-4 yıldır Sakarya Barosu Başkanlığı yapıyorsunuz ve bildiğimiz kadarıyla tekrar aday olmanızın önünde yasal bir engel yok. Neden aday değilsiniz?

Bu soruyu bana hem meslektaşlarım hem de şehirde karşılaştığım birçok insan soruyor. Ben de onlara‘Meslektaşlarımın ve birçok Sakaryalı başkanım gitmeyin derken görevi bırakıyorum’ cevabını veriyorum. Bir insan ‘gitmeyin’ dendiği anda gidebilmeyi bilebilmeli. Biz burada bir demokratik duruş gösteriyoruz aynı zamanda. Kurumlar kişilerden ibaret değildir. Aslolan kurumun etkinliği ve varlığıdır.Kişilere bağlı bir sistem demokrasi getirmez. Biz nasıl ki, ‘Ülkenin kaderi tek bir kişinin eline bırakılamaz, demokratik bir sistemde kişiler gelip geçicidir, kurumlar bakidir’ diyorsak, aynısının gereğini kendi bulunduğumuz makamlar için de söyleyebilmeliyiz. Ben görev yaptığım dönem sonrasında güzel bir nida, güzel bir ses bıraktığımı düşünüyorum. İnsanların ‘Bir dönem daha yap’ istekleri arasında gidiyorum ve bundan da onur duyuyorum. Umarım benden sonra görev yapacak tüm arkadaşlarıma da aynısı nasip olur.

-’Önemli olan kurumsal devamlılık, kurumsal işleyiştir’ dediniz. Oradan devam etmek istiyorum. Biz dışarıdan bakanlar, görev yaptığınız dönemde komisyonları aktif çalışan bir Sakarya Barosu gördük. Sakarya Barosu, ilk anda akla gelen Çevre, Kent ve İmar Komisyonu ile Kadın Hakları Merkezi, Çocuk Hakları Merkezi, Hayvan Hakları Komisyonu gibi komisyonlar ile Sakarya’nın sorunlarının hem takipçisi oldu hem de bu sayede kimi zaman örtbas edilmek istenen vakaların görünür hale gelmesinde yerel basın ile birlikte önemli rol oynadı. Bu konuda neler söylemek istersiniz. Ek olarak ‘sizce kurulmamış olan ve aktif olarak çalışması gerektiğini düşündüğünüz komisyonlar var mı?’ diye sormak istiyorum.

Ben ilk göreve başladığımda komisyonların Baro’nun asıl icra organları olduğunu söylemiştim. Baro komisyonları aracılığı ile çalışır. Ben Baro’yu yalnızca bir meslek örgütü olarak görmüyorum. Biz yargının kurucu unsuruyuz. Sıradan bir meslek örgütü ya da sivil toplum örgütü nitelemesini kabul etmiyorum. Dolayısı ile hak ihlallerinin ilk karşı çıkanı biz olmalıyız. Hukukla ilgili ihlaller söz konusu olduğunda, en güçlü itiraz edeni biz olmalıyız. Doğal varlıklar, çevre zarar gördüğünde buna karşı çıkan her türlü inisiyatifi hareket geçiren biz olmalıyız. Hayvanlar zulüm gördüğünde, hunharca katledildiğinde “onlar da bizim canımız” diyecek ilk kurum biz olmalıyız. Ve ‘biz olmalıyız’ diyecek o kadar çok şey var ki… Buna bir kişi yetişemez. O yüzden kurum ve kuruluşlar etkin bir biçimde ancak organlarıyla çalışır. Baronun icra organları yönetim kurulunun verdiği yetkiyle çalışan komisyon ve merkezleridir. Bu nedenle biz avukat arkadaşların gönüllü biçimde katılımları ile bir araya gelip, seçim yaparak komisyonları aktif bir biçimde çalıştırmasını arzu ettik. Daha etkin biçimde çalışabilmeleri için 7 kişilik bir yürütme kurulu oluşturulmasına karar verdik ve bir merkez kurul ve komisyonlar yönetmeliği düzenledik. Bu yürütme üzerinden Sakarya’da ki tüm doğa katliamları, kadın hakkı ihlallerini çocuk hakkı ihlallerini takip etmeyeçalıştık. Bunu da belli ölçüde gerçekleştirdiğimizi de düşünüyorum. Özellikle Kent, Çevre ve İmar Komisyonu eliyle Sapanca Gölü’nün korunmasından Bıçkıdere’ye ve Sakarya’daki bir dizi konuya müdahil olduk. Yine de daha etkin olmalıyız ve bu komisyonu genişletip şehirde harekete geçebilecek diğer kurumları da harekete geçirmeliyiz diye düşünüyorum. Çünkü belki de farkında olmadan elimizden giden bir değer ancak ihtiyacımız olduğunda, çıplak bir arazide kaldığımız bir zaman farkedeceğimiz bir değer olabilir. Kadın hakkı ve Çocuk hakkı ihlalleri bu toplumun kanayan bir yarası. O yüzden bu konuda sadece kamuoyuna mal olmuş davalar değil, kenarda kalmış, gizli saklı yürütülmeye çalışan davaları, mağduriyetleri de bulup çıkartan ve onlara sahip çıkan şekilde çalışmaya ihtiyacımız var. İşin medyatik olup olmaması umurumuzda değil. Toplum görmemiş olabilir, basına yansımamış olabilir ama Çocuk Hakları Merkezi yönetim kurulundan aldığı yetki ile bunları bulup çıkarmalı ve onların hakkını savunmalı. Zaten bu toplumda çocuklar zayıf dezavantajlı konumda, Kadınlar ekonomik ve sosyal olarak eşit değil dezavantajlı konumda. Mesela biliyoruz ülkede başta Anayasa olmak üzere ülkemizde uygulanmayan bir dizi kanun var. Belki de bunların en başında Kıyı Kenar Kanunu gelir. Bakın Anayasanın ilgili maddesiçevreyi korumak için vatandaşlara görev veriyor. Yani sıradan bir yurttaş dahi çevre ile ilgili şikayette bulunsa Anayasa gereği bunu dikkate almak zorundasınız. Ama biz Sakarya Barosu olarak Sapanca Gölü’nün korunması için dava açtığımızda, bizim yargımız bize ‘Sizin bu konu ile ilgili menfaatiniz yok’ diyor. Evet Baro olarak bizim direk menfaatimiz yok ama toplumun menfaati var ve Baro’nun da toplumun haklarını korumak gibi bir vazifesi var. Dolayısıyla çevre ile ilgili kanunlar uygulanmıyor ise bunların uygulanır hale gelmesi için daha etkin bir çevre komisyonunu ve baro yönetimine ihtiyacımız var.

‘İNSAN HAKLARI KOMİSYONUNA GÖNÜLLÜ BULAMADIK’

İkinci sorunuza gelirsek başka bir komisyon ihtiyacı var mıydı, evet vardı. Ben barolar için insan hakları komisyonunu çok önemserim. Biz bu komisyonu kurduk fakat çalışacak gönüllü arkadaş bulamadık.İnsan hakkı ihlali tıpkı çevre ihlali gibi ihlallerin çok fazla yaşandığı bir alan. İnsan hakkı ihlali baronun doğrudan doğruya görevi. Ama sizden bizden ayrımı olmaksızın insan hakkı ihlali olduğunda bunun sadece insan olduğu için karşısında durulması gereken bir ihlaldir. Bu konuda kişinin fikrine, düşüncesine, ideolojisine bakılmaz. Ama bizim ülkemizde bazı hak ihlallerinin karşısında durup, buna itiraz ettiğimizde karşılaştığımız yaftacı anlayış üzülerek görüyorum ki meslektaşlarımızı ürkütüyor. Söz gelimi doğuda yaşanan bir hak ihlali olduğunda buna karşı çıkmaya cesaret edilemiyor ve ihlali yaşayanların insan olduğu gerçeği bilinmesine rağmen duyulan endişe nedeniyle bu ihlallere yeterince ses çıkarılamıyor. Bizim sistematik bir şekilde çalışan, ülkenin her tarafındaki hak ihlallerini takip eden, müdahil olan ve baro yönetiminin ve bu konuda hassas olması gereken bir baro başkanının işini kolaylaştıracak bir ekibe ihtiyacımız var. Biz komisyonu dönemimizde kurduk ama etkin bir şekildeçalıştıramadık. İnsan Hakları Komisyonu umarım gelecek dönemde yeniden bir seçim yapar ve görevini icra eder, sadece Sakarya’da ki değil ülkemizin her tarafındaki ihlallere müdahil olur. Bu benim içimde ukde kalmıştır. Bu komisyon baronun temel vazifesi olması gereken bir alana dair kurulmuş bir komisyondur. Bakın biz Tüketici Hakları Komisyonu bile kurduk. Özellikle elektrik kesintilerinden kaynaklanan cihaz arızaları için -ki çoğu zaman dilekçe yazdırmaya kalkışsanız masrafı ederini geçer- dilekçe hazırladık. Tüketiciyi koruma refleksi ile davranarak vatandaşlara matbu dilekçeler hazırladık. İnsanlar gelip buradan dilekçelerini aldılar. Biz insanların elektronik cihazlarının arızalanması konusunda yaşadıkları mağduriyete bile eğilirken, insanların bizzat haklarının ihlal edilmesine bir baronun yeterince eğilmemesini ben görevini yapmaması olarak değerlendiririm. Ben görev yaptığım dönemde bir başkan olarak elimden geldiği kadar, yetişebildiğim kadar bunu yapmaya çalıştım ama daha kurumsal bir yaklaşıma ihtiyaç var.

-Hemen kaldığınız yerden devam ederek sormak istiyorum. Biraz evvel ifade ettiğiniz gibi Sakarya Barosu olarak topraklarını savunan köylülerin yanında, hepimizin içme suyu olan Sapanca Gölü’nün korunması sürecinde, çocuk ve kadın tacizlerinde hep önde oldunuz hatta bir kısım medyatik olmayan belki kıyıda köşede kalacak davaların toplum tarafından bilinir, görünür olmasını sağladınız. Fakat bununla da kalmayıp Sakarya dışında yaşanan Aladağ’daki yurt yangınından, Soma’da katledilen 301 madencinin davasında, Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarının yargılanmasından, KHK ile görevlerine son verilen ve açlık grevi yaparken tutuklanan Nuriye ve Semih’in davasında da sizi ve arkadaşlarınızı gördük. Bildiğim kadarı ile bu konuda kimi eleştiriler de aldınız. Gerçi Baro ve hak ihlali ilişkisini anlatırken kısmen açıkladınız ama yine de bununla ilgili söylemek istediğiniz bir şeyler var mı diye sormak istiyorum.

Hukuk coğrafi sınırlarla ilişkili bir şey değil. Biz Sakarya Barosu olarak ‘Hukuk sadece Sakarya’da uygulansın’ diyemeyiz. Ülkenin her yerindeki ihlal her baroyu ilgilendirir. Ayrıca başka yerlerde olan ihlallere karşı vereceğimiz tepkiler aynı ihlallerin şehrimizde de yaşanmaması için bir tedbir aynı zamanda.

BAROLAR BİRLİĞİ ÖZELEŞTİRİ VERMELİ

-Tabi siz bir dizi ihlal konusunda kimi barolar ile birlikte refleks gösterirken hukukun son derece siyasallaştığı bir dönemde birlik kuruluşunuz olan Türkiye Barolar Birliği’nin aynı refleksi göstermediğini gözlemledik. Bu konuda düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum.

Ben bu konuda Türkiye Barolar Birliği’nin bir özeleştiri vermesi gerektiğini düşünüyorum. Ben birliğimizin Türkiye’de bazı hak ihlallerine “kimse evlat edinmemi beklemesin” diyerek yaklaşmasını değil, bir görev olarak her türlü hak ihlalinin üzerine gitmesini beklerdim, ayırt etmeksizin. Dolayısı ile burada ciddi bir zafiyet olduğunu düşünüyorum. Hak ihlalini yaşayan kim olursa olsun bunun karşısında durması, hatta mücadelenin başını çekmesi gerekirdi. Fakat hem Cumhuriyet Gazetesi davasında, hem bir örnek dava olan Nuriye ve Semih davasında yalnız bırakıldık. Türkiye Barolar Birliği bir üst kuruluş, bir vesayet ilişkimiz yok. Barolar bağımsızdır. Barolar kendi kararlarını alır duruşunu gösterir ama baroların bu konuda ülke çapındaki mücadelesine destek verecek bir birliğe daha fazla ihtiyacımız var. Bu konudaözeleştiri vermesine ihtiyaç var demekle yetineyim. Aslında daha söylenecek çok fazla çok şey var ama bir evin temeli sarsılırken evin duvarındaki tablonun yeri ile değil evin temelinin sarsıldığını tespiti üzerinden bir mücadele anlayışı ortaya koymaları gerekiyor. Bekliyoruz, ümidimizi kaybetmeden bu anlayışı, bu iradeyi göstermeleri gerektiğini söylüyoruz.

SAKARYA’DA OLMASI GEREKENLERİN TERSİ YAPILIYOR

-Şu ana kadar yaptıklarınız üzerine konuştuk. Peki görev yaptığınız 4 yıl içinde yapmaya süremiz yetmedi dediğiniz, içimde ukde kaldı dediğiniz şeyler var mı?

Bu konuda bizim mücadelemizin karşılık görmediği, içimde ukde kalan iki şeyden biri bizim dönemimize yetişti. Bölge Adliyesi nihayet kısa bir süre önce açıldı. Ben buradan kurulmasında gerçekleşmesinde emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Ama söylemek zorundayım ki adliyemiz maalesef çok kötü durumda. Gerçi yaşanan bu kadar hak ihlalinden sonra artık bina ile değil içinden çıkacak adalet ile ilgileniyoruz noktasına geldik. ‘Çadırda bile olsa içinden adalet çıkacak bir bina olsun’ diyecek noktaya geldik. İçinden adalet çıkmayan bir bina olsa ne olur. Hukuk içerisinde yargıcın yargıç olduğu hiç kimseden talimat almadığı, savcının bağımsız davranabildiği, avukatın bağımsızca, güçlü bir şekilde görevini yapabildiği bir yargı sistemi diliyoruz. Maalesef adliye binası bu ihlallerin gölgesinde kaldı. Yaşanan hak ihlallerinin yanında teferruat kaldı. Keşke binamız da olsa ama içinden adalet çıkacak bir binamız olsa. Temennimiz bu.

İşin bina boyutunda konuşacak olursak; keşke bölge adliyemiz keşke diğer bağlı olan 6-7 ilin daha rahat gelebileceği, E-5 üzerinde, şehir dışında bir yerde olsaydı, merkez adliyemiz şehir merkezinde olsaydı.Sakarya’da maalesef olması gereken şeylerin tam tersi yapılıyor. Bunların bir tanesini de bu olayda gördük. Bölge adliyesi şehir merkezinde ama bu şehrin adliyesi şehrin dışında. Kaldı ki bölge adliye mahkemesi daha ziyade avukatların geldiği, bazen avukatların bile gelmesi gerekmeksizin dosya üzerinden karar veren bir mahkeme. Oysa şehrin adliye binası insanların hemen her gün tanık olarak, şahit olarak, sanık olarak, veraset belgesi için geldiği bir yer ve bunun şehrin merkezinde olması gerekiyordu. Biz Sakarya olarak tam tersini yaptık. Maalesef bu şehirde ortak akıl sağlıklı işlemiyor ve adliye binası ve bölge adliye binasının konumları bunun en bariz örneklerinden biridir. Bakın görüştüğüm bir vali bile bana “içinde zerre kadar Allah korkusu olan biri adliye binasını ve valiliği buraya yapmazdı” dedi. Bunun altını iyi doldurmak gerekiyor. Biz de soruyoruz “hangi akılla valiliği ve adliyeyi oraya götürdünüz”. Şehrin oraya taşınması gerekiyordu deniyor. Şehrin taşınması sadece valilik ve adliye binasından mı ibaret. Alınan karar uygulanamadı, sadece valilik ile adliye binasını oraya götürüldü. Yanlıştan dönülmez mi, bu ülke nerelerden döndü. Dün siyah denen nelere bugün beyaz deniyor. Bu yanlıştan dönmek lazım. Bu şehir bu yanlıştan dönmeli. Tamam bölge adliye mahkemesi yapıldı. Şehir için bir kazanımdır.

ADLİYE BİNASI BÖLGE ADLİYESİNİN YANINA YAPILMALI

Yer öneriniz var mı?

Mesela benim bölge adliyesi ile ilgili önerim şu an otogar olan yerin kenarında, eskiden mısır araştırma enstitüsü olan hazine arazisi bir yer vardı. Burası pekala bölge adliyesi olabilirdi. Şehir dışından gelenler rahatlıkla otobüsle gelebilir, adliyeye yürüyerek geçebilir, araçla gelenler şehir trafiğine gelmeden buraya ulaşabilirdi. Bugün bölge adliyesi yapılan yer şehrin adliye binası yapılabilirdi. Çok da sağlıklı olurdu.Ama şimdi madem bölge adliye binası açıldı, işlemeye başladı. Bari şehrin adliye binası bölge adliye binasının yanında bir hazine arazisi var oraya yapılsın. Konu açılmışken göstereyim. Şu an bölge adliye binasının yanında, eski itfaiyenin arka tarafında, askeriyenin depo olarak kullandığı bir arazi var. Bu arazi 8 parselden oluşuyor, toplam 131 dönüm yüzölçümü olan bir arazi. Buradaki 8. parselin büyüklüğü 58 dönüm. Burada prefabrik depo olarak kullanılan yerler hazinenin göstereceği başka bir yere taşınabilir. Bu kadar önemli yerdeki depolar başka bir yerde değerlendirilebilir. Burada yapılacak adliye büyük bir adliye olur ve şehrin önümüzdeki 100 yıllık ihtiyacını karşılar. Merkezi bir yerde bölge adliye ile yan yanaçok güzel bir adliye kampüsü olur. Neden düşünülmüyor. Sadede Milli Savunma Bakanlığı’ndaki tahsis Adalet Bakanlığı’na kaydırılacak, bu kadar basit. Ben buradaki durumu milletvekillerine, yargı teşkilatına izah ettim, herkes biliyor. Biz bunları söylerken burası ile ilgili belediyenin 1’e/1000 ve 1’e/5000’lik planları oldu. Burasının yeşil alan olarak planlanarak belediyenin tasarrufuna aktarma çabalarına karşı Milli Savunma Bakanlığı dava açtı ve kazandı. Burası tekrar eski haline geldi. Eğer adliye yapılacaksa ki -biliyorsunuz ekonomik sıkıntıdan dolayı bir dizi kamu harcamasında tasarrufa gidiliyor-umarım yapılır. Ama deniyor ya “itibardan tasarruf olmaz”, bu şehrin en büyük itibarı adliyedir, yargıdır. İtibardan tasarruf edilmezse yargı hizmetlerinden, yargıdan hiç edilmez. Gelin böylesine değerli bir yeri, değerli olması gereken, mülkün temeli olan adalete, adalet hizmetlerine tahsis edelim. Adaletten daha önemli bir hizmet yok. Yanlışı bu şekilde giderelim. Uzun yıllar ihtiyacı karşılayacak bir adliyeyi bu şehire kazandıralım ve içinden adalet çıkacak bir adliye binası olmasını da temenni edelim.

BARO BAŞKANLIĞI BİR OKUL GİBİ

-Bitirirken bundan sonrasına dair planlarınız sormak istiyorum. 4 yılın ardından mesleğinize daha aktif olarak devam edeceksiniz. Bunun dışında yaşamınızda yapmayı planladığınız şeyler var mı? Ufukta siyaset gözüküyor mu?

Asıl her şey şimdi başlıyor diyelim. Baro başkanlığı benim için bir emeklilik durağı değildi. Benim aktif meslek hayatımdaki belki en önemli 4 yılı verdim. Bundan onur duyuyorum. 37 yaşında bağladığım görevimi 41 yaşında bırakıyorum. Görev süremde kendimi bir okuldan mezun olmuş gibi hissediyorum. 4 yıllık bir fakülteyi bitirmiş gibi görüyorum. Türkiye’deki bir çok hak ihlalini bu vesile ile görme fırsatım oldu. Ülkedeki bir dizi sorunun Sakarya’dan gördüğümüz şekilde olmadığını görevim sayesinde bizzat gidip görme şansım oldu. Sakarya’da yaşanan ihlalleri bizzat vatandaşlar ile temas ederek görme şansına sahip oldum. Söz gelimi bir Ramazan ayında Sapanca’da yaşayan roman vatandaşların nasıl evlerinden çıkarılıp sefil bir hayata mahkum edildiğini bizzat gidip gördük. O dönemde bununla ilgili girişimlerde bulunduk. Öyle ki ancak Vali Coş’un müdahalesi ile Ramazan’da yiyecek ekmek bulamayan insanlara erzak yardımı yapıldı. Yine çevre katliamlarının Sakarya’da ne boyutta olduğunu görevim sayesinde farketme şansına sahip oldum. Sakarya dışına çıktıkça hak ihlallerinin boyutunu kavradık. Öğrendiğimiz her bilgi bizi olgunlaştırdı. 40 yıldır evladını arayan annenin, “evladım 40 yıl önce gitti, bari kemiklerini verin” diyen bir annenin gözyaşındaki derinliği ve acıyı hissettim. Bu acı bir travma da oluşturdu ama hak ihlalleri ile daha ne kadar fazla ilgilenilmesi gerektiğini görmeme sebep oldu. Özetle ben 4 yıllık baro başkanlığımın sonunda bir okuldan mezun olmuş gibi hissediyorum ve hayata çok daha geniş ufukla bakan bir anlayıştayım bugün. Bugün bu anlayışla bu şehrin bir avukatı olarak mücadele etmeye devam edeceğim. Ben aynı zamanda bu şehrin bir avukatıyım. Avukat Zafer Kazan olarak hak mücadelelerinin bir parçası olmaya devam edeceğim. Umarım baromuzda bu mücadelelerin bir parçası olarak mücadele etmeye devam eder ben de tecrübelerimle buna destek veririm. Tabi mücadele sadece avukatlardan ve barodan ibaret değil. Bu şehrin geleceği ile ilgili sorunlara sahip çıkan kuruluşların yanında tecrübelerimizi paylaşmak onlara katkı sunmak isterim. Bundan sonrasına dair şunu düşünüyorum, bunu düşünüyorum demek doğru değil. Ama ben bana ihtiyaç duyulan her şey için burdayım ve mücadele etmeye devam edeceğim.

Bir yenilik olarak belki şunu paylaşabilirim. Görevim sona erdikten sonra bir günlük gazetede düşüncelerimi şehirle paylaşmaya devam edeceğim. Bu vesile ile bunu da paylaşmış olayım.

BARO BAŞKANI HUKUKSUZLUĞA KARŞI ÇIKMALI

-Son olarak şunu sormak istiyorum. 21 Ekim’de Sakarya Barosu seçimleri var. Aday değilsiniz tabi siz de seçimde her meslektaşınız gibi oy kullanacaksınız. Buradan meslektaşlarınıza, özellikle ilk kez oy kullanacak meslektaşlarınıza ve seçilecek olan baro yönetimine deneyimleriniz ışığında neler söylemek istersiniz. Sizce baro başkanı seçerken bir avukat neleri önemsemeli.

Öncelikle meslektaşlarımın en doğru kararı vereceklerini düşünüyorum. Bunu söyleme sebebim seçildiğim seçim süreçlerinde meslektaşlarımın nasıl bağımsız bir biçimde iradelerini ortaya koyabildiklerine bizzat şahit olmamdır. Bu anlamda bilinçli bir meslek örgütüyüz. Ben ilk günden itibaren hep şunu söyledim. Evet biliyorum bir dizi meslek sorunumuz var, yargının özellikle avukatlığın bir dizi meslek sorunu var. Ama en önemli sorunumuz hukuksuzluk. Ülkede hukuksuzluk var ise ve bu giderilemez ise avukatların meselesi olarak görülen yeşil pasaport, avukatların silah ruhsatı alırken harç ödememesi ve benzeri sorunların bir önemi yoktur. Hukuksuzluk olduğu sürece bu haklar ne verilir ne de işe yarar. Söz gelimi silah ruhsatının savcı ve hakimler gibi ücretsiz, harçsız alınmasını eşitlik ilkesi gereği savunabiliriz. Ama öncelikle bu neden böyle. Ayrımcılık yapıldığı için. Silahların eşitliği ilkesine uyulmadığı için. Savcının dengi olan bu mesleğin, savcı ile eşit seviyede konuma sahip olan savunma mesleğine ayrım yapılmasının sebebi hukuksuzluk. Çünkü hukuksuzluk içinde ayrımcılık, eşitsizlik olur.Hukuksuzluk sorununu çözersek bütün meslek sorunlarımız da ardı ardına çözülecektir. Bir baro başkanının her şeyden önce hukuksuzluğa karşı çıkan biri olması gerekiyor, kim olursa olsun neye karşı olursa olsun. Meslektaşlarımızın insan hakkı ihlallerine karşı çıkan ve hukuksuzluğa karşı çıkacağına en güçlü karşı çıkacağına inandıkları adayı tercih etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Tercih edeceklerine de inanıyorum.

Birincisi, bir baro başkanı hukuksuzluğun karşısında olmalı, en önemli meslek sorunumuz bu. Bunun haricinde, şehir özelinde meslektaşlarımızın karşılaştığı gündelik sorunları ile birebir ilgilenecek ve onların meslek faaliyetlerini kolaylaştıracak bir duruşa, yetkinliğe ve cesarete sahip olması gerekir. Bakın iyi ilişki onurlu ve karşılıklı saygı içerisinde olunan bir ilişkidir. Yargının diğer unsurları ya da devlet kademeleri ile kurulan ilişki karşılıklı saygı ile onurlu bir ilişki ise iyi bir ilişkidir. Meslek sorunlarına ortak biçimde oturup birlikte çözüm üretebiliyorsak bunu iyi ilişki olarak görürüm. Ben görev yaptığım dönemde yönetim olarak bunu başardığımızı ve meslektaşlarımızın hakkını savunduğumuz ve ülkenin başka yerlerinde yaşanan bir dizi sorunu meslektaşlarımızın Sakarya’da büyük oranda yaşamamasını sağladığımızı düşünüyorum. Ama bunu yaparken ülkedeki gördüğümüz hukuksuzluklara, sorunlara gözümüzü kapamadık. Ne sözümüzü söylemekten ne de meslektaşlarımızın haklarını korumaktan geri kalmadık. Seçim yapılırken buna da dikkat edilmeli.

KİM SEÇİLMELİ?

Kim hukukun üstünlüğünü daha güçlü savunacaksa o seçilmelidir. Kim çocuk hakları, hayvanların hakları, çevre ihlallerinde “baro acaba ne diyor” diye düşündürecekse onun tercih edilmesini öneririm. Yine meslektaşının her gününde, en kötü gününde yanında olacak bir başkanını tercih etmelerini meslektaşlarıma tavsiye ederim. Kendi menfaatini değil baronun ve meslektaşlarının faaliyetini düşünen ve tam zamanlı olarak baroya zaman ayıracak bir baro başkanını seçmelerini tavsiye ederim. Yine kimseye yaranma kaygısı olmaksızın, kim olursa olsun doğru ile yanlışı birbirine karıştırmadan irade gösterebilen bir baro başkanını seçmelerini tavsiye ederim. Bu kriterler baro başkanının şahsında olması gereken kriterlerdir. Bunun kim olduğunu tespit ve tercih edecekler de meslektaşlarımdır. Bu ve bundan sondan sonraki seçimlerde de bu kriterlere sahip kişileri baromuz seçecektir diye düşünüyor ve umut ediyorum.

Editör: TE Bilişim