Dün sabah… Birkaç günlük sağlık molasından sonra minibüs dolmuşla Camili’den gazeteye doğru hareket halendeyim. Saat 10.00 suları…

                                       **

Bir yandan minibüsteki koltuğumda gazeteye doğru yolculuk yaparken yazacağım yazının temellerini atıyorum, bir yandan da sağıma soluma bakınıyorum ki, başka bir şeyi kaçırmayayım diye…

                                       **

Beni bilen bilir, ‘Nuh’ derim, minibüs dolmuşa binmem. Varsa yoksa belediye otobüsü. Her zamanımı, her şeyimi, her randevumu, Büyükşehir’in ulaşım saatlerine göre ayarlarım. Ama dün ne olduysa bunu ıska geçtim ve kendimi Camili dolmuş minibüsünde buldum…

                                      **

Söylediğim gibi saat 10.00 suları. Bir yandan yolculuk ediyorum, bir yandan da dışarı kakıyorum. Minibüs çok hafif bir sarsıntıyla durdu. Ya bir durakta, ya da kırmızı ışıkta durduğunu tahmin ettim. Tahminim gibi kırmızı ışıkta durmuşuz. Ben en arka dörtlü koltuğun sağ tarafında oturuyorum.

                                      **

Başımı yavaşça sağa doğru çevirince, yandaki aracın ön kapı camından aşağı doğru kaymış bir kol gördüm. Kolun parmaklarında da bir sigara var. Yeşil bir kapı. Yeşil bir araç. Dikkatlice baktım evet bu bir belediye otobüsü. Hemen sağımızda durdu ve o da kırmızı ışığın yeşile dönüşmesini bekliyor.

                                       **

Camdan aşağı doğru, dirseğe kadar sarkmış kola dikkatlice bakınca, parmaklarında sigara tuttuğunu bir kez daha net şekilde gördüm! Ne enteresan değil mi? Belediye otobüs şoförü basmış frene, bir yandan yeşilin yanmasını bekliyor, bir yandan da sigarasını çekmeye çalışıyor.

                                       **

Kapı camından sarkmış, parmaklarında sigara tutan kol, bir ara içeri çekilince ben de gözlerimle takip ettim. Bu sefer daha ayan beyan gördüm. Kolun sahibi, o körüklü 24-Camili-Kampüs otobüsünü kullanan şoför. Kolunu içeri çekerken, zaten çukurda olan şoför koltuğuna biraz daha gömüldü. Dumanı çekti…

                                        **

Çekti de nereye üfledi, onu yandaki minibüsten göremedim! Sonra yeşil yandı biz ayrıldık, o kol bir daha dışarı çıktı. Sigarayı atmak için mi? Yoksa sigara içme ritmini bir fırt daha uzatmak için mi onu anlayamadım.

                                      **

Ama anladığım bir şey varsa onunda, elli-altmış yolcunun bulunduğu, en az iki kamerayla takip edilen bir belediye otobüsünde, otobüs şoförünün sigara içme cesaretinin büyüklüğüydü… O an o otobüste olmak ve muzipçe o şoförün gözlerinin içine bakmak isterdim.

                                      **

Şehrin en kalabalık yolu. Şehrin en kalabalık ve en büyük yolcu otobüsü. Ders öncesi ve sabah vakti sayılacak bir zamanda o şoför, bu arkadaşları, sigarasını püfüttüre püfüttüre götürüyor. Bu olayda unutamadığım ne biliyor musunuz? O kolun, otobüs camından aşağı doğru öyle hafif, öyle yavaşça kayması vardı ki, dışarıdan hiç kimsenin dikkatini çekmesi mümkün değil.

                                     **

Benim bindiğim dolmuş minibüs, benim oturduğum koltukla sıfır derece ve de tesadüfen o otobüsün şoför koltuğunun yanına yanaşmasaydı bende göremezdim. Belediye otobüs şoförünün bu olayda ki, ‘Kimse beni görmez’ zannı da tarafımdan çürütülmüş oldu.

                                    **

Kendisine benden nasihat; Sigarayı bırak, şoförlüğü bırakma!