Haydi sözü uzatmadan söyleşiye girelim:

-Önce soyağacından başlayalım, dedim.

-30 Ağustos 1933 yılında o zaman köy şimdi ilçe olan Serdivan’da dünyaya geldim. Bosna göçmeni çiftçi bir ailenin oğluyum. Ben doğduğumda Türkiye ‘Zafer Bayramı’ ile coşarken bizim evde çifte bayram havası yaşanmış. Benden önce doğan kardeşlerim yaşamamışlar. Belki ondandır. Adımın bana da ilginç gelen bir hikayesi var. Doğduğum günün gecesi evimize bir Tanrı misafiri gelmiş. Artık nasıl olmuşsa bu misafir, bir gökyüzüne bakmış, bir de babama ve demiş ki: “Bu çocuk ay gibi aydınlık, demir gibi sağlam olsun, adını Aydemir koyun.” Babamı beş yaşında kaybettiğim için işin ayrıntısını öğrenemedim. Misafir babamı mı büyüledi, yoksa onun söylediği adı mı beğendi bilmiyorum. Benim iki kızım, üç torunum var.

-Çiftçi sorunları ile haşır neşir oluş nasıl başladı?

ADAPAZARI ŞEKER FABRİKASININ KURULUŞ ÖYKÜSÜ

Biraz düşünüp konuştu:

-1951 yılıydı. Adapazarı’nda lise olmadığı için İzmit Lisesi’nde öğrenciydim. Az önce söylediğim gibi babamı beş yaşında kaybetmiştim. Arazilerimizi ekip biçmesi için yarıcıya veriyorduk. O yarıcı bir gün okuluma telefon etti. Şu gün pancar yüklemesi yapacağız, sende bulun, dedi. İzmit’ten geldim. O yıllarda çiftçi ürettiği pancarı şimdiki Tren Garı’ndan vagona yükler, Eskişehir Şeker Fabrikası’na gönderilirdi. Yükleme günü gelmiştim. Tren istasyonunda bulunduğum yerin biraz ilerisinde pancar ekicileri ellerinde direnler, büyük bir halka yapmışlar aralarında bulunan birileriyle konuşuyorlardı. Yanaştım. Kalabalığın ortasında Başbakan Adnan Menderes ve sonradan adını öğreneceğim Maliye Bakanı Ekrem Alican ile Şeker Fabrikaları Genel Müdürü Esat Tekkan ve bazı bürokratları gördüm. Pancar ekicileri Menderes’ten Adapazarı’nda şeker fabrikası kurulmasını talep ediyorlardı. Menderes, Genel Müdür Tekkan’a ‘bir formül bul’, dedi. Ben o gün orada Eskişehir Şeker Fabrikası Ziraat Müdürü Habil Akiltepe ile tanıştım. İleride Adapazarı Şeker Fabrikası kuruluşu ile görevlendirilen kişi bu Akiltepe’dir.

Anılara dalmıştı:

-Halil Akiltepe Adapazarı Şeker Fabrikası kuruluşu ile ilgili fizibilite, projelendirme, bürokratik işlemlerle uğraşırken ben Lise öğrenimimi tamamlamıştım. O yıllardaki eğitim sisteminde mezuniyet için ‘olgunluk sınavı’ engelini geçmek gerekiyordu. 540 öğrenciden 240 öğrenci bu engeli geçti. İçlerinden ilk üç kişiden biri ben oldum. Dilediğim üniversitenin dilediğim bölüme sınavsız girme hakkı elde etmiştim. Ama o günlerde annemi kaybedince Adapazarı’na dönmek zorunda kaldım.

FABRİKA İÇİN ADAPAZARLILAR’DAN ARAZİ KATKISI

Ve çok ilginç bir söz etti:

-Artık evimdeydim. Arazilerimizin ekip biçimi ile ilgileniyordum. Habil Akiltepe ile olan tanışıklığımız arkadaşlık ilişkisine dönmüştü. Nereye gitse beni de yanına alıyordu. Türkiye Şeker Şirketi Adapazarı’nda 250 dönüm arazi satın almış ama projeye göre arazi yetmiyordu. Yandaki araziler bir bütün halinde iki aileye aitti. Akiltepe bu iki aile ile görüşmeye giderken bende yanındaydım. Bu aileler Güllü ve Hacıoğulları aileleriydi. Önce Eski Reji sokağında oturan Hacıoğulları ailesine gittik. Halil Akiltepe bu aileyi ikna ederek araziyi aldı. Sonra gittiğimiz Güllü ailesi tarafgir olmadı. Orada gayri ihtiyari söze karıştım. “-Necip amca, sen bu araziyi satarsan burada fabrika kurulacak. Bin beş yüz kişi çalışacak. Bunların ailelerinin duaları sana da, gelmiş geçmişine de yeter” dedim. Bana şöyle bir baktı. “-Öyle mi diyorsun” dedi ve verdim gitti diye noktayı koydu. Fabrika kurulacak arazi 540 dönüme ulaşmıştı. Ve Adapazarı Şeker Fabrikası bir yıl içinde kuruldu, faaliyete geçti.

Gülümsedi:

-Hiç unutmam. Fabrikanın açılışına Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes gelecek diye birkaç gün içinde Gümrükönü’nden Şeker Fabrikası’na kadar olan yol Arnavut kaldırımı ile döşenmişti.

MENDERES’LE GECE 03’TEKİ RANDEVUNUN SIRRI

-Sizin siyasete giriş grafiğinize gelmek istiyorum. Nasıl başladı?

Yanıt biraz diplomatça geldi:

-Adapazarı Şeker Fabrikası’nın kuruluşuna ettiğim şahitlikle siyasetin önemini kavramıştım. Fabrikayı kuran Adnan Menderes olduğu için ona sempati duyuyordum. 1957 yılında Menderes’in partisi Demokrat Parti’ye üye oldum. Galiba eğitim/öğrenim avantajıyla aynı yıl Gençlik Kolu Başkanı seçildim. Gençlik Kolları olarak gariban ailelerin çocuklarına sünnet şöleni düzenleme kararı aldık. Şölen masraflarını karşılamak için konser tertip ettik. İstanbul’dan sanatçılar getirdik. Çark Mesire’yi kiralamıştık. Çok yağmur yağdı. Hemen Funda Düğün Salonu’nu ayarladık. Sattığımız biletlerle konserden gelir elde ettik. Aynı gün 250 yoksul çocuğu krallar gibi Melek Sineması’nda sünnet ettirdik. Bu ilk siyasi organizasyonumuzdu ve çok ses getirmişti. Öyle ki Adnan Menderes bile duymuş. Benimle tanışmak istemiş.

Durdu. Gülümseyen gözlerle baktı:

-Dinliyorum?

-Bir gün il başkanımız çağırdı. Şu gün Menderes İstanbul’a gelecek. Seni istiyor. Birkaç arkadaşını yanına alıp git. İstanbul teşkilatından şu ismi bulacaksınız. O sizi görüştürecek, dedi. Mithat Salkım’la birlikte söylenilen gün İstanbul’a gittik.

Yeniden durdu. Duygulanmıştı. Sonra ekledi:

-Rahmetli Menderes, İstanbul Vatan Caddesi’ni açıyordu. Çalışmaları yerinde görmek için gelmişti. Orada gece saat 03.00’te bizimle görüştü.

-Ne görüştünüz?

-Bizi tebrik etti. Organizasyonu nasıl başardığımızı sordu.

Sustu: Bu kadar mı sorusu yönelttim?

-O kadar değil. Başbakana kafamı kurcalayan bir soru sordum. O zamanki para birimiyle ülkede şeker 2.5 liraydı. Ama Türkiye Irak’a 35 kuruşa şeker satıyordu. Siz Irak’ı Türkiye’den daha mı çok seviyorsunuz. Bunun nedeni nedir, dedim.

Geriye yaslandı. Anlatımını duygulu sürdürdü:

-Güldü rahmetli Menderes. Ve dedi ki: “-Irak şekeri ta Arjantin’den bizim sattığımız fiyata alıyor. Biz onların verdiği fiyata verdik; ama bize pahalıya mal olan mazotu kat be kat ucuza onlardan aldık. Türkiye’ye hem ekonomik çıkar sağladık hem de komşuluk ilişkimizi en üst düzeyde dostluğa çıkardık. Başbakanın bu sözleri benim ekonomi ufkumu açmıştı.

HEM GÜLÜMSETEN HEM DÜŞÜNDÜREN POLİTİK ANILAR

Kaptırdı kendini. Söyleşinin bu bölümünde coşkuluydu:

-Başbakan Menderes’in bizi takdir etmesi ve muhatap olması bize güven vermişti. Biraz da gençliğin heyecanı ile davranmaya başlamıştık. Demokrat Parti Yenicami Bucak Kongresi vardı. Bu kongrede milletvekilleri Baha Hun ve Hamdi Başak’da vardı. Partinin ağır toplarıydı. Kongre’de Sakarya delegelerini lafla saptıyorlardı. Söz aldım. İtiraz ettim. Siz, dedim, milletvekilisiniz. İşiniz bu millete Ankara’dan hizmet etmek. Koca adamlarsınız, şu şehrin delege işleriyle uğraşmanız yanlıştır, dedim. Kıyamet koptu. Sait Çelikkan diye bir ünlü büyüğümüz vardı. Silah çekti. Ekrem Karaberber, Rafet Ürgüplü ve başka arkadaşlar etrafımı çevirerek beni korumaya aldılar.

Şöyle bir durdu. Kahvesinden bir yudum aldı. Gülümsedi.

-Bu olay büyüdü. Gençlik arasından üç kişilik bir heyet kurduk. Ankara’ya şikayete gittik. Heyette ben, Murat Tınaz ve Mustafa Bayral vardı. TBMM’ne gittik. İktidar kulisinde Sakarya müfettişi ve milletvekili Servet Paşaoğlu’nu bulduk. Yanında üç dört milletvekili daha vardı. Biz konumuza giremedik bile. Çünkü ilginç bir şey oldu.

Sonra ciddileşti:

-Mecliste hararetli bir oturum varmış. Milletvekilleri maaşları tartışılıyormuş. Biz kuliste milletvekilleriyle otururken CHP’nin çok ünlü Adana milletvekili Suphi Baykam, geldi. Bizim milletvekillerine dedi ki: “-Ben buraya zengin geldim. Şimdi meteliğe kurşun atıyorum. Geçirin şu zammı. Yoksa mahfolursunuz.” Bizim milletvekilleri oturuma girdi. Bizde meclis balkonuna geçtik, oturumu izliyoruz. Az önce dinlediğimiz Suphi Baykam kürsüye çıktı. Çok kuvvetli konuşan bir milletvekiliydi. Başladı, millet fakir fukarayken Demokrat Partili milletvekillerinin kendi dertlerinin peşine düşmesini kınıyoruz gibi laflar etmeye. Biz şaşkınız. Ulan az önce meteliğe kurşun atıyorum, şu zammı geçirin diyen adam bu değil mi? Tansiyon öyle bir yükseldi ki, Baykam konuşurken, bizim Sakarya Milletvekili Baha Hun ayakkabısını çıkartıp kürsüye doğru fırlattı. Ayakkabı Baykam’ın tam göğsüne isabet etti. 

Tatlı tatlı gülerek:

-Yeni bir şey daha öğrenmiştim. Politikanın cilvesini!

BİR DÖNEM ZİRAAT ODASI’NIN GÜCÜ VE ETKİNLİĞİ

Artık, Ziraat Odasının eylemci başkanı  Aydemir Horozlu’ya gelmişti sıra.

-Sizi bu şehir Ziraat Odası Başkanı olarak tanıyor. Bu dönemi sizden dinlesek?

Uzaklara doğru daldı:

-Demokrat Parti iktidarında Ziraat Odalarının kurulmasına ilişkin kanun çıkmıştı. 60 ihtilali olunca kanun uygulaması  gecikti. Yeniden demokrasiye geçince CHP ile DP yerine kurulan Adalet Partisi koalisyon hükümeti kurmuştu. Kanun yürürlüğe girdi. Şimdi hatırladıklarım, Suat Berköz, Hüseyin Karabaş, Mukadder Güner, Özcan Gürgen, Rüştü Bal, Necdet Güven gibi isimlerle Adapazarı Ziraat Odasını kurduk. İlk başkanımız Osman Erkaya idi. Her yıl pancar sezonunda hükümetle ziraat odaları karşı karşıya gelirdi. Tam yılını söyleyemeyeceğim. Hükümet pancara 16 kuruş taban fiyat vermişti. Biz buna şiddetle karşı çıkmıştık. Benim de içinde bulunduğum üç kişilik bir heyet kuruldu. Ankara’ya gittik. Yaptığımız kulis çalışmalarıyla pancarın kilosunu 20 kuruşa çıkardık. Benim adım artık Ankara’da konuşulur olmuştu.

Anı denizine açılmıştı. Bazen keskin bıçak gibi bazen hoşgörülü anlatıyor:

Adım konuşuldukça siyasilerin hedefi de oluyorsun tabi. Bizim odada yönetim kongreden seçilir, başkan ise 21 kişilik yönetimin içinden seçilirdi. 1969’dan 1984 yılına kadar çoğunluğu başkan olarak odada bulundum. Allah rahmet eylesin. Sakarya ve hatta Türkiye çiftçisine büyük hizmetler veren Faik Kürem ve Sıtkı Türküm ile zaman zaman yarışmak zorunda kalıyorduk. Yanılmıyorsam 1960’lı yılların sonuydu. Biz pancar taban fiyatı için yine hükümetle karşı karşıya geldik. Bu sefer iş biraz daha zordu. Pancar ekicilerinin sesini duyurmak için eylem düzenledik. Binlerce pancar ekicisi direnleriyle Yenicami Meydanı’nda toplandık. Gümrükönü’ne kadar ellerimizde direnlerle yürüdük.

AYDEMİR HOROZLU’YA DEVRİMCİ LİDER BENZETMESİ

Gülmeye başladı:

Bizim bu sessiz eylemimiz siyasilerin konu malzemesi olmuştu. Benim adımı Meksika’da köylü direnişiyle diktatörü deviren ‘Zapata’ya çıkardılar. Zapata solcu ben ise merkez sağın en büyük partisi AP’liydim. Muhalifler bu benzetmeyle benim parti içindeki gücümü kırmak istediler. Bir taşla iki kuş vurmayı hedeflediler.

O yıllarda siyaset odalara müdahil olur muydu?

İlginç bir yanıt verdi:

-Karışmak isterdi. Ama o yıllar başkaydı. Politikacılar meslek örgütlerinden korkardı. Ciddiye alırdı. Bugün şaşkınlıkla izliyorum. Hem vatandaşlar hem de demokratik örgütler politikacıdan çekiniyor. Hayrettir bu.

Bir anısını paylaştı:

-1969 yılında heyetle Almanya’ya gidip incelemelerde bulunmuştuk. Gördüklerim beni ağlatmıştı. Adamlar modern tarımı sapına kadar yapıyorlardı. Kullandıkları ekipmanlardan hükümet desteklerine kadar her şey çok etkileyici idi. Dönüşte bir rapor hazırladık. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e götürdük. Bu görüşmede Demirel’le uzun konuşma fırsatımız olmuştu. Birbirimize ısındık. Danışmanı oldum. Bu pozisyondan sonra Demirel’e rahat ve kolay ulaşma imkanımız oldu.

DEMİREL’İ DUVARA YASLAYIP NASIL ÖPTÜ

Durdu. Aklına geleni söylemeden öyle bir güldü ki:

Bir defasında başka bir nedenle bir heyetle Demirel’in başbakanlık odasındaydık. Kalkarken beni kolumdan tutup duvar dibine çekerek: -Pancar bu yıl 30 kuruş” dedi. Bizim beklentimizin üzerinde bir taban fiyattı bu. Üstelik taban fiyatın açıklanmasına daha bir ay zaman vardı. Nasıl olduğunu bugün de bilmiyorum. Demirel’i iki omuzundan tutup duvara yasladım ve kuvvetlice şapur şupur öptüm. Demirel’de, heyette bulunanlarda, bende donup kaldık. Bir ay sonra fiyat açıklandı. Gerçekten de pancar 30 kuruştu.

-Ziraat Odaları faslını kapatmadan eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Yüzüme baktı:

-Ziraat Odalarına her zaman Sakarya damga vurmuştur. Bizim zamanımızda TZOB genel kurullarının değişmez divan başkanı Hüsamettin Bayraktar’dı. Hüsamettin abi genel kurullarda söz alanları konuşturur en son benim adımı zikrederek kürsüye çağırırdı. Ben iktidara çatardım. İktidarda AP varsa CHP’liler bizi alkışlardı. İktidarda CHP varsa bu kez AP’liler tersini yapardı.

HOROZLU’NUN GÖZÜYLE LİDERLER

Lafımız uzamasına uzuyordu ama Horozlu’nun bakış açısı ilginç olmaktan da öte bir güzellik kazanıyordu. Aynayı biraz da politik yöne çevirmek için:

-Madem ki, dedim, üst düzey siyasilerle konumunuz gereği ilişkilisiniz, geçmiş liderlerle ilgili bir değerlendirme yapsanız?

Süleyman Demirel?

-Adam gibi adamdı. Sözünün eriydi. Çiftçi örgütlerinin tansiyonunu muhakkak ölçer, ona göre karar verirdi.

Bülent Ecevit?

-Tertemiz bir insandı. Kendisinin isteği üzerine başbakanlığında altı ay danışmanlığını yaptım. Bilgiye uzmanlığa değer verirdi. Onların görüşünü almadan karar vermezdi.

Necmettin Erbakan?

Şu an ABD’de yaşayan ablamın oğlu Prof. Dr. Kemal Tuzla öğrencisiydi. Her zaman iddialı bir şey söylerdi. Erbakan, dünyanın en akıllı adamı, ama, politikacı olmamalıydı. Ben yeğenimin ne demek istediğini PANKO yönetim kurulu üyesiyken anladım.

Gözlerime baktı.

-Kulağım sizde?

-Rahmetli Erbakan, kendisinin kurucu ortağı ve genel müdürlüğünü yaptığı Gümüş Motor Fabrikasını Pancar Ekicileri Kooperatifi olarak satın almıştık. Şirket ekonomik darboğaza girmişti. Yüzlerce küçük ortağı batmıştı. İstanbul Bayrampaşa’da 40 dönümü kapalı 45 dönüm üzerindeki fabrikayı PANKO adına ben teslim almıştım. Müthiş bir müessesiydi. Biz adına Pancar Motor olarak değiştirip yıllarca Türk çiftçisine hizmet ettik. Küçük ortaklar bu yatırımla zarar etmişti. Ama, Erbakan’a güvenlerini hiç yitirmemişlerdi. Müthiş örgütçü olduğunu o zaman anladım. Kurduğu fabrikadaki ileri teknoloji de zekasını gösteriyordu.

Alpaslan Türkeş?

-Partisi hükümet ortağı olduğu zaman bir görüşmemizde şunu söyledi. “-Bir ülkede huzur yoksa o ülkenin güvenliği tehlike altında demektir. Halkımızın büyük bölümü tarımla uğraşıyor. Onların huzuru ve mutluluğu için ne yapmamız gerekiyorsa varız” Rahmetli Türkeş’in bakış açısı böyle olduğu için bizimle ilişkileri hep iyi olmuştur.

Turgut Özal?

-Hep karşısında olduk. Ama bize hiç kırılmadı. Görüşmelerimiz hep olgunluk içinde geçti. Güler yüzlü bir politikacıydı.

Bu faslı kapatırken bir eklemede bulundu:

Bir çok başbakan, parti genel başkanı ile birebir ilişkilerim oldu. Hepsinden aldığımız hizmetler var. Ama, birini unutmadan söylemeliyim. Erdal İnönü. O bir kutup yıldızıydı. Devletin kaybettiği bir mucizedir. Diğer politikacılardan farklıydı. İşin laf tarafında olmazdı. Bilmiyordu diyemem. O tarafa kaçmıyordu. Bilimsel yaklaşıyordu meselelere. Pancar Motor’u onunla ayağa kaldırdık. Ama, hikayesi uzun.

ADAPAZARI ŞEKER FABRİKASI ÖYKÜSÜ

Söyleşimizin sonuna geliyoruz. Biraz da şu pancar ekicilerinin elinden buhar gibi kaçan Adapazarı Şeker Fabrikası’na gelsek?

Yerinde şöyle bir doğruldu. Sesine kızgınlık geldi:

-Şeker Fabrikasını anlamak için işin dibini bilmek gerekir. Fabrika kurulduktan sonra Türkiye Şeker Şirketi Genel Müdürü Habil Bey’in girişimleriyle Adapazarı Pancar Ekicileri Kooperatifi kuruldu. Türkiye’nin ilk pancar kooperatifidir. 10 milyon sermayeyle kuruldu. Yüzde 25’i Türkiye Pancar Şirketi’nin, yüzde 25’i Ziraat Bankası’nın, yüzde 25’i İş Bankası’nın, yüzde 25’i de Adapazarlı pancar ekicilerinin hisseleri olarak dağıldı. Pancar ekicileri nakit koymadı. 125 lira pancar alacağına karşılık yıllara yayılarak borçlandırıldı. Sonra başka kooperatiflerde kuruldu. Böylece arkasından PANKO yani birlik geldi. Adapazarı şeker hisseleri zaman zaman değişti; ama, her zaman Adapazarlı çiftçiler oldu. Bu fabrika bu vilayetin ekicilerinin öz be öz malıydı.

Çayından bir yudum aldı. Sesini yükselterek devam etti:

-1990 yılında APEK başkanı olarak Adapazarı Şeker Fabrikası Yönetim Kurulu Başkanı oldum. Fabrika Müdürüne o yıl ki hedefi sordum. Bana 540 bin ton pancar işleyerek 42 bin ton şeker üretme hedefi olduklarını söyledi. Tesisi gezdim. Avrupa’da incelemeler yapmıştım. İlişkilerimiz vardı. Tarla ilaçlama ekipmanlarımız iptidai idi. İngiltere’den uzmanlar getirdik. İncelemede dönüme 50 gram ilaç kullanıldığını bunun da yüzde 35’inin havaya saçıldığını gördük. İlaçlama araçlarını yeniledik. O yıl hem ilaç maliyetimiz yüzde 65 azaldı hem de 42 bin ton şeker üretim hedefi 57 bin tona çıktı. Bunu şunun için anlattım. İşletme modeli önemli. Maalesef APEK kongresini kaybedince ayrılmak zorunda kaldım. Üzerine bir de hükümetlerin şeker politikalarındaki değişiklik ile deprem gelince fabrika üretime ara verdi.

Duygu yoğunluğu yaşıyordu. Önüne bakarak konuştu:

-Deprem olunca ilk gittiğim yer fabrikadır. Çok şükür ayaktaydı. Hiçbir yetkim yokken sigorta bedelinin üzerine gittim. Benim görev yaptığım yıllardaki bedelle mukayese edilmeyecek kadar düşük bedeldi. İçim yandı.

Konuşurken zorlanıyordu. Bende zorlamak istemiyordum:

-Fabrikanın en büyük hissedarı APEK’ti. Depremden sonra Vali Cahit Kıraç başkanlığında Adapazarı Şeker Fabrikası konulu bir toplantı yapıldı. Çağrılıydım. Yeniden açılması gerekenler ile ilgili herkes gibi bende düşüncemi söyledim. İktidar milletvekilleri açılması için samimiydiler. Ama, bir önyargıları vardı. Şimdi ismini vermek istemediğim bir milletvekili: “Bu fabrika APEK’in olmalı. Ama. Biz Ayhan Alişan’ı APEK başkanı görmek istemiyoruz” dedi.

Başını bana doğru çevirip, anlamlı bakarak:

-İyi ama bu fabrika Alişan’ın değil ki, dedim. Bir taraftan hükümet politikaları. Diğer taraftan çiftçilerle ziraat örgütleri arasında zayıflatılan bağlar. Öte yandan milletvekillerinin APEK yönetimine ön yargısı işleri arap saçına çevirmişti. İşte böyle bugüne geldik. Fabrika çiftçinin elinden uçtu gitti.

Bugün ne hissediyorsunuz?

-Izdırap.

Editör: TE Bilişim