Nejdet Birsayı’nın 1978’den başlayıp deprem yılı 1999’a dek süren Sakaryaspor amigoluğundan leziz bir güldeste… Her biri drama tadındaki maç hikayeleri, dönemin futbol yıldızlarının, başkan ve idarecilerinin, taraftarlarının portreleri,  şehir-futbol ilişkisine dair gözlemler… Sakarya’da futbol ortamı hakkında taşlamalar… Ve tabi ki eski Adapazarı sahneleri…

Söz konusu yeşil/siyah renk olunca her tarafına bir eroinman dalgınlığı tırmanan ve bugün 80’ine merdiven dayayan Amigo Çarli anlatıyor. Onun kendi üslubu içinde anlattıkları ‘Futbol sadece futbol değildir’  deyimini doğruluyor. Daha fazla ekletmeyelim sizi. Buyurunuz…

Sözü uzatmadan söyleşiye girelim:

-11.12.1940 doğumluyum. 9’u erkek, 8’i kız 17 çocuk babasıyım. 30 torunum var. Ağır Bakım Fabrikası’ndan emekliyim. Geldik gidiyoruz. Bu yolculukta tek aşkım Sakaryaspor oldu. Onunla sevindim, onunla ağladım. İçerdeki maçları hala kaçırmam. Bir kenarda oturur, içim löpür löpür ama sessiz sessiz aşkımı izlerim. Artık yaşlandım. Deplasmana gidemiyorum.

Sizdeki Sakaryaspor aşkı nasıl başladı?:

Bakışı uzaklara daldı. Sonra konuştu:

-Sakaryaspor 1965 yılında kuruldu. Daha ilk maçta yeşil siyah renge vuruldum. Bayramda giydiklerim kadar bana ılık mutluluk vermişti. O yıllarda eski Atatürk Stadı şehir dışında kalıyordu. Adı da stadyum değil, bizim için Sakaryaspor sahasıydı. Eski kapalı o zaman tahta tribündü. Sahamız topraktı. İtfaiye yazın toprağı suladığında orayı tozlu bir serinlik kaplardı. Koz helvacı, turşucu, simitçi, gazozcu ve leblebi çekirdek satan tenekeli seyyarların süslediği bu alan Adapazarı’nı ayağa kaldıran maçlara sahne olurdu. 11 delikanlı o toprak sahayı çiğnemeye başladığı zaman yer yerinden oynardı. Alınan tek bir galibiyet davullu zurnalı bir bayrama yol açardı. Bu şehrin vefakar insanları, dişinden tırnağından arttırarak maça gelmenin ızdırabını, mutluluğa çevirmesini bilirlerdi. Ruhu böyle oluşan Sakaryaspor, zamanla Türk futboluna bir alay yıldız armağan eden fabrikaya dönüştü. Altınkafa Muammerler, Sarı İhsanlar, Piç Rıfkılar, Baykullar, Boralar, Kaptan Şerefler, Büyük ve Küçük Aykutlar, Hakanlar, Oğuzlar, Turanlar, Tuncaylar ve daha söyleyemediklerim…

BİR AMİGO DOĞUYOR

-Peki, nasıl amigo oldunuz?

Bir tokatla dedi, gülerek, sonra işin hikayesini anlattı:

-Bizim ilk amigomuz Mübaşir Saddettin abiydi. Ondan bayrağı Ahmet Abi aldı. Amigo Ahmet maçın başlamasına yakın santra noktasına gelir, gür sesiyle tezahürata bir tekerlemeyle taraftarı ısıtırdı: ” Bir baba hindi…Hey Allah/ Olsa da şimdi…Hey Allah/ Pilavı da zerde…Hey Allah/ Rakip takım nerde…Hey Allah.” 1978 yılıydı, Ahmet abi yine çıktı yine aynı şeyi yaptı. Kapalının sağındayım. Ayağa kalkıp, Ahmet Abi başka şey bilmiyor musun” diye bağırdım. Bir art niyetim yoktu. Bir on dakika sonra Ahmet Abi bizim tribüne girdi, beni buldu tokadı yüzüme aşk etti. Bugün bile hala neden sorarım. Sevdiğimizdi, büyüğümüzdü. Bir karşılıkta bulunamazdım. Ama çok gücüme gitmişti. Nejdet, bir daha maça gitme dedim, kendime. Ama olmadı!

Kulağım sende?

Kaptırdı kendini:

-Tokatı yedikten iki hafta sonra içerde oynuyoruz. Gittim altıma siyah pantolon aldım, üzerime de parçalı yeşil/siyah gömlek diktirdim. Siyah bir kunduram vardı, eşini de yeşile boyattım. Uzun sopalı büyük bir bayrak diktirdim. Tribüne çıkmayacağım ya!.. Kendimce çözüm buldum. Valilik tarafı o zaman tribün değildi. Yüksek taş duvardı. Gittim dışarıdan o duvarın üstüne tırmandım. Açığa bayrak sallayarak ‘yeşil’ diye bağırdım, sonra kapalıya dönüp sallayarak ‘siyah’ diye bağırdım. Maçın değişik bölümlerinde açığa dönüyorum ‘yeşil’ diye bağırıyorlar, kapalıya dönüyorum ‘siyah’. Gazeteciler gelip fotoğraf çektiler. Ertesi günü gazetelerde resmimi gördüm: Başlığı: “-Kim bu taraftar?” Sonraki maçta yine aynısını yaptım. Bu sefer gazeteciler geldiler bana adımı soruyorlar.

Birden kahkahalarla gülmeye başladı. Dur bakalım arkasından ne gelecek?

Güçlükle sözünü sürdürdü:

-Ulan adımı söyleyemiyorum. Niye? Bizim aile, annem, babam sofu. Evde cemaatle namaz kılınıyor. Onlar için top günah. Korkuyorum bizimkilerden. Askerden önce boks yapmıştım. O zaman arkadaşlar bana Çarli olarak sesleniyorlardı. Kendimi gizlemek için ‘Benim adım Çarli’ dedim. Spor muhabiri ‘Dede Nevzat’ vardı.  İkinci maçtaki fotoğrafımı kullanarak altına Amigo Çarli diye yazdı. Biz olduk amigo!

Peki, yeni amigonun eski amigodan farkı ne oldu?

-Tribüne yenilik getirdik. İmkan elverdiği kadar hem Türkiye’de hem dünyada tribünlere farklı bakmaya başladım. Sakaryaspor da hızla yükseliyordu. Üçlü çektirmeye başladım. Yani ıslıkla 1-2-3 yapıyorduk. Meksika dalgasını getirdik tribüne. Bir de taraftarla örgütlendik. Kapalı Salon’da tezahürat antrenmanları yapmaya başladık. Şarkılar ürettik. Mesela “Bursa’yı koyduk kazana kaynıyor/Bursa’nın kalesinde oynuyor/O-0-00-0-0 gibi…Mesela, “Kocaeli’nin ufak tefek taşları / Bak geliyor Sakarya’nın koçları”gibi, gibi… Taraftar antrenmanlarında kendimizi eğittik. Maçın 90 dakika olduğunu kafalarımıza kazıdık.

HEM GÜLDÜREN HEM DE DÜŞÜNDÜREN ANILAR

Hadi biraz ince konulara girelim. Bu zaman zarfında ilginç anılarınız birikmiştir. Seçip paylaşır mısın?

Ayağa kalktı. Hindi gibi kabardı. Tüm içtenliğiyle:

-Amigoluk yaptığım 20 yıl boyunca dayak yedim ben. Hangi birini anlatayım. Denizli ile deplasmanda oynuyoruz. Leblebi gibi golleri attıkça tribünden ü-ürü-üüü diye horoz sesi çıkarıyoruz. Çıkışta Denizli taraftarlarının arasında kaldım. Beni caddeye oturttular. İyi ötersen canını kurtarırsın dediler. Canımı kurtarmak için öttüm vallahi.

Anılar denizine düştük. Coştu:

-Her maçımız olaydı. İçerde oynadığımız Fenerbahçe maçında, fener taraftarları bana ayar olmuş. Biz kaç hafta sonra hatırlamıyorum İstanbul’da Beşiktaş maçındayız. 8 Fenerli taraftar Beşiktaşlı gibi maça girmiş. Devre arası tuvalete girdim. Çıkışta önümü kestiler. Tanıdık gibi davranıyorlar: ‘ne haber amigo filan’ Maçta gerginlik yok. Mağlubuz ayrıca. Hiç beklemiyorum. Bizi tanıdın mı dediler. Üzerime çullandılar. Polisler yetişinceye kadar ıslattılar beni.  İstanbul’dan kafam dikişli döndüm.

Polis dedik de, diyerek gülümseten bir anısını paylaştı:

-80 İhtilali’nde statlara kurallar getirdiler. Ama bizim kafa aynı kafa. İçerdeki her maçımız curcuna. Taraftarımızda cümbüşe alışık. Sakarya Emniyet Müdür Yardımcıları 5 Numara lakaplı Nihat Bey ile Kanun lakaplı Fevzi Bey vardı. Her maçta peşimdeydiler. Maçtan beni alıp emniyet nezaretinde bekletirlerdi. Şimdi hatırlayamadığım bir maçta hem de maç oynanırken üç kez emniyete gittim, geldim. Kanun Fevzi beni aldırıyor. Kulüp Başkanımız Tuncer Tepe’de emniyetten aldırıyor. Hey gidi günler hey. Üç sezon benim Bursa ve Eskişehir’e girmem yasaklanmıştı.

Açıldı. Gülerek söze devam etti:

-Takımların amigoları birbirlerini tanırdı. Herkes kendi şehrinde misafir amigo ve üç beş arkadaşını maçtan önce ağırlardı. Galatasaray ile maçımız var. Amigoları Karınca Ezmez ve arkadaşlarını Şölen Restaurant’ta ağırladım. Onlar otururken müsaade isteyip ayrıldım. Müsabakadan önce tribünü ateşlemek görevimdi. Ulan maç başladı ben küüüt diye yıkıldım. Ayakta duramıyorum. Hastanelik olduk. Serum filan. İleriki yıllarda Şevki abi söyledi ki,  gün benim içeceğe ilaç atmışlar.

Durmadı. Ona gurur yaşatan anısına geçti:

-Ben amigoluk yaparken tek tip kıyafet giydim. Siyah pantolon ve Sakaryaspor tişörtü ya da kazağı. İçerde, dışarda. Hafta başı, hafta ortası, maç günü hiç fark etmez. Deplasman oynadığımız Konya maçında büyük olaylar oldu. 2-2 berabere kalarak averajla şampiyonluğu Konya’dan söküp aldık. Maçtan sonra stat dışında Konya taraftarlarının arasında kaldım. İtip kakıyorlar beni. Balkonlardan saksılar düşüyor üstüme. Bir araba yanaştı. İçinden biri çıktı. Konyalılara biraz da sert çıkarak beni arabasına aldı. Arabada Nazmi Can’ı tanıyor musun diye sordu. İşimi sağlama almak için tanıyorum,  kardeşi Talip’le her gün beraberim dedim. Şoförler Cemiyeti binasına geldik.  Cemiyet başkanıymış. İki kişiye görev verdi: “-Bu arkadaşı benim arabamla Adapazarı’na kadar götürün.” Özel araçla Adapazarı’na geldik. Hatıra bak hatıra!.

DÜNYA REKORUNU NASIL KAÇIRDIK

Peki, hala etkisinde kaldığın, üzüntüsünü atamadığın bir anı olmadı mı?

Ayağa kalkıp belini doğrulttu. Sesini yumuşatarak:

-Olmaz mı ya. FB, GS, BJK’yi içeride dışarıda diz çöktürdüğümüz sezonl, bizim takım bir dünya rekoruna koşuyor. Adana deplasmanın da gol yemezsek eğer, 820 dakika gol yemeyen adını şimdi hatırlayamadığım bir takımın rekorunu geçeceğiz. Başkan Tuncer Tepe. Genel Kaptanımız 21 yaşındaki Zafer Demircioğlu.  Demircioğlu cebinden parası, THY’dan jet kiraladı. Adana’ya gittik. Maça çıktık. 4-2 yenildik. Maçta 4 golü de biz attık ama yenildik. İkisi kendi kalemize, ikisi rakip kaleye. Hakem maçı çığırından çıkarmıştı. En iyi oyuncularımızdan Tuna’ya kırmızı kart gösterdi. Uçakla dönüyoruz. Bir baktım maçın hakemi uçakta. Büyük gazetelerin yazarları da uçakta. Hakemin yanından geçerken, “ Hocam bizi yaktın” diyerek sitem ettim. Sanki küfür etmişim gibi bağırıp bana saldırmak istedi. Kravatı elimde kaldı. Uçak karıştı. Başkanımız araya girdi beni fena haşladı. Aydın Zengin beni hem başkanın hışmından hem de hakemden korudu. Sonra Tuncer abi gönlümü şu sözlerle kazandı: “-Oğlum, herif Tuna’yı atmış. Rapor yazacak. 1 maç cezalık da yazar, 5 maç cezalıkta yazar. Sana bilerek kıydım. Onunla yakınlaşarak ucuz kurtaralım diye…”

İNGİLTERE’DEN ORKESTRA ŞEFLİĞİ RÜTBESİ

Amigo defterini kapamadan söylemek istediğin bir şey var mı?

Gözlerime baktı. Yüzünde çocuksu bir sevinç oluştu. Ve ekledi:

Eskişehirspor’un amigosu Orhan, tüm zamanların en büyük amigosu olarak bilinir. Türkiye-İngiltere milli maçında Türkiye Futbol Federasyonu Orhan ve beni resmi amigo olarak görevlendirdi. O maçta bizim Türk taraftarlar İngilizleri büyülemiş. İngiltere gazetelerinde Orhan ve benim resmimle büyük bir haber yayınlandı. Şöyle: “Dünyanın en büyük orkestra şefleri.”

AMİGO’NUN GÖZÜNDEN BAŞKANLAR

Amigo Çarli’den anı penceresini eski başkanlara açmasını istedim?

Önce duraksadı. Nefes aldı ve özetledi:

-Muhabbetin başında Sakaryaspor ruhunu söyledim. Bu bedavadan olmadı. İlk başkan Ethem Boran ile kulübün temeli öyle sağlam atılmış ki. Sakaryaspor’un 90 dakikası uğruna tribünlerde titreşen taraftarlar, cebindeki kuruşları bu 11’in üzerine seve seve serpmişler. Manavı, esnafı, ticaret erbabı bir yardım kampanyası söz konusu olduğu an ‘en kıymetli çocuğumuz’ diyerek kulübe para ayırmışlar. Bu ortamı sağlamak kolay mı? Arkasından gelen İbrahim Demircioğulları, Behçet Deryaoğulları, Hurşit Konuklar bu ortamı sürdürmüşler. Daha sonra gelen Ömer Aydemirler, Fikret Şenler, Gündüz Serinler bu ortamı kökleştirmişler. Şimdi adını anamadığım o dönemin başkan ve idare heyetlerini biz görürdük ama anlamazdık. Sonra bu işlerin kenarına sokulunca o kuşakların ne büyük insanlar olduğunu anladık. Allah onlardan razı olsun. Tertemiz kulüp temeli atmışlar. Sakaryaspor benim amigoluk yaptığım dönemlerde üç büyüklere diz çöktüren takım olduysa bu temel üzerinde yükseldiği içindir. Yükselten başkanların başında da bence Tuncer Tepe, Erkal Etçioğlu, Aydın Zengin gelir.

TEPE, ETÇİOĞLU, ZENGİN İLE YÜKSELİŞ DÖNEMİ

Çok şey söylemek istiyor gibiydi. Ama sakınıyordu. Bu çekingenliğini Sakaryaspor aşkına verdiğim için kurcalamak istemedim.

Biraz soluklandı. Çat pat ipuçları verdi:

-Temel atanlar ile yükseltenler dedim. Tuncer Tepe’yi bütün Türkiye tanıyordu. 67 vilayetle iş bağlantısı vardı. Bir düşünsene, başkan koltuğunda oturan adamın yaşattığı gurura bak.  Onun zamanında o zaman ki adı 1’nci lig, şimdiki adı Süper Lig’e çıktık ve üç büyüklere kafa tuttuk. Aydın Zengin’le Türkiye kupasını kazandık. Avrupa Ligine açıldık. Samsun’da oynadığımız kupa maçından sonra bizim takım otobüsü ve taraftar konvoyu sabah 05’te Hendek’te karşılandı. E-5 trafiğe kapandı. Gece 21.00’de bulvara gelebildik. Erkal Etçioğlu başkanlığında kazandığımız lig şampiyonluk gecesini unutulmaz. Sabaha kadar bütün şehir bulvarda düğün yaptı. Demek ki yükseliş dönemi eski temel üzerinden gitti. Şehrin gönlünde taht kurmuştu Sakaryaspor.

Gözlerini çatarak bana doğru dikti. İç çekerek ağzından şu sözler döküldü:

-Bu yürüyüş demek ki yirmibeş yıl kadar devam etti. Sonra bir profesyonel akıntının uzunluğuna kapıldı bu kulüp. Bir takım insanlar geldiler. Hani kaşığı ile verip, sapı ile göz çıkartan cinsten. Şirket mirket dönemleri filan. Bu yalan birkaç yıl sürdü. Geçici başarı da olmadı değil. Ama sonra ne oldu? Kendilerini zengin ilan edenler sonra kaçtılar. Hem de bir şehrin çeyrek asırlık sevgisini de kaçırarak. Sakaryaspor bir yığın akılsız borç ile yalnız kaldı. Kimse tınmadı bu ızdıraba. Sonra bir takım isimsiz yeniler geldiler. Bu enkazı amatör bir zindelik ile kaldırmaya gayret ettiler. Hem de şehrin desteğinden mahrum bırakılmış bir yığın borcun sıfırları etrafında ya sabır çekerek. Olmadı. Hala olmuyor.. Ne güzeldi 70’ler, 80’ler ve 90’ların başı. Eğer şehir eskisi gibi adam gibi kükrerse o efsanevi günleri ancak yakalayabiliriz.

SAYISAL LOTO’DAN BÜYÜK İKRAMİYE ÇARLİ’YE

Amigo Çarli’nin içinin acıdığı dakikalardayız. Söyleşimizi konu dışında bir soruyla bitirmek istedim: 

-Size Türkiye’nin en büyük piyango ikramiyesi çıkmıştı. Durum ne alemde? İşe yaradı mı?

Bu defa lafını politik biçimde bağlamaya özen gösterdi:

-Bir kere değil, iki kere en büyük ikramiye bana çıktı. İkisi de sayısal lotodan. Biri 2001 yılında eski parayla 590 milyar aldım, diğeri 2006 yılında 958 milyar. Çok büyük paralardı. 2001’de çıktığında en pahalısından dört ev, dört de araba aldım. Parayı değerlendirmek kolay mı? İşadamı değilim ki. Çok fakir doyurdum. Çok garip ısıttım. Çok düşkünü sevindirdim. Hastalığı olan, ameliyatı olan çaresizlere yardım ettim. Para suyunu çekti şimdi. O iyilikleri yapacak gücüm yok; ama kimseye ihtiyacım da yok çok şükür.

Editör: TE Bilişim