2006 yılında gazetemizdeki seri röportajlarıyla Nezih Demirkent Yerel Basın Ödülü’nü kazanan Tamay Açıkel’in, denemeleri ve köşe yazılarından sonra ilk kitabı ‘1915 Baharında Çanakkale’ oldu.

İş Kültür Yayınları’ndan çıkan kitap ‘Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale cephesinde görev yapmış olan Dr. Behçet Sabit Erduran’ın günlüğü. Tamay Açıkel'in günümüz Türkçesine aktararak yayına hazırladığı ve Çanakkale Savaşı'na dair belge niteliği taşıyacak ayrıntıları bulunan günlük, 100 yıl sonra okurlarıyla buluştu. Tamay Açıkel ile kitap hakkında bir söyleşi yaptık.

Tamay Hanım öncelikle sizi biraz tanımamız adına neler aktarmak istersiniz? Adapazarı ile bağlantınız nedir ?

Evlendikten sonra Adapazarlı oldum. Ordu'da doğmuşum ama orada hiç oturmamışız. Ebeveynimin öğretmenlik mesleği dolayısıyla Anadolu'da epey dolaşmışız. Keşap, Ankara, Cılavuz, Yunus Emre, Çanakkale (6 yıl) ve en son ben on bir yaşındayken İstanbul… İ.Ü. İktisat Fakültesi'ni bitirdim. Eşim İsmail Arzu Açıkel ile orada tanıştık. Bir kızım bir de oğlum var. Onların da eşleri, çocukları var. Depremden sonraki toparlanma yıllarında SAGÜSAD’da dergi çalışmaları ve o kapsamda, sanat ve edebiyat üzerine röportajlar yapıyordum. Değerli Özgür Arık’ın teşvikiyle Bizim Sakarya Gazetesi'nde de yazı yazmaya başladım. Yerel halktan değişik meslekleri ve merakları olan insanlarla yaptığım, Adapazarı’nın kültürel çeşitliliğini de vurguladığım bir dizi röportaj 2006 yılında Dünya Gazetesi’nin düzenlediği Nezih Demirkent Yerel Basın Ödülüne layık görüldü. Bu ödül benim için hala çok değerli. Sonra beş yıl daha gazetedeki yazılarıma devam ettim, ki şimdi yaptığımız söyleşi bizi yeniden buluşturmuş oluyor. Ama bu kez soruları soran sensin sevgili Ece. Yazıldığından yüz yıl sonra okurlarıyla buluşan Behçet Sabit Erduran'ın hatıratının tanıtımına katkıda bulunduğun için sana içtenlikle teşekkür ederim. Gazetecilik ve yazı hayatında başarılar dilerim.

Bu kitap bir doktorun günlüğü esasında…Siz derleyip düzenleyip bizlere sundunuz. Peki sizin elinize geçiş hikayesi nedir? Bir SAGÜSAD gecesinde kitabınızın söyleşisine katılmıştım. Günlüğün yıllarca babanızın dolabında durduğunu söylemiştiniz…


İlkokul yıllarımda annemin ve babamın öğretmenlik görevleri dolayısıyla Çanakkale’de bulunuyorduk. Benim Çanakkale Zaferi’nin 100. yılında yaptığımı, aslında o zaman babam yapmak istemiş. Hatta niyeti eski yazıyı doğrudan okuyarak çevirmekmiş. Henüz çok genç ve  yayımlanmış bir kitap deneyimi var; orta sanat okullarında okutulacak bir tarih ders kitabı yazmış… Zaman, bugüne göre savaşa elli yıl daha yakın; yer, olayların geçtiği Çanakkale ve savaşı görenlerin çoğu hayatta… Yani koşullar uygun. Ama yapılamamış. İstanbul’da oturduğumuz yıllarda da bir şey değişmemiş. Babam günlüğü bana emanet ettiği zaman artık 80 yaşının üzerindeydi. Araştırmalarım sonucunda ilk bilgiler hemen ortaya çıkmaya başladı. Günlük, Türkiye’de üroloji biliminin gelişmesine büyük emek vermiş değerli Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran’a aitti. Ünlü keman sanatçımız Ayla Erduran da onun kızıydı. Babam çalışmalarımla ilgilendi; yoluna girdiğini gördü, memnun oldu ama ne yazık ki kitap olarak göremedi.

Bu hatıratı gün yüzüne çıkarmanızın sizin için özel bir anlamı var mı?

Elbette var. Çeşitli yayınevlerinde, arşivlerde çalışanlar, yani mesleğiyle ilgili olarak bunu yapanlar için de eminim anlamı büyüktür. Hatta onlar metni ilk elden okuma mutluluğunu da tadıyorlar. Benim için durum daha farklı tabii. Behçet Sabit Bey’in günlüğü, tarihimizde çok önemli bir yeri olan Çanakkale Savaşı’na başka bir açıdan ışık tutacaktı. Ayrıca, babam onu bana emanet etmişti ve okuyucuya ulaştırılması artık benim boynumun borcuydu. Bu sorumluluktan kaçmak aklımın ucundan geçmedi. Şunu içtenlikle söylüyorum; savaş koşullarında görev yapan genç bir doktor tarafından büyük bir çaba ve özveriyle yazılmış böyle bir eser üzerinde çalışmak hayatımdaki en güzel deneyimlerden biri oldu.

Dr. Behçet Sabit Erduran’ın yazmış olduğu bu günlükte hangi gün sizi daha çok etkiledi? Sebebi nedir?

Behçet Sabit Bey Çanakkale Deniz Zaferi’nin kazanıldığı gün(18 Mart 1915)gördüklerini; bütün o şiddet ve dehşet anlarını neredeyse dakika dakika not ediyor. İtilaf devletleri donanmasına ait zırhlılardan“yüzen kaleler” diye söz ediyor. Medeniyetin en gelişmiş silahlarıyla donatılmış bu gemilerden üçü, o gün batırılıyor; dördü de ağır hasar görüyor ve savaş dışı kalıyor. Günlüğün kapsadığı süre üç buçuk ay kadar. Kara muharebelerinin başladığı 25 Nisan günü de önemli. Bu tarihten sonra ölü ve yaralı sayısı çok artacak ve oradaki üç doktor artık binlerce yaralıya yetişmeye çalışacak. Ama Behçet Sabit Bey,biraz daha uykusuz kalmak pahasına da olsa yazmayı sürdürecek.

1915 Baharında Çanakkale’yi biz okuyucularınıza sunmanız ne kadar sürdü? Kitabı yazarken alıntılar ya da günlüğün içersinden çıkardığınız sayfalar var mı?

Alıntı demeyelim de dipnotlar, açıklamalar var elbette. Bunların bir kısmı benim araştırmalarımdan. Olayların tarihsel gerçeklere uygunluğunu yer isimlerini ve daha başka konuları defalarca kontrol ettim. Günlük, o devirde bile halktan kişilerin anlayamayacağı bir dilde, yani Osmanlıca yazılmıştı… O devrin iyi bir eğitim görmüş kültürlü insanlarının, devlet görevlilerinin kullandığı bir dille; yani uzun cümleler, Arapça ve Farsça tamlamalarla yapıyordu bunu. Behçet Sabit Bey gördüklerini yazarken bu bilgileri, görev yerleri gereği olaylara daha yakın olanlardan duyduklarıyla da karşılaştırmış ve doğrulamıştı. Çünkü belge değeri taşımasını istiyordu. Onun doğa betimlemeleri de çok güzel. Bu bakımdan kitabı günümüz okuruna hem genç doktorun heyecanını eksiksiz yansıtarak hem de belgesel niteliğiyle sunmak gerekiyordu. Zafer’in yüzüncü yılını hedeflemiştim ve önümde yeterli zaman vardı. Kısa uzun kesintilerle birkaç yılda tamamladım. İş Bankası Kültür Yayınları’nın bir Çanakkale dizisinin olması beni oraya yönlendirdi. Elbette bunda öncelikle yayınevinin saygınlığı etkili oldu.

VE AYLA ERDURAN…
*Dosyayı 2014’ün sonunda teslim ettim. Hemen hemen yayına hazır durumdaydı. Yayınevi kitabı basmayı kabul edince, önce Behçet Sabit Bey’in kızı Ayla Erduran ile görüştük. Kendisi çok şaşırmakla birlikte çabamı çok takdir etti ve basımını memnuniyetle onayladı. Yayınevinin hazırlık çalışması kapsamında olmak üzere savaş dönemine ait fotoğraflar bulundu. Ayrıca dosya Çanakkale Savaşı uzmanı Şahin Aldoğan tarafından da gözden geçirildi ve bazı açıklamalar ile dipnotlar eklendi. Savaşın taraflarına ait mühimmat ve insan gücüyle ilgili birkaç liste vardı. Onlarda yanlış bilgilere rastlandı ve kafa karıştıracağı gerekçesiyle çıkarıldı. Ancak, hatıratın orijinal nüshası bir gün yayımlanabilir ve o zaman, isteyen bunları da inceleyebilir.

Siz bu kitabı hazırladığınız günlerde, o olayları tekrar tekrar okudukça yaşamış gibi oldunuz. Günümüz gençliğine neler söylemek istersiniz?

Ne yazık ki biz, İlber Ortaylı’nın “tarihçi ulus” diye nitelediği birkaç ulustan biri değiliz. Hatta tarih sevmeyen bir ulusuz da denebilir. Bize tarihi sevdirmediler demek sadece bahane. O zaman, matematiği de sevdirmediler, sanatı da sevdirmediler... diye uzayıp gider liste. Ancak, son yıllarda Çanakkale’ye, Gelibolu savaş alanlarına, şehitliklere ülkenin her yerinden ziyaretçiler geliyor. Takdir edilecek bir ilgi doğdu. Bir de bu ziyaretlerde adım başı mucizelerden söz edilmese.
Tüm savaşlar, insanlığın “keşke yaşanmasaydı” denecek acı gerçeği. Özellikle de Birinci Dünya Savaşı ve onun içinde yer alan Çanakkale Savaşı. Bu gerçeği değiştiremeyiz ama dersler çıkarabiliriz.  Bugün yolunda gitmeyen bir şeyler varsa ve bizler insanlığın geleceğine küçücük dahi bir katkımızın olmasını istiyorsak, en azından bir öğrenme çabası göstermemiz gerekir. İnternette bu savaşlarla ilgili birçok belgesel var. Bunlar artık herkesin elinin altında. Gençlere şunu söyleyebilirim: belgeselleri izlesinler. İzledikçe merak ve ilgileri uyanacak ve daha iyi anlayabilmek için belki daha derin araştırmalara bile ihtiyaç duyacaklardır.


Bu ilk kitabınız. Okurlarınızı yeni kitaplar bekliyor mu? Düşündüğünüz projeler var mı?
Bizim Sakarya Gazetesi’nde 2005-2011 yılları arasında yazdığım yazıların güncelliğini koruyanlarından bir seçki yapmayı düşünüyorum öncelikle. Ancak henüz başlamadım. 

Röportaj: Ece Aya

Editör: TE Bilişim