Sakarya Ziraat Odaları İl Koordinasyon Kurulu Başkanı Ali Şener Bayraktar, “Türkiye’deki genel yapıda üreten bağırıyor, ‘Ürettim, para kazanamadım, karlı fiyata satamıyorum’ diye… Bir yandan da tüketici bağırıyor, ‘Ben de pahalıya alıyorum, yiyorum. Et ve süt ürünleri bu kadar pahalı olur mu’ diyor. Hem üreten hem tüketen bağırıyorsa bir sıkıntı vardır” ifadelerini kullandı. Maliyetler yüksek ve maliyetleri aşağı çekip üreticiyi karlı duruma getirmesi gereken devlet teşviklerinin yetersiz olmasıyla bu sonucun ortaya çıktığını kaydeden Bayraktar, arazi toplulaştırmanın bu anlamda önemli olduğunu vurguladı.

TARIM STRATEJİK BİR SEKTÖR

OLARAK DEĞERLENDİRİLMELİ

Tarımın stratejik bir sektör olarak değerlendirilip ona göre uygulamaların hayata geçirilmesi gerektiğini kaydeden Bayraktar, savunma sanayi ile kıyaslama yaptı. Savunma sanayinin, ekonomik getirisi olmayan stratejik bir sektör olduğunun altını çizen Bayraktar, “Aynı şey gıda ve tarım sektörü için düşünülmek zorunda. Dünyanın yarın ne getireceği, nasıl bir duruma düşeceği belli değil. Olağanüstü durumların yaşanmasının muhtemel olduğu bir coğrafya burası. Böyle durumlarda her istediğiniz zaman dünyadan gıda bulmanız mümkün değil. Türkiye olarak bizler de gıda güvencesi açısından, ‘kendi kendisine yeten ülkeler’ arasında olmamızdan kaynaklanan mevcut olumlu durumumuzu muhafaza etmek adına, tarım sektörüne böyle bakmalıyız” ifadelerini kullandı.

TARIM ALANLARI SON 20

YILDA YÜZDE 7 KÜÇÜLDÜ

Hasan Kurtiç

Sakarya’nın yüzölçümünün, sadece yüzde 1’e yakın bir rakamının sanayide kullanıldığı söyleniyor. Ama Sakarya’da geçen karayollarının ve yeni tren yolları gibi ulaşım güzergahlarının aldığı arazilerle mera kalmadı. Şehrin içinde ve yakın çevresindeki köylerin bile organize sanayilerle, yollarla, benzeri şeylerle elimizden çıktığı görülüyor.

Bunun karşısında arazi toplulaştırma diye bir şey için büyük kampanyalar yapıldı. Otobüslerle bir sürü köylü götürüldü, ikna edilmeye çalışıldı ama o da fiyaskoyla sonuçlandı. Bu konularda sizin görüşünüz nedir?

Ali Şener Bayraktar

Sakarya’da tarım, önemli bir potansiyel. Bunu değişik vesilelerle katıldığımız bütün toplantı ve konuşmalarda dikkat çekmek amacıyla zikrediyoruz. Niye? Türkiye toplumunun önemli bir kesimi; geçmişte kırsalda yaşayan, çiftçi ve köylü diye tabir edilen insanlardan oluşuyor. Genel yapı bu, Sakarya’da da aynı.

Sanayi sektörünün Türkiye’de de ilimizde de devreye girmesinden, tesislerin artmaya başlamasından ve bununla beraber turizm ve hizmet sektörlerinin de gelişmesiyle birlikte kırsaldaki nüfusun bir kısmı bu sektörlere kaymaya başladı. Bu, arzu edilen bir durumdu. Dünyanın gelişmiş bütün ülkelerine baktığınız zaman, Sanayi Devrimi’yle birlikte, tarım nüfusu dediğimiz kırsal kökenli nüfusun sanayi ve hizmet sektörleriyle diğer sektörlere kaymak suretiyle kırsaldaki nüfusun azaldığını ancak işletmelerin büyüdüğünü görüyoruz.

Bunu sağlayamazsak başarılı olmamız mümkün değildir. Başarının temel noktalarından birisi de işletme büyüklüğü ölçüsüdür. Sakarya’nın dününde tarım vardı, bugün var, yarın da olacak. Verimli topraklarımız var. Sulamadan sulanabilir alan verimliliğine sahip topraklarımız var. Mesela; mısırda, dünya ortalamasının üzerinde birim alanında verimliliğimiz var. Sulama mı yapıyoruz? Hayır. Sakarya’da tarım topraklarının yalnızca yüzde 11’ini sulayabiliyoruz. Sadece bu oran sulanabilirken temel tarla ürünleri arasında birinci sırada yer alan mısırda, sulamadan dünya verimliliğini geçmiş durumdayız.

Peki, meselemiz ne? Niye şikayet ediyoruz? Çünkü işletmelerimiz küçük. Sakarya’da, bitkisel üretimde, işletme başına düşen arazi büyüklüğü 25 dekar civarında. Şunu herkes bilsin ki; Sakarya’nın önemli bölümü birinci sınıf tarladır. Akova diye tabir ettiğimiz ve dünyanın en verimli topraklarının bulunduğu bir alan da var. Son zamanda çıkarılan yasalarla tarımsal sit alanı olarak da ilan edildi, koruma altına alındı. Ancak ne yaparsanız yapın, bahsettiğimiz sanayi, turizm ve hizmet sektörlerinin gelişmeye başlamasıyla birlikte mutlak surette tarım alanlarının bir kısmının bu sektörlere ayrılarak tarım dışına çıktığını görüyoruz.

Son 20 yılda, 1996-2006 arasına baktığımız zaman, Tarım Müdürlüğüne, devletin resmi kaynaklarına göre, tarım alanları 1996 yılında Sakarya ilinin toplam yüzölçümünün yüzde 42’sini oluştururken 2016 itibariyle yüzde 35’lere düşmüş. 2 milyon 32 bin dekar alanda üretim yapılırken 2016 itibariyle 1 milyon 962 bin dekarlara gerilemiş.

TARIMDAKİ NÜFUS ÜLKENİN

YÜZDE 5’İNİ GEÇMEMELİ

Özgür Arık

Bu, çok büyük bir rakam değil mi?

Ali Şener Bayraktar

Tabi bu bir tartışma konusu… Bize göre büyük bir rakam. Sanayi turizm ve hizmet sektörünün getirmiş olduğu ekonomik refah açısından değerlendirenlere göre de ‘feda edilebilir bir rakam’ olarak görülüyor. Toyota’nın yapıldığı bölgede, Bakanlar Kurulu kararıyla arazi sanayiye açılırken ‘Patates ekilen yerlerdi, patatesten kaç para kazanılacaktı, sanayiye açılınca yan sektörlerinin de gelişmesiyle istihdam ve zenginlik oluşturuyor’ mantığı öne çıkmıştı.

Biz tarım topraklarının, birinci sınıf tarım alanlarının kesinlikle sanayiye ve tarım dışı kullanımına karşıyız. Bu sadece fabrika yapılması meselesi değil. Belediyeler aracılığıyla da imara açılmak suretiyle de değişik şekillerde kullanımına izin veriliyor. Ancak buradaki sıkıntılarımızdan bir tanesi tarım sektöründe yaşanan ekonomik sıkıntılar sebebiyle sektörün içinde bulunan mensuplarımızın ekonomik zorluklar dolayısıyla arazilerinin tarım dışı alanlarda değerleneceğini bilerek ve umarak bu yola tevessül ediyorlar.

Ahmet Çubuk

Bu ülkede tarım ve hayvancılık dahil olmak üzere toplumun pek çok kesimine teşvik veriliyor. 22 bin 500 kişiye sosyal yardım yapılıyor. Bu işin temelinde bence planlama yok mudur? Bu teşvikler bence doğru planlanmıyor. Mesela, üniversitedeki profesörlerin, doçentlerin görevi; eğitim öğretim olması gerekirken hepsinin ‘Teknokent’ vesaire gibi dışarıda şirketleri var ya da bir yerlerde danışmanlık yapıyor. Bugün üniversitelerde doçent ve profesörler derslere girmiyor. Öğrencilerin iyilerinden seçtikleri dersleri veriyor. Herkes para peşine düşmüş.

Bugün yüzde 30 civarına erişen işsizlik olmasına rağmen OSB’lerde çalışacak eleman bulunamıyor. Bunun temelinde bence bu teşviklerle ilgili yanlış planlama yatıyor. Avrupa’ya gittiğinizde bir planı vardır o ülkenin. ‘Burası tarım toprağı’ der, elinizi süremezsiniz. Siyasi iktidar değişse de yapamazsın. ‘Burası konut alanıdır, 2 kat yapacaksın’ der, değiştiremezsin. ‘Burası fabrika alanıdır, çok katlıdır’ der, değiştiremezsin. Bizde bir sene içinde sadece Adapazarı Belediyesi’nde, rakam yanlış olabilir, 469 tane imar plan tadilatı geçmiş. Siyaset, her şeyde etken. Daha güçlü siyasi arka planı olanlar her şeyini değiştirtiyor. Biz bundan nasıl kurtulacağız?

Ali Şener Bayraktar

Sizin sorunuza geçmeden önce Hasan Ağabey’in (Hasan Kurtiç) arazi toplulaştırmasıyla ilgili sorusuna cevap vermek istiyorum. Bir taraftan bahsettiğimiz şekilde verimli alanlar tarım dışına çıkarken diğer taraftan da bir şeyi gözetmek zorundayız. Anahtar kelimelerden bir tanesi de ‘işletme büyüklüğü’ ölçüsüdür. Tarımdaki nüfusun önemli bir kısmını diğer sektörlere aktaramazsak bu küçük işletmelerle başarılı olmamız mümkün değil. Bu kişileri sanayi, hizmet ve turizm sektörlerine aktaracağız, tarımda az sayıda kişinin bu işi yapmasını sağlayacağız. Tarımdaki nüfus, toplam nüfus içinde yüzde 5’lere inmek zorunda. Az sayıdaki kişi o alanları kullanmaya başladığı zaman, işletmeler büyümüş, büyüklüğü artmış oluyor. Bunu sağlamak zorundayız.

BU ŞARTLAR ALTINDA

REKABET EDEMEYİZ

Hasan Kurtiç

Söylediğiniz şey, Sakarya için 80-100 dönümle başlıyor.

Ali Şener Bayraktar

Avrupa Birliği’nde bu rakam 300 dekar. AB’nin gelişmiş olan Almanya, Fransa gibi ülkelerinde 550 dekar, Amerika Birleşik Devletlerinde bin 500 dekar. Bakın, burada işletme büyüklüğü ölçüsünün ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için söylüyorum.

Hayvancılıkta, temel maliyet unsuru; beslemedir. Bizim en büyük sıkıntımız; hayvan besleme maliyetleri. Bunun için etimiz ve sütümüz pahalı. Türkiye’nin işletme büyüklüğü 60 dekar. AB’nin gelişmiş ülkelerinde 550 dekar… Biz, onlarla serbest ticaret anlaşmaları ve gümrük birliğine tarımın dahil edilmesinden korkuyoruz ya… Bu ülkeler de gelişmişliklerine rağmen ABD ile serbest ticaret anlaşmasına korkuyorlar. Çünkü onlarda da bin 500 dekar.

Bu ne demek biliyor musunuz? Özellikle yağış alan bölgelerde, otun bol olduğu yerlerde, hayvanı ‘saldım çayıra Mevla’m kayıra’ diye bir tabir var ya… Salıyorlar, yiyor, içiyor, besleniyor, sıfıra yakın bir maliyetle işletmeye geri dönüşü oluyor. Biz, soruyoruz üreticimize, ‘Kaç hayvanın var?’ ‘8 tane var’ diyor. Yem bitkisi üretecek ne kadar alanı olduğunu sorunca ’10 dönüm fındıklığım var, onun altından çıkan otla hayvanımı beslemeye çalışıyorum’ diyor. Bu hayvanın bu şekilde beslenmesiyle böyle bir işletme, ekonomik halde tutulamaz.

Bunun ekonomik ölçüsü; hayvan başına en az 10 dönüm yem bitkisi üretim alanı olmalı. 10 hayvanı olan bir işletmenin ekonomik olması için 100 dekar üretim yapabilecek alanı olması gerekir. 100 baş hayvanı olanın bin dekar… Hadi bizde 10 katı değil de 5 katı olsun diyoruz ama o da yok. Sıkıntılarımızdan bir tanesi de bu… Hayvanlarımızı doyuracak yem bitkisi üretecek imkanlarımızın olmaması ve dışarıdan satın alma yoluyla maliyetlerimizin yükselmesi… Böyle gittiği sürece rekabet edebilmemiz mümkün değil.

ÜRETEN DE MAĞDUR TÜKETEN DE

Orhan Topçu

Ülkemizin tarım politikasının bu sorunlarda bir etkisi var mı?

Ali Şener Bayraktar

Tabi, elbette… Türkiye’deki genel yapıda üreten bağırıyor, ‘Ürettim, para kazanamadım, karlı fiyata satamıyorum’ diye… Bir yandan da tüketici bağırıyor, ‘Ben de pahalıya alıyorum, yiyorum. Et ve süt ürünleri bu kadar pahalı olur mu’ diyor. Hem üreten hem tüketen bağırıyorsa bir sıkıntı vardır. Üreten para kazanamıyorsa niye fiyatlar yüksek? Maliyetler yüzünden… Maliyetler yüksek olursa ve maliyetleri aşağı çekip üretenleri karlı duruma getirecek devlet teşvikleri de yeterince olmazsa sonuçları böyle olur. Üreten de bağırır tüketen de…

Arazi toplulaştırmasını bu anlamda önemsiyoruz. Miras hukukunun yıllardır yanlışlıkları sebebiyle arazilerimiz, mülk sahiplerinin ölmesinden sonra parçalana parçalana dağıldı gitti. Sakarya’nın ortalaması 25 dekar. ‘Peki, bu 25 dekar kaç parsel’ diye baktığınız zaman ‘5 parsel’… Türkiye geneline baktığımız zaman 7-8 parsel, Karadeniz’de 10-12 parsele çıkıyor. Adamın 25 dönüm yeri var, bir de bir arada değil… 5-6 yerde ayrı ayrı parseller var. Bunların hepsi maliyet demektir.

O zaman, arazi toplulaştırılması önemli. İki, bu iktidar döneminde, bu anlamda atılan önemli adımlardan bir tanesi; miras hukukunda yapılan değişiklikle birlikte tarım alanlarını koruma altına alacak bir sistemin geliştirilmesidir. Arazi sahibinin ölmesinden sonra parçalanmaya müsaade etmeyen kanuni düzenlemeler yapıldı.

Diğer yandan küçük işletmelerin alınıp satılmasına kanuni kıstaslar getirildi. Bu, arazi sahipleri üzerinde tepki getirecek sonuç doğursa da buna rağmen 50 sene önce yapılması gereken bir şeydi. Geç kalınmış olmasına karşın bir tedbirdir. 50 sene önce yapmış olsaydık Türkiye’nin işletme büyüklüğü ortalamasını 60 dekara düşürmez, en az 150 dekarlarda tutardık. Sakarya’nın ortalaması da en az 80-100 dekarlarda olurdu.

ARAZİ TOPLULAŞTIRMA MÜLK

SAHİPLERİNİ RAHATSIZ EDİYOR

Hasan Kurtiç

Biz, hukuka takla attırmayı çok iyi beceriyoruz, biliyorsunuz. Bu konuda uygulama nasıl? İyi gidiyor mu?

Ali Şener Bayraktar

Tabi… Şu an yapılan uygulama, mevcut arazi sahiplerini rahatsız ediyor. Çiftçilerimiz de rahatsız bundan. Ama geleceği düşünme adına önemli bir adım. Arazilerimizin parçalanıp bölünüp dağılmasını engelliyor. Sistem şu; çiftçi babanın ölümünden sonra kalacak toprağın işletmesini, tarıma en ehil çocuğa bırakılması… Diyelim istemedi, aralarında anlaşamadılar. O durumda da bir şirketleşme marifetiyle işletmenin yürütülmesi… Bu sistem, zaman içinde oturacaktır. İşletmelerin bölünmesini önleyeceğinden dolayı da zaman içinde Türkiye’nin bu manadaki ekonomik verimliliğine katkı sağlayacak.

Sakarya’da bahsettiğimiz işletme büyüklüğü ve dağınık parseller nedeniyle büyük bir ihtiyaçtı. Bununla ilgili uzunca zamandır ısrarlı çalışmalar yürüttük. Arazi toplulaştırması büyük sıkıntılar getirir. Herkesin menfaatine uygun bir toplulaştırma yapamazsınız. Buna rağmen Dernekkırı bölgesinden böyle bir talep gelmişti. Israrlı çalışmalarımız neticesinde Sakarya’nın bir bölümünü toplulaştırma kapsamına soktuk. Bu önemli bir başarıdır.

Geçen, Sayın Bakan’ımızla birlikte, Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) düzenlediği Marmara Bölge Toplantısı’nda Sakarya ilini temsilen bu konuyu gündeme getirdim. Yapılan arazi toplulaştırması sebebiyle teşekkür ettiğimizi ancak bu projenin Sakarya’nın birinci sınıf tarım alanlarının bulunduğu bütün bölgelerde uygulamaya sokulması gerektiğini de ayrıca belirttim.

ANAP’ın iktidarda olduğu, Ersin Taranoğlu’nun da Bakan olduğu dönemde, böyle bir uygulama başlatılması için üretici ve çiftçileri özendirmek amacıyla toplulaştırma projesi yapılan bölgelere götürüldü. Bugüne nasip oldu. Bunlar, devlet politikası haline getirilmeli. Kişilerin eline, dönemden döneme değişen Tarım Bakanlarının, siyasetçilerin eline bırakılmamalı. Devlet politikası haline getirilip planlama yapılıp kanuni düzenlemeler oluşturulursa kim iktidara gelirse gelsin bu olur. ABD’de olduğu gibi kim Başkan olursa olsun devletin politikaları yürür. Türkiye açısından da buna ihtiyaç var.

Hasan Kurtiç

Arazi toplulaştırma projemiz onaylanırken sizin, odaların köylüyü ikna etmek konusunda da çok büyük etkisi oldu. Köylü, bu işe onay verdi.

Ali Şener Bayraktar

Biz, zaman zaman kendi üyelerimizle de miras hukuku konusunda yapılan değişiklikte, TZOB Genel Başkanı başta olmak üzere, bütün odalar bu konunun arkasında durdu. Siyasetçi için bu iş zor, çünkü tepkiler olacak. Biz de ‘Gelen tepkileri göğüsleyeceğiz’ dedik ve bu şekilde bir yasa uygulaması çıktı. Arazi toplulaştırması yapılırken herkesi gönlüne göre olmuyor. Arazilerin değerleri farklı olduğu için mecburen birilerinin ayağına basıyor, rahatsız ediyorsunuz.

ALAN BAZLI DESTEĞİ

DOĞRU BULUYORUZ

Özgür Arık

Ahmet Bey’in (Ahmet Çubuk) teşviklerle ilgili bir sorusu vardı.

Ali Şener Bayraktar

Sosyal teşvikler bizim ilgi alanımızın dışında, mesleğimizle alakalı olan bir konu değil. Tarımsal teşviklerin uygulanmasıyla ilgili yöneticiler arasında da bu sektörün mensupları arasında da değişik görüşler var. Bir; uygulanmakta olan destekler açısından baktığımızda; mesela bölgemizin ürünleri dikkate alındığında, mısırda ‘dane mısır desteği’ dediğimiz prim desteği var. Ton başına verilen, ekilen ürünün ekildiği arazideki verimlilik şartları göz önüne alınarak destekleme veriliyor. İlk başladığında 25 liraydı, sonra 67 liraya çıktı, sonra 40 liraya düştü, sonra 25 liraya düştü, şu an 30 lira…

Bu, mısır üretiminin artmasını teşvik etmek amacıyla getirilmiş bir modeldi. Türkiye, bu destekleme başlamadan önce yurt dışından yaklaşık 2 buçuk milyon ton mısır ithal eden bir ülkeydi. Türkiye’nin ortalama yaklaşık 2 buçuk – 3 milyon ton mısır üretimi vardı. Mısır üretimi açısından kendi kendine yetmeyen bir ülke durumundaydık. Mısır üretimini teşvik etmek açısından böyle bir model getirildi. Şu an Türkiye, mısır üretimi açısından kendi kendine yeten bir ülke konumunda.

Peki, buradaki amaç bir taraftan mısır üretimini teşvik etmek bir taraftan da verimliliği artırıcı tedbirlerin alınmasını sağlamaktı. Bizce doğru bir modeldi. Diğer taraftan ‘alan bazlı fındık desteği’ dediğimiz, fındık üreticilerine verilen bir teşvik söz konusu. Zaman zaman eleştirenler var. ‘Boş araziye destek veriliyor’ mantığıyla bakanlar var. Kesinlikle yanlış bir mantık. Alan bazlı fındık desteğinin amacı şudur:

Fındık, ihraç edilen bir ürün ve Türkiye’nin tarımsal ihtiyaç kalemleri arasında önemli bir paya sahip. İki; bu bölgede bu alanlarda üretim yapan insanların başka bir üretim yapma şansı yok. Mevcut iklim şartları ve coğrafya sebebiyle sürdürülebilir bir şekilde üretimde kalmalarını sağlamak gerekiyor. Onları, ürünleri olmadığı zaman da kaç para fiyat verilirse verilsin üretimde tutmalısınız. Bu modelle destekleme sağlanıyor.

Mesela Doğu Karadeniz’de don sebebiyle bir dönem hiç ürün yoktu. Sakarya’nın da dahil olduğu Batı Karadeniz bölgesinde fındık vardı. Sakarya’daki çiftçi 15-20 liraya ürününü satarken Doğu Karadeniz’deki çiftçinin, fındığı olmadığı için fiyatın ne kadar olduğu çok umurunda olmadı. O zaman, o üreticiyi bu tür mağduriyet anlarında en azından zararını telafi edici bu tür uygulamalarla desteklemek zorundasınız. Böyle bakıldığında sosyal bir destek…

Diğer taraftan, ürünün çok olduğu dönemlerde de fiyatın düşük olmasından kaynaklanan zararın bir miktarının telafi edilmesine yönelik bir destek olarak görüyoruz. Dolayısıyla alan bazlı fındık desteği mutlak surette devam etmelidir ve sosyal bir destektir. Fındık az olduğunda da çok olduğunda da kayıpların telafisine yönelik bir destek uygulamasıdır.

TARIM STRATEJİK SEKTÖR

OLARAK GÖRÜLMELİ

Hayvancılıkta; ‘süt prim desteği’, ‘hayvan başına buzağı destekleri’ dediğimiz desteklemeler var. Dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri dahil olmak üzere, tarıma bakış açılarında, tarımı stratejik bir sektör olarak görürlerse ona göre kıymet verip tedbir alırlar. Savunma sanayinin ekonomik bir getirisi var mı? Ama stratejik bir sektör, değil mi? Kendinizi güvence altına almak için yapmak zorundasınız.

Ahmet Çubuk

Güçlü bir ülkeyse silah sanayiden para kazanır. Mesela, ABD…

Ali Şener Bayraktar

ABD gibi bir ülkeyseniz ve dünyaya silah satıyorsanız doğru. Ama silah alan bir ülke durumundaysanız sadece güvenliğinizi sağlama adına bütçenizden savunma harcamalarına pay ayırıyorsanız bunun ekonomik bir getirisi var mı? Ekonomik olarak getirisi yok ama güvenliğinizi sağlamak zorundasınız. Peki, tarıma stratejik bir sektör olarak bakıldığı zaman, gıda olmadan yaşam mümkün mü? Olağanüstü hal dönemlerinde, Allah göstermesin, bir savaşın veya felaketlerin yaşandığı bir dönemde kimseden gıda alabilir misiniz?

Mesela savunmada, her gün ‘savaş olacak’ diye kendinizi savunmaya yönelik bir tedbir almazsınız. İhtimal dahilinde ileride olabileceklere karşı tedbir alırsınız, bununla ilgili de yapacağınız harcamalar için bütçenizden pay ayırırsınız. Aynı şey gıda ve tarım sektörü için düşünülmek zorunda. Dünyanın yarın ne getireceği, nasıl bir duruma düşeceği belli değil. Dünyanın değişik yerlerinde, özellikle bölgemiz açısından da coğrafi durumumuz itibariyle geçmişten beri birtakım hadiselerin, savaşların yaşandığı bir yerdeyiz. Mevcut enerji yataklarının, bu anlamda zenginliğin olduğu bir bölgedeyiz.

Dolayısıyla olağanüstü durumların yaşanmasının muhtemel olduğu bir coğrafya burası. Peki, böyle durumlarda her istediğiniz zaman dünyadan gıda bulmanız mümkün mü, değil… Dünyanın birçok ülkesi, olaya böyle bakıyor. O zaman, Türkiye olarak bizler de hem coğrafyamız itibariyle hem de geçmişten beri güçlü olmamızı sağlayan etkenlerden birisinin; gıda güvencesi açısından, ‘kendi kendisine yeten ülkeler’ arasında olmamızdan kaynaklanan mevcut olumlu durumumuzu muhafaza etmek adına, tarım sektörüne böyle bakmalıyız.

SAMAN İTHALATI KONUSU

DOĞRU DEĞERLENDİRİLMELİ

Ahmet Çubuk

Biz, tarımda şu anda kendi kendine yeten bir ülke miyiz?

Ali Şener Bayraktar

Bir; Türkiye tarım ürünleri ithalatıyla ihracatı açısından olaya bakıldığı zaman; ithalat, ihracattan daha az durumda. Yani, tarım ürünleri ihracatımız, ithalatımızdan fazla. Böyle bakıldığı zaman, net ihracatçı bir ülkeyiz. Peki, tarım ürünü ithal etmiyor muyuz, tabi ki ediyoruz. Zamanı geliyor buğday ithal ediyoruz, et ithal ediyoruz…

Orhan Topçu

Saman bile ithal ediyoruz.

Ali Şener Bayraktar

Saman, başka bir konu. Saman dediğimiz şey, buğdayın sapıdır. Yüksek boylu buğday ekersiniz; sapı büyük, samanı bol olur. Buğdaydaki kasıt danedir. Daneniz varsa ektiğiniz üründen para kazanırsınız, bu zenginlik getirir. Danesi az, sapı çok, samanı bol ürünle para kazanamazsınız. Değişik zamanlarda iklim koşulları sebebiyle ekilen buğday çeşitlerinin özellikleri sebebiyle bahsettiğiniz saman ithalatını getiren sonuçlar olmuş. Elbette saman ithal etmek doğru bir şey değildir ama olayın nereden kaynaklandığının da doğru tespit edilmesi gerekir.

Örneğin; üretici, buğday ekmekten vazgeçmişse bu bir sıkıntı demektir. Türkiye’nin buğday üretim alanlarının azalması sebebiyle saman yetersizliği oluşmuşsa bu, dikkat edilmesi gereken bir konudur. Ama Türkiye’nin buğday üretim alanlarında böyle bir sıkıntı yoksa seçilen ürün çeşidinden kaynaklanan bir durum sebebiyle ya da o yıla ait iklim şartları sebebiyle böyle bir durum ortaya çıkmışsa bunu ayrıca değerlendirmek lazım.

Türkiye’nin ana meselesi samana ithal meselesi değil. Bahsettiğimiz şartlar sebebiyle saman ithal edebilirsiniz ancak siz, ülkenizde yeterli derecede buğday üretebiliyorsanız ve buğday üreten insanların maliyetlerini aşağı çekebiliyorsanız dünyayla rekabet edebilir, kendi insanlarınıza da ucuz gıda temin edebilir bir ülke olursunuz. Türkiye’nin sıkıntısı; üretim maliyetlerinin yüksek olması. Maliyetlerin yüksek olmasının sebebi, bir; işletmelerin küçük olması, iki; hammaddelerin fiyatlarının yüksek olması, üç; hayvancılıkta, hayvan besleme maliyetlerinin yüksek olmasıdır.

Bitkisel üretimde maliyetlerin yüksek olmasının sebebi nedir? Kimyevi gübre kullanırsınız, hammaddesi dışa bağımlıdır. Yabancı para cinsiyle alırsınız. Orada meydana gelen artışlar direkt sizin girdi fiyatınıza yansır, maliyetinizi artırır. Önemli bir diğer girdi maliyeti mazottur. Bahsettiğimiz şekilde bir taraftan petrol ürünlerinde artıştan diğer taraftan yabancı paranın artışından kaynaklanan durum, bunların fiyatını artırdığı zaman sizin maliyetinize yansır. Tohum maliyetinden ilaç maliyetine kadar meydana gelen fiyat artışlarını sayabilirsiniz.

Arazi meselesi… ABD’deki işletme büyüklüğüne bin 500 dekar dedik. ABD’de bitkisel üretim yapan bir çiftçi bir dönüm yerden, 100 dolar hatta 50 dolar para kazanırsa 75 bin dolar kazanır. Aynı ürünü ektiklerini varsayarak söylüyorum. Peki, Türkiye’de 60 dekar dedik. 60 dekarda üretim yapan bir çiftçi dönümünde 50 dolar kazanırsa 3 bin dolar kazanır. Aynı sektördeki iki çiftçi… İkisi de dekar başına aynı parayı kazansa bile birisinin işletme ölçüsü büyük olduğu için 75 bin dolar para kazanıyor, diğeri 3 bin dolar kazanıyor.

Bin 500 dekarda üretim yapan, dekar başına bizim çiftçimizin yarısı kadar kazansa bile Türk çiftçisinden 10 katın üzerinde daha zengin, daha fazla gelire sahip bir çiftçi oluyor. Dolayısıyla işletme büyüklüğünün ölçüsü bu manada çok önemli. İşletmelerinizi büyüttükçe birim alandaki kazançlarınızı aşağı çekebilmenize rağmen, emsal aynı ürünü üreten ülkelerin üreticilerine göre böyle bir avantaj sağlıyorsunuz. Biz, bu yüzden küçük işletmelerle dünyayla rekabet etme noktasında böyle bir zorluk içerisinde kalıyoruz.

Editör: TE Bilişim