar partisi olarak yanlış yapmıyor muyuz? Bizler de insanız, melekler aleminde yaşamıyoruz. Bizim de hatalarımız olabilir, elbette var da… Ama genellikle bizim üzerimize gelenler bizim o hatalarımız üzerinden değil, olmayan şeylerle birtakım manipülasyonlarla üstümüze geliyor. Halbuki bizim dönemimizde gerçekten kamu da bunu yapıyorsa lütfen siz de kaleminizi kullanın, biz de gücümüzü kullanalım ve üstüne gidelim. Yok öyle yağma, açık ve net söylüyorum. Bunlar doğru şeyler değil. Biz iktidar partisiyiz diye her şeye meşru gözüyle bakamaz hiç kimse.

Biz baştan beri bir ilke koyduk. Ne haksızlığa uğratılan ne de haksızlığa uğratan olacağız. Biz, hakkaniyete uygun davranacağız, adalet terazisinden şaşmayacağız, önce biz doğruyu yapacağız. Ama yanlış bir şey yapılıyorsa da onun üstüne gideceğiz. Sizin kalem gücünüz var, bizim de siyasetin bir yerinde bulunma gücümüz var. Yanlışların ve yanlış yapanların üstüne gitme anlamında, benim gücümü de siz yanınıza koyun. Yanlış yapılıyorsa biz doğru diyebilir miyiz? Bir kural varsa önce biz uyacağız, Ali İhsan Yavuz önce uyacak. Madem milletvekilisiniz, madem temsil makamındasınız, bir kural varsa ona önce Ali İhsan Yavuz uyacak. Uymuyorsa kaleminizle saldırın. Hiçbir problem yok.

Hasan Kurtiç

Yapmayın lütfen. Yazdığım her gazetede, olduğum her televizyonda, sizi tenzih ederim, ‘bunu susturun’ diye baskı gördük.

Ali İhsan Yavuz

Hasan Ağabey, geçen birisi bir haber sitesinde yazı yazdı. Dedim ki ‘Allah’tan kork. Bunu sana kim dediyse yalan söyledi.’ Söylenen de şu; Adapazarı’ndan gençlik kolları atama için Ankara’ya gelmiş, Ali İhsan Yavuz da beğenmemiş, kovmuş onu. Yahu Ali İhsan Yavuz bunu yapar mı, yapabilir mi? Hele ki Cumhurbaşkanımızın bu kadar yakınında olan biri bunu yaptığı gün orada duramaz. Cumhurbaşkanımız öyle adamla çalışır mı yahu? Bir genci alacak, kovacak… Yahu siz ne Allah’tan korkmaz adamlarsınız. Sonradan kaldırdılar haberi ama bu yapılır mı, bu kadar insanın hakkında girilir mi?

Bir tane örnek vereceğim. Başıma florürlü diş macunu konusunda bir hadise geldi. Hem de Seçim Koordinasyon Merkezi Başkanı seçildiğim an. Başlıklar ve manipülasyon yanlıştı ama muhteva bana aitti. Sözcü gazetesinin muhabiri beni aradı, sordu. Başlıklar değil ama içerik bana ait, ne yapayım dedim. ‘Yine de sormadan girmeyelim istedik’ dedi. Yahu ses kaydım var, video var ama ‘sormadan girmek istemedik’ dedi. Bir de söyleyeceğin bir şey var mı, onu da girelim dedi. Hiç beklemezdim. Ama galiba bunun böyle olması gerekir. Sen yine gir ama bir sor mübarek adam. Hakka giriyorsun. Kaldırdı ama ben fıttırdım tabi. Bunu yapma. Ama gerçekten yanlış yapmışsam, gel nezaketle söyle. Ben milletvekiliyim, benim yanlış yapma hakkım yok. Anladığım anda ondan vazgeçmem gerekir, belki anlamadan yapmışım.

Kural varsa önce Ali İhsan Yavuz uymalıdır. İki; önce belediyelerimiz uymalıdır. Aktif siyasetçilerimiz ve devamında da herkes uymalıdır. Ama biz, uymadığımızda ‘buna neden uyulmuyor’ deme hakkımız ve şansımız olmaz. Onun için önce biz uyacağız, belediyelerimiz uyacak. Bunun tersine bir şey varsa da elbirliğiyle bunu düzelteceğiz. Bu çok açık bir şey.

Benimle ilgili bugüne kadar yazılmış eleştirel yazıların yüzde 90’nı yanlıştı. Bu gazetecilikte de bir terslik var o zaman. Peki olan ne? Geliyor arkadaşlar Ankara’ya, kimin olacağı da belli değil. Yeniden bir ilçeyle de konuşalım, araştırma yapalım diye Genel Merkez Gençlik Kolları yeni bir çalışma başlatıyor. Bu böyle olduğuna göre, sanmıyorum ama çocuklardan birisi de söylemiş olabilir, birisi sallamıştır, uydurmuştur. Bu şehirde iki kişiyi mahkum ettim. Benimle ilgili yorumlarından dolayı iki gazeteciyi mahkum ettim. Birisi, ‘aliihsanyavuzuistemiyoruz.com’ diye bir site yaptılar 2011 yılında. Allah’ın edeceği, bütün yazışmalar ortaya çıktı. Kim yapmış, kim demiş hepsi ortaya çıktı. Allah’ın edeceği, istesem yapamam. Bir şekilde Emniyet’e kazayla falan sunuyorlar, sonra inkar ediyorlar ama bütün yazışmalar gelmiş oluyor. Kimlerin yaptığına, kimlerin rol aldığına varıncaya kadar her şey var bende.

İki; yorumla olur olmaz hakaretler yağdırıyor. Onu da tespit ettik. Birileri birisini şişirmiş. Neymiş, ‘senin babanı Ali İhsan Yavuz ısrarla belediye başkanı yapmadı.’ O da genç, acıdım da sonra. Tazminat davası da açmadım. Ceza Hukukuyla bıraktım sadece, yargılandı. Allah’tan korkmazlar var, şişiriyorlar insanları. Böyleleri var. Ama bunlar oluyor da gazetecilere ne oluyor kardeşim, onu anlamıyorum. Yahu hak hukuk diye bir şey var. Bir sor, bir ‘alo’ de, Sözcü’nün yaptığını sen de yap. Gerçekten o Sözcü gazetesi, o haberi yayınladı. İstemiyordum ama yayınladı. Ama Ali İhsan Yavuz şu açıklamayı yaptı diye verdi arkasından konuştuğumuzu koydu. Benim kafa yapısı olarak en uzak olduğum yerdeki bu yaklaşımı, buradaki gazetecilerden beklemek benim hakkım diye düşünüyorum.

Orhan Topçu

OSB Müdürü Ahmet Çubuk ağabeyimiz dedi ki; ‘İşçi bulamıyoruz.’ Afişler asılıyor, siz de desteklediniz. İşçi bulunamamasının sebebi acaba asgari ücretin yetersizliği mi? İkincisi; sizce bu asgari ücret insanların geçinmesi için, ev kurmaları için, hayatlarını yaşayabilmeleri için, Ali İhsan Yavuz için yeterli mi?

Ali İhsan Yavuz

Türkiye’nin nerelerden geldiğini hep biliyoruz. Türkiye, batarken Tayyip Bey’le buluştu. Neden batarken diyorum? 2002 yıllarında IMF’ye olan borcumuzun 23,5 milyar dolar olduğunu biliyoruz ve o günlerde televizyona bağlanan bir takım yayınlarda, insanların ‘bileziğimizi verelim, maaşımızı verelim, bu ülke batmasın’ dediğini de biliyoruz. Sakarya’daki sigortalı işçi sayısını da biliyoruz, Sakarya’nın şartlarını da biliyoruz. 2002 yılında, 2 milyon lira bulunamadığı için SSK Hastanesi’ni atıl tutuyorduk, kat alamadığımız için. Ve 2002 yılında, milletvekillerimize en fazla denen şuydu: ‘2 milyon bulacak mısın bulmayacak mısın?’ Bugünkü parayla 10 milyon lira. Sen onu boş ver, şu anda Sakarya’da yürüyen iki yatırımın değeri 2 milyar lira. Sadece iki yatırımın değeri.

Sakarya’da bir tane OSB vardı o zaman, şu an 8 tane var. Hadi Hendek’in de bir kısmı vardı, iki diyelim. 2002 yılında asgari ücretin alım gücü, bugünkünden fazla değil ama o ücretle çalışacak yer bulamıyorduk. Şimdi en azından çalışacak yer var. Her il bu kadar şanslı değil, bunu da bilin. Asgari ücret çok fazladır, onunla çok rahat geçinilir demiyorum ama asgari ücretle dahi olsa çalışacak yer bulmak apayrı ve güzel bir şeydir. Çünkü bunu bulamayan şehirler çok. Başka şehirlerde, biliyorum, bir temizlik işçisi için neredeyse kavga çıkıyor. ‘Onu mu koyalım bunu mu koyalım’ diye.

Buradan baktığımızda, ‘Sakarya avantajlı’ diyorum. Asgari ücret daha iyi olabilir mi? Bugün, geçmişteki alım gücünden çok iyi. Ama yeterli mi, değil. Daha iyi olmalıdır. Daha iyi de olacaktır. Türkiye çok iyi bir noktada. Öyle iyi bir noktada ki, dünle mukayese edilemeyecek kadar güzel. Şimdi yeni hamlelerle bu geldiği noktanın çok ötesine geçme şansına sahip. Önümüzde çok iyi hamleler bulunuyor şu anda. Kanal İstanbul, büyük bir hamledir. Emin olun, Türkiye’ye birkaç basamak birden atlatacak bir hamledir. İki; nükleer santraller de böyle bir hamledir. Türkiye’yi Süper Lig’e çıkartacak, birkaç basamak atlatacak hamlelerden birisidir.

Dünyada nükleer santral yapmayarak Süper Lig’e çıkmış hiçbir ülke yoktur. Dünyada nükleer santrali olmamasına rağmen her açıdan gelişmiş diyebileceğimiz bir ülke de yoktur. Örneğin; şu anda Fransa’da 58 tane nükleer santral var. Almanya’da 16 tane var. Amerika’da 100’ün üstündedir ve 4 tane de yapımı devam eden vardır. Yine Güney Kore ve Rusya’nın da her birinin 30 civarında nükleer santrali var. Gördüğünüz gibi, nükleer santrali olmadan öyle çok mesafe kat edemediğinizi görüyoruz. Türkiye’ye nükleer santral niye lazım? Enerji elde etmek için. Rusya’nın doğalgazı mı yok ki 30 tane nükleer santral yapmış? Çünkü nükleer santral hem çok çevreci, bilerek söylüyorum, hem de çok rantabl ve çok karlı.

Ben nükleer santral konusunu biliyorum bu arada. Alanım değil elbette ama nasıl bildiğimi söyleyeyim. İmam Hatip’i 7 yıl boyunca yatılı okudum. Aynı koğuşta yatıp kalktığımız ve aynı sınıfta okuduğumuz arkadaşım nükleer santrallerin başında, oradan biliyorum. Onunla sık sık oturduğumuz için nükleer santrallerin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Devamlı sohbet ediyoruz. Şimdi biz iki tane nükleer santral kurduğumuzda ki bir tanesine başladık, bu iki santral Türkiye’nin bütün elektriğinin yüzde 30’unu karşılayacak. Bu iki nükleer santral, yurt dışından doğalgaz alıp da karşıladığımız yüzde 30’un karşılığı 7,4 milyar dolardır. Bu direkt ödediğimiz para. Yaklaşık 45-50 milyar. Bir o kadar da endirekt katkısı vardır iki santralin. Üretimini geçtim, 50 milyar lira yılda Türkiye’ye katkı demektir.

Bence Türkiye’nin en az 10 tane nükleer santrale kadar yolu olduğunu düşünüyorum. Olmalıdır da… Böyle bir şey söylenmedi, bu benim şahsi görüşüm. Fransa’nın 58, Almanya’nın 16 olduğu yerde, bizim de hiç olmazsa 10 tane olmalıdır. Bırakın 10 taneyi, şu ikisini kurduğumuz gün bile bizi kimsenin zapt etmesi mümkün değildir. O 7,4 milyar dolar, Taşkısığı’nda balya balya dolarlar üst üste konularak yakılıyor ve doğalgazdan elektriğe çevriliyor. Resmen balyaları yakıyoruz orada.

Peki, Kanal İstanbul ne anlama gelmektedir? Ben Panama’ya gittim. Gitmeden önce Panama’nın gelirine baktım, kişi maşı 23 bin dolar. ‘Vay be, çok gelişmiş’ dedim, gittim. ‘Ne yapıyorsunuz? Petrol mü var, doğalgaz mı var?’ diye sordum. Hiçbir şey yok biliyor musunuz? Bir tek Panama Kanalı var. Bizim boğazlar, yok. Biz mi yok ettik, Montrö’yü biz mi imzaladık? Türkiye’nin şartlarında bir Montrö Sözleşmesi imzalanmış ve biz boğazlardan bir kuruş elde edemiyoruz. Başka şeyler de var ama burada ortaya koymayacağım. Beni son zamanlarda duyduğumda şaşırtan şeyler de var.

Yahu bizim bu Kanal İstanbul’u yapmamız lazım. Yaptırırlar mı size nükleer santralle Kanal İstanbul’u, yaptırtmazlar. Gezi olayı da bu ikisi için olmuştur, 17-25 Aralık da bunun için olmuştur, 15 Temmuz da bunun için olmuştur. Nükleer santral yapmaya kalkışan yanar Türkiye’de… Yapacağız ve yapıyoruz. Kanal İstanbul’un adını ettiğinde hem altından çıkamazsın hem götürürler seni ama biz yapacağız Allah’ın izniyle. Çünkü başımızda öyle bir lider var ki adeta Fatih’in sözlerindeki gibi; ‘Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni alır’ der gibi, ‘Ya yaparım ya giderim’ diyor. Ölüm pahasına da olsa bu işleri yapma kararlılığında olan bir lidere sahip olmak, Türkiye için büyük bir şanstır. Ben de Rabbime hamdediyorum ki bize bu kararlılıkta bir lider nasip etti.

Sakarya’daki o büyük iki çalışmayı da söyleyeyim. Bu söylediklerimin her birinin arka planı ve derinliği var. Vakit almamak için girmiyorum. Birisi Ballıkaya projesi biri de Karasu demiryolu.

Hasan Kurtiç

AKP’nin daha öncelerden de miras gelen bir Filyos olayı var. Türkiye’nin en büyük limanı hedefi var ve orada çok büyük bir sanayi var. Daha başlamadı, temeli de atılmadı. Karadeniz Sahil Yolu, Filyos’a kadar uzanacak değil mi? Yani olay aslında Karasu değil. Karasu Limanı böyle güdük kalacak. Böyle diyorum çünkü bunun geçmiş tarihlerinden itibaren, Filyos’taki projeyi biliyorum. Karasu’daki tersane olayını da biliyorsunuz.

Sizinle çok güzel örtüştüğüm bir yer var. Sakarya’nın bulunduğu coğrafya, mutlaka ham edilecektir. Çünkü buradan geçilmeden Anadolu’ya geçemiyorsunuz. Bütün yollar burada yapılıyor. Peki soruyorum; bir tek Kuzey Marmara Otoyolu, kaç dönüm tarım arazisini yer?

Ali İhsan Yavuz

Hasan ağabey, biz yol için tarım arazisini kullanalım. Yol olmadan hiçbir şey olmaz. Yol olacak. Sadece yolla sınırlı kalsın. Sakarya’da bütün bu yol için harcadığımız miktar, bizim sanayi için düşündüğümüz yer kadar bile değil, biliyor musun ağabeyciğim?

Özgür Arık

Sözün başında Sakarya’nın kimliğiyle ilgili vurgular yaptınız. Sanayi kenti, tarım kenti, eğitim kenti, sağlık kenti gibi… Enteresandır, Şadi Bey (Şadi Tanış) geçen hafta bir yazı yazdı, Sakarya’da şehrin bu avantajlarını sıraladı. Tuncer Bey de (Tuncer Kalaycı) onu manşetten kamuoyuna ve özellikle yöneticilere tartışmaya açtı.

Şadi Bey’in şöyle bir önerisi var; madem bu kadar çok alanda potansiyelimiz var, her yıl birini ön plana çıkaralım. Mesela ‘2019’u turizm yılı ilan edelim. Şehre yön verenler bir araya gelsin, konferanslar olsun, kamuoyuna bu potansiyeli göstersin’ dedi. Bir dahaki yıl eğitim yılı olsun gibi bir öneride bulundu. Bu konuda da görüşlerinizi almak isteriz.

Ali İhsan Yavuz

Şadi ağabey, inanıyorum o yazıyı okusaydım ‘Bunun yüzde 99,9’una katılırım’ derdim muhtemelen. Diğer öneriye de aynı şekilde baktığımı bilin. Bu uyarılar önemli ve birbiriyle örtüşüyor diye düşünüyorum.

Şadi Tanış

Sözleşme gereği boğazlardan geçiş serbest. Savaş hali dışında bile savaş gemileri boğazdan geçebiliyor. Siz, nasıl olacak da bu gemileri Kanal İstanbul’dan geçmeye mecbur edeceksiniz?

Ali İhsan Yavuz

Tartıştığımız konularda aslında o da biliyor ama Şadi ağabeyin böyle bir muhalif damarı var. Ve o damardan girerek istediğini söylüyor. Geçmişte de böyle oluyordu. ‘Böyle diyorsunuz ama mümkün değil, olmaz’ diyor ama sonra oluyor. Olunca da unutuluyor. Ben bu şehirde gazetecilerden çok elbise kazandım ama almadım. Ciddi söylüyorum, bir iddiamı kaybetmedim bugüne kadar.

Mesela Şadi ağabeyle şöyle bir konuda iddiaya girmek isterdim: ‘Ağabey bu Kanal İstanbul benim dediğim şekliyle gerçekleşirse siyasetten tamamen elini, eteğini, ayağını çekmeye var mısın? Aksi halde ben de çekeyim’ diyeceğim ama olmayacak o tarihte ikimiz de istemeden çekmiş olacağız zaten.

O kadar eminim ki Kanal İstanbul’dan. Şadi ağabeyin fikrini şöyle çürüteyim. Otoban yapılırken de aynen böyle denmişti. ‘Bu otoban paralı olacak, E-5 dururken kim para verip de bu otobana girer’ deniyordu. Ama şimdi, ‘Otobandaki araç yoğunluğu keşke biraz azalsa da biz de rahatça gitsek’ diyecek hale geldik. Herkes geçerken parayı basıyor ama o otobanı kullanıyor. Çünkü daha hızlı, daha güvenli, daha kestirme. Ben şimdi Kanal İstanbul’u nasıl anlatayım ağabeyciğim.

Daha ne diyeyim? Şadi ağabey şunu bil; Kanal İstanbul olacak ve çok da iyi olacak. Belki bizimkiler bu telaffuzda bulunmuyor ama ben bulunacağım. Benim başımı yakacaksanız siz yakın, sakıncası yok. Bana göre 10 tane petrol kuyusundan da daha karlı bir halde işleyecek.

Editör: TE Bilişim