Soru Yağmuru programımızın bu haftaki konuğu Sakarya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Savaşan ve Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Temel Gürdal ile Prof. Dr. Barış Tamer Tonguç oldu. Gazetemizin Yayın Yönetmeni Tuncer Kalaycı, Genel Müdür Özgür Arık, Spor Müdürü Cavit Dereli ve köşe yazarlarımız Hasan Kurtiç, Orhan Topçu ve Şadi Tanış’ın sorularını yanıtlayan Rektör Savaşan; üniversitenin fiziki, mali ve sosyal durumunun yanı sıra hedefleri ve öğrencilerin durumuyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Uzun süren buluşma, iki yazı halinde karşınızda olacak.

Özgür Arık:

SAÜ’nün sizden önceki yöneticileri, kalite belgesini öne çıkardılar. Genellikle bunun üzerinde duruldu. Sizce, Türkiye’deki üniversiteler arasında bizim durumumuz nedir? Bir de öncelikli hedefleriniz nelerdir?

Fatih Savaşan:

Bu soruyla yarını buluruz herhalde. Bir kuruluş var. Avrupa’da, özellikle idari süreçleri denetleyip tamamlanmış süreçlerin hangi başarıyla gerçekleştirildiğini anlamaya çalışan bir sistem kurmuşlar. Bu önemli aslında. Herhangi bir kurumun hedeflerine giderken aynı zamanda belli bazı idari yükleri bilişim altyapısına ve tanımlanmış süreçlere bağlı olarak yürütmesi önemli. Bu, akademisyenin de idari personelin de yükünü azaltan bir şey. Dolayısıyla üniversitenin böyle bir yola girmesi isabetli. Ancak sizin de söylediğiniz gibi yereli değil. Çünkü buraya takılıp kalınmaması, bu başlayan sürecin devam ettirilmesi lazım.

Üniversitenin asli fonksiyonları çerçevesinde ne kadar mesafe kat edildiği önemli. Sakarya Üniversitesi bir kamu üniversitesi. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bir üniversite. Dolayısıyla kamu üniversitesi olmasından kaynaklanan avantajları ve kısıtlamaları var. Öbür taraftan da Türkiye dediğimiz ülkenin genel durumu var. O meşhur ifade vardır, bu durumu tanımlar. ‘Geri kalmışlık bir bütündür’ veya ‘Gelişmişlik bir bütündür.’ İkisini de söyleyebiliriz. Dolayısıyla ülkenin herhangi bir alanı diğer bir alanda hafifçe ileride ya da geride olabilir. Ama büyük farklar mümkün değildir. Diyelim ki; ‘Basında çok çok ilerideyiz, akademide ise gerideyiz.’ Böyle bir şey mümkün değil.

O yüzden hedeflerimizi belirlerken öncelikle potansiyelimizi iyi tespit etmemiz lazım. Ülkenin potansiyelini artıracak, ülkenin ana hedeflerine maksimum katkıyı sağlayacak şekilde üniversitelerin dizayn edilmesi lazım. Bu bağlamda inşallah gayretlerimiz olacak. Bizim, yapabilirsek, nihai hedefimiz bir araştırma üniversitesi olmak. Kalite süreçleri ilerleyecek. Kalite süreçlerinin eğitimle ilgili boyutu aslında çok da yabana atılacak bir şey değil.

Eğitimde, geçmişte, hoca 14 haftalık süreçte ne işleyeceğine dair herhangi bir belge vermezdi. Ders kitabını söylerdi, ne anlayacaksan derste hocayı dinleyerek sadece derste öğrenirdin. Şimdi kalite süreçleri de bunu gerektiriyor. Bu süreçler olmasa bile dünyada işleyiş şu an bu şekilde. Öğrenciye hafta hafta konuları, kazanımları, yöntemleri önceden belirtmek gerekiyor. Böyle de yapılıyor. Örneğin; ben öğrenci olsam ve kamu ekonomisi dersi alsam, derste neyle karşılaşacağımı daha dersi almadan önce bana söylemiş oluyorlar. Bu, öğrencinin hakkı…

Eğitim fonksiyonu yerine maalesef sıralamada ön taraflara geçme çabası gösteriliyor. ‘Türkiye’deki, dünyadaki üniversiteler arasında kaçıncı sıradasın?’ Birçok şey sayısallaştırılıyor. Sayısallaştırılırken esas elementin, unsurun öğrenci olduğu unutuluyor. Öğrenciye ne veriyorsun? Öğrenci gereken değeri alıyor mu? Bu biraz havada kalıyor, gereken önem verilemeyebiliyor. Öncelikle öğrencinin hak ettiği değeri üniversitede bulması lazım...

Çocuklar nihayetinde bize verilen emanetler. Benim kızlarım da öğrenci. Heyecanlılar, erkenden gidiyorlar. “Cumartesi değil de Cuma günü mü gitsek, geç mi kaldık?” diye telaşlanıyorlar. Öğrenci neyi bekliyor? Gidecek dersine başlayacak ve her ne alanda okuyorsa okusun öncelikle adam muamelesi görecek. Ondan sonra da o alanla ilgili yeni bilgileri alacak. Buraya çocuklarını gönderen diğer aileler de benzeri beklentilere sahip. Bu konuda taviz vermemek, öğrenciye vaadini yerine getirmek gerekiyor.

Tuncer Kalaycı:

Bu noktada bir eksikle karşılaştınız mı? Yani vaatlerini yerine getirmekte ya da öğretim elemanları, fiziki mekân gibi konularda eksikliğiniz var mı?

FS:

Mekânsal sıkışıklığımız maalesef var. Mevcut bütçe imkânlarıyla bu sıkışıklıkları kısa vadede çözmek mümkün görünmüyor. Çünkü Türkiye’deki üniversite sayısı ve eğitime ayrılan bütçe belli. Yani Sakarya Üniversitesi’ne düşecek pay belli. Ben de istesem 100 lirayı 200 lira yapamam hatta sonuç itibariyle diyelim ki Cumhurbaşkanı istese de yapamaz. 100’ü maksimum 101 yapabilirsin. Belki hayırseverlerden yardım taleplerinde bulunacağız. O yönde de çalışmalarımız var.

TK:

Hayırseverlerden mi yoksa STK’lar ve meslek örgütlerinden mi?

FS:

Hayırseverlerden. Meslek örgütleri ve STK’lar bunu yapamaz. Mesela SATSO’dan ziyade SATSO bünyesindeki hayırseverler yapacak yine. SATSO’nun, kurumsal olarak, böyle bir şeye bu kadar yüklü bir para ayıracağını zannetmiyorum.

Bizim üniversitede öğretim elemanlarımız aslında çok iyi. Görece olarak genç bir kadro var. Tabiri caizse daha amatör ruhla, öğrenciyle daha yakından ilgilenen daha sıcak temas kuran ve akademik anlamda da gerekli bilgi donanımı kazandırma iradesine sahip iyi bir kadro var. Ama tabi ki değişik fakülte ve bölümlerde, bunu hakkıyla yerine getirmeyen, getirmediğini de birçok kimsenin bildiği bazı hocalar da yok değil. Bizim yapacağımız şey, kamu kurumlarında böyledir, İyi örnekleri ön plana çıkarmak ve onlar üzerinden genel bir iyileşmeye gitmek. Üniversitenin bu anlamda mekânsal sıkışıklık dışında önemli bir sıkıntısı yok.

TK:

Peki, görevini hakkıyla yerine getiremediği görülen bölümlerle ve hocalarla ilgili bir tasarrufunuz var mı?

FS:

Sorun bölümlerde değil hocalarda. Mesela hocalardan birisi yapması gerekeni tam yapmıyor olabiliyor. Biz, onların ders yükünü azaltıp biraz daha sıkı denetim yapıp daha ziyade de teşvik etmekten yanayız. Yani, ‘Hocam biz söz verdik. Dolayısıyla bu sözümüzü yerine getirmemiz lazım’ dememiz gerek. Sonuçta burası bir kamu kurumu… Herhangi bir öğretim üyesine ‘Şu nedenden dolayı seninle çalışmıyoruz’ deme şansımız yok, iyi bir yöntem de değil. Belli bir altyapısı olan insanlar zaten. Yüksek Lisans yapmış, Doktora yapmış, eğitim süreçlerinde yer almış bu insanlar, iyi bir diyalogla gerekli katkıyı verecektir.

Şadi Tanış:

Ne kadar öğretim üyeniz var?

FS:

Şu an bin 600 civarında öğretim elemanımız var.

ŞT:

Bu sayı, yeni üniversite ayrıldıktan sonra mı yoksa ikisi birlikte mi?

FS:

Ayrıldıktan sonra. Çünkü yeni üniversite bizde daha çok öğretim elemanı azalmasına yol açtı. Meslek Yüksekokulu ağırlıklıydık önceden. Oralarda da öğretim elemanları, öğretim görevlileri var. Öğretim üyesi anlamında çok azalma olmadı.

ŞT:

Peki, bin 600 kişilik bu kadronun, 2017 senesi için – 2018 daha bitmedi – kaç tane yayınlanmış uluslararası makalesi var? Ya da var mı? Çünkü dünyadaki üniversitelerin sıralamaları bunlarla ölçülüyor.

FS:

Uluslararası derken onun değişik kıstasları var. SCI, SCI Expanded, SSCI dediğimiz değişik indeksler var. O indekslerde durumumuz fena değil. 10 yıl öncesine göre önemli bir sıçrama var. O indekslerden bir kısmına da aslında bakılması lazım. Ancak her şeyi de söylemiyor. Çünkü herhangi bir üniversitede özellikle Tıp Fakültesi varsa o indekslerde avantajlı oluyor. Bizim de zaten Sakarya Üniversitesi olarak sıçrama yapmamızın en önemli sebebi Tıp Fakültesi’nin kurulmuş olması ve oradaki yayınların hızla katkı sağlamasıdır. Çünkü o indekslere giren makaleler en çok tıp alanında üretiliyor. Fena durumda değiliz. 600 civarında bu kapsamda makale çıkıyor.

Orhan Topçu:

Kaç profesörünüz var?

FS:

Profesör sayısını şu an tam bilemiyorum ama herhalde 350 civarındadır.

TK:

Bu sene öğrenci sayınız 58 bin. Twitter’a şöyle bir göz attım. Yurt şikâyetleriyle karşılaştım. ‘KYK’lar yetmiyor, kalacak yer bulamıyoruz’ diyorlar.

FS:

Sıkışıklık var ancak talep eden bütün öğrencilerin yerleştirildiği söylendi.

TK:

Çok uzun bir sıra olduğu söyleniyor. Binlerce öğrencinin gelemediği konuşuluyor.

FS:

Yerleştirmeler farklı yerlere olabiliyor. Mesela bir öğrencimiz için Hendek’e yerleştirme yaptık. Oradan servisler olacak. KYK’nın kapasitesi aslında çok arttı. Ama öğrenciler, ilk geldiklerinde yurtta kalmak sonra eve çıkmak istiyorlar. O ilk andaki talebe göre yurt yapmaya kalksak 60 bin kişilik yurt yapmamız gerekir. Ama gerçek talep böyle değil. Bu yüzden geçici yerleştirme yapılıyor. Hiç kimseyi, özellikle kız öğrencileri açıkta bırakmamaya özen gösteriliyor. Zaten yer bulamıyoruz diyenlerin birçoğu, bir süre sonra evi tercih ediyor.

TK:

Okullar açılalı üç hafta oldu. Öğrencilerin tamamı gelmeye başladı mı? Gelemeden giden, kalacak yeri olmadığı için okula devam edemeyen öğrenciler var deniliyor.

FS:

Kalacak yer sorunu yok. Ama istediği yerde kalamayabilir. KYK’dan aldığımız bilgi, hiç kimseye ‘kalamazsın’ denilmiyor ancak tabi merkezdeki yurtlar dolduğu için Hendek’e, Arifiye’ye gönderiliyor, oralardan da servis kaldırılıyor. Zaten bir iki hafta sonra, dediğim gibi, talepler gevşiyor, bu öğrenciler yurtlardan çıkıyor ve yerleştirmeler devam ediyor. Yani bir aylık süre içerisinde herkes istediği yere yerleşmiş oluyor.

Dün Hendek’te kalan öğrencinin birisi bana Twitter’dan özel mesaj göndermiş. Neşet Ertaş anma programına katılmak istediğini, Hendek’teki okulun liseden daha iyi durumda olmadığını, Sakarya’ya geldiğine pişman olduğunu yazmış. Ben de ‘Sen yine de derslerine odaklan. 4 yıl çabuk geçer. Sosyal faaliyetlere de katılmaya çalış, bunu başarabilirsin’ dedim. Mesaj atanlardan birisi de üst perdeden girmiş. Yani protestvari bir mesajdı. Ben karşılık verince ‘Hocam cevap vereceğinizi düşünmediğim için öyle yazmıştım. Tabi ki öyle yapacağız’ gibi bir mesaj yazmış. Öğrencilerin, özellikle kampüste olma istekleri var. Bence hakları da var. Ama Eğitim Fakültesi Hendek’te kurulmuş, orasıyla özdeşleşmiş. Biz bir kamu üniversitesiyiz. ‘Üniversiteyi oradan aldık’ deme imkânımız yok. Gerçekçi olmak lazım…

Çok talep var. Öğrenciler belki kendi cephelerinden haklılar. Ama zaten Eğitim Fakültesi’nin Hendek’te olduğu yazılıyor, gizlenmiyor. Kampüste olduğu söylenip de kandırılmış değiller. Ama tabi öğrenci ister. Biz de belediyeyle birlikte mümkün olduğunca merkeze transferi kolaylaştırmak, sosyal aktiviteleri hem orada da yapmak hem buradakileri duyurmak konusunda gayret ediyoruz.

TK:

Apartlarla ilgili birtakım sıkıntılar ve şikâyetler var. Bu tür konularda sizin yaklaşımınız nedir?

FS:

Üniversitenin alanı belli… Biz tutup da Sakarya’daki tüm barınma sorununda ya da belediyelerin ve emniyetin yetki alanına giren konularda ahkâm kesemeyiz. Ama Sayın Emniyet Müdürü’müzle de görüştüm. Onlar, asayiş anlamında uygun olmayan uyuşturucu kullanımı ve pazarlaması gibi konularda sürekli denetim yaptıklarını söylüyorlar. Bana, Sakarya’daki algının biraz abartılı olduğu söylendi. Sanki çok vahim bir durum varmış gibi bir algı olduğunu söyledi. Öyle bir şey yok. Sıkı takip ve denetimler yapılıyor.

Öğrencinin neyi tercih edeceğine kendisi ve ailesi karar verir. Benim tavsiyem ancak şu olur: Üniversite; alacağı formal eğitimin yanında kişiliğin önemli ölçüde oluştuğu, öğrencinin başkalarıyla ‘gerçek dünyaya benzer’ ilişkiler kurduğu bir aşama. Lisede daha çok aile kontrolünde, daha kontrollü bir ilişki var. Üniversitede daha sosyal ve karmaşık ilişkiler. Tam gerçek dünya, iş dünyası gibi olmasa da daha sahici ilişkiler kuruluyor. Öğrencinin gelişimi açısından da doğru olan, sosyalleşmesinin sağlanacağı yerlerde bulunmasıdır. Apartlar bunu sağlamıyor.

Bu sosyolojik olarak bir vaka... Dolayısıyla öğrencilerin gerek özel yurtları gerek KYK yurtlarını veya STK’ların bünyesinde yurtları tercih etmesini şahsen tavsiye ederim. Zaten benim çocuklarım da oralarda. Ama sonuçta buna karar verecek olan çocuklar, aileleri ve şehirdeki genel imkanlardır. O anlamda da vakıf ve derneklere ait yurtlar da çok sayıda var. Fena bir hizmet çıkarılmıyor gibi görünüyor. Yine de her halükarda apartları tercih eden öğrenciler de çıkıyor. Onlara bizim tavsiyemiz olur ancak onun dışında ne yapacağını herkes kendisi bilir.

Editör: TE Bilişim