Merhabalar,

   Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce, üstüne yazmam gereken konu başlığı hakkında sosyal medyadan, köşe yazılarından, bloglardan ufak bir araştırma yapmak, insanların öncelik verdiği konular hakkında bilgi sahibi olmak istedim.

   Gördüğüm kadarıyla insanlar genelde kendini ya da toplumu negatif/pozitif bir şekilde etkileyen konuları kaleme alma eğiliminde oluyorlar haklı olarak. Buraya kadar her şey normal fakat üzerinde durmak istediğim birkaç konu var ki bunlar; konu fark etmeksizin hemen herkesin bilgisi olsun olmasın eleştirme, fikirlerini başkalarına dayatmaya çalışma, en doğrusunu ben biliyorumculuğu oynama, ahkâm kesme ve hatta tüm bunları saygısızca ve saldırgan bir tavırla gerçekleştirme cesaretini kendilerinde bulabiliyor olmaları.

   Tüm bunlar insanlar arasındaki iletişimin bozulmasını, toplumu nefrete sürüklemeyi ve çoğu sosyal platformda devasa bir bilgi kirliliğini de beraberinde getiriyor. Üzülerek söylüyorum ki özellikle ülkemizde bu oran sizlerin de medyadan aşina olduğu gibi bir hayli fazla. Değinmek istediğim konu kesinlikle insanların fikirlerini beyan etme özgürlüğünü eleştirmek değil, bir eleştiriyi/yorumu ne şekilde yaptığıdır.

   Herkesin her konuda fikir sahibi olmasını beklemiyoruz. Gelin görün ki toplum olarak “bilmiyorum, fikrim yok” demekten de oldukça uzağız. Bunun yanında ciddi bir iletişim problemimiz olduğu kanaatindeyim, herkesin bir şeyler söylediği fakat kimsenin kimseyi dinlemediği, dinlese dahi anlamak istemediği…

Dikkat ederseniz “anlamıyoruz” demiyorum “anlamak istemiyoruz ‘!’ ”. Peyami Safa’nın dediği gibi “Suçlamak, anlamaktan daha kolaydır. Anlarsak değişmek zorunda kalırız.”

   Bir kez kafamıza yerleştirilen, mantık süzgecinden dahi geçirmediğimiz fikirlerimize öylesine sıkı sıkıya bağlıyız ki ödümüz kopuyor haksız çıkmaktan, eleştirilmekten, değişmek zorunda kalmaktan. Üzerine düşünüp temellendiremediğimiz düşünceleri dahi körü körüne savunabiliyoruz ve maalesef içinde bulunduğumuz cehalet bataklığında çırpınıyor, çırpındıkça batıyoruz.

   Sahi neden bu durumdayız?

   Benim aklıma gelen –bunlarla sınırlı olmasa da- ilk nedenler başta saygı olmak üzere, sevgi ve güven eksikliği... Kabaca anlatmak gerekirse kendine, fikirlerine ya da diğer kişilere güveni olmayan insan eleştiri aldığında karşındakini düşman olarak görmeye başlıyor. Karşıt fikirle başa çıkamayacağını anladığında ise kendini var etme çabası içinde bir tür savunma mekanizması olarak şahsa yönelik saldırıya geçiyor.

   Yine başkalarına güven duymayan biri ise yapıcı bir eleştiriye dahi ön yargı besleyip mantığını tatmin ediyor olsa bile eleştiriyi tümüyle reddebiliyor.

   Sadece saygılı olsak birbirimize yeter dediğinizi duyar gibiyim. Gelin görün ki sevginin ve güvenin hâkim olmadığı bir toplumda insanların birbirlerine gram tahammül edemediğini de çok net bir şekilde görebiliyoruz.

   Diğer birkaç başlığı ise yeterli altyapıdan yoksun olma, yanlışla doğruyu ayıracak, yorumlayabilecek donanımın olmaması şeklinde açıklayabiliriz. Bunun sonucunda ise ortaya çıkan şeye “bilinçsiz fanatizm” diyebiliriz diye düşünüyorum. Aynı düşünce etrafında adeta saplanıp kalan, körü körüne, sorgulamadan taraftar olan bu “fanatiklerin” ise çok kolay kaosa sürüklenip yönetilebilir hale getirilebileceği gerçeğini göz ardı edemiyorum.

    Sonuç olarak söyleyebilirim ki gelişmek, bir adım daha ilerlemek adına değişmekten, farklılıklardan, çılgınca görünen, karşıt fikirlerden korkmayalım. Unutmayalım ki hayatta her şey zıddıyla kaimdir. Doğru perspektiften bakarsak deli saçması bir fikirden dahi kendimize pay çıkarabiliriz. Bunun için ise öğretilmiş ön yargılardan arınmalı, vatandaşlık bağıyla bağlı olduğumuz insanlar öncelikli olmak üzere, onlarla kalplerimizin arasına mesafe girmesine neden olacak her türlü davranıştan sakınmalıyız.

   Dinlemezken, anlamak istemezken, ülkece kardeş olduğumuzu, birbirimizden başka dostumuz olmadığını her daim hatırlamak zorundayız! .