Bu haftaki yazımda ekonomimizin son dönemde içinde bulunduğu duruma tekrar bir göz atıp tespitlerimi sizlerle paylaşacağım.

Konu ekonomi ise sürekli aklımızın bir kenarında tutmamız gereken bir bilgiyi hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Algı ve ekonomi ilişkisi. Piyasaya dair insanların zihninde oluşan algı reelde de kendini gerçekleştirme eğilimindedir. Bu durumu kısaca açıklamak gerekirse; insanların piyasa hakkındaki düşünceleri, ekonomik kararlarına da yansıyacağından ve her birey kendi başına bir ekonomik aktör olduğundan, totalde piyasa insanların zihinlerindeki algıya doğru yönelme eğilimindedir. Altını çizmek istiyorum, “eğilimindedir!” diyorum. İnsanların zihnindeki algı kendini gerçekleştirir demiyorum. Zira son birkaç ay içinde yaşadıklarımız, inandıklarımızla gerçeğin arasındaki farkın yüzümüze vurması olarak kendini gayet net gösterdi hepimize.

Ekonomik algının ya da iktisadi literatürdeki karşılığı olan “piyasa beklentilerinin” (market expectations) etkisini göz önünde bulundurarak bu algı üzerinde durum değerlendirmesi yapacak olursak şunları rahatlıkla görebiliyoruz.

İlk olarak piyasadaki herkesin aklında bir karışıklık durumu hâkim. İnsanlar hem şuan içinde bulunduğumuz durumu anlamakta güçlük çekiyor hem önümüzdeki tabloya dair fikir yürütemiyor. Daha önceki dönemlerde krize ihtimal vermeyen insanlar dahi şuan krizi ihtimal dâhilinde tutuyor. İnsanlar arasındaki konuşmalarda rahatlıkla karşılaşılan bir söylem ise kurun tekrar yükseleceği yönünde.  

Bakkal Hasan’ın, öğrenci Samet’in ya da Fatma teyzenin fikri neden piyasayı etkilesin ki, sonuçta milyonları yok diye düşünebilirsiniz. Fakat bu büyük bir yanılgı olacaktır. Çünkü piyasadaki milyonları olan şirketleri besleyenler yine bahsettiğimiz bu insanlar.

Eğer insanların algılarında kriz seçeneği güçlenirse bu sonunda kendini gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaşacaktır. Şahsi izlenimim, toplumun her kesiminin zihninde “kriz senaryosunun” güçlendiği yönünde. İlk odaklanılması gereken şeylerin başında daha önce bu denli sarsılmamış algının acilen toparlanması gelmektedir.

Elbette bu tek başına yeterli olmayacaktır. Algı ve gerçeklik savaşında gerçeklik kaybetmez! Bu sebepten insanların olumlu düşüncelerini reel ve efektif eylemlerle, planlarla bina etmek gerekir.

Son birkaç haftadır döviz kurlarında bir gerileme gözlemlenmekte. Bu olumlu bir durum olmakla beraber tek başına bir iyileşmenin işareti değildir. Volatilitenin (oynaklık) bu denli yüksek olduğu para birimimizde bu kadar kısa süreli bir görüntü kesinlikle güven vermek için yeterli değildir. Fakat tekrar etmekte fayda var ki bu olumlu bir gelişmedir.

Peki, bundan önceki olumsuzlukların bize faturası ne oldu? Şirketlerin üçüncü çeyrek kapanışlarına dair bilançolarına göz attığımızda çok net bir şekilde görebiliyoruz ki dövizdeki dalgalanma hepsinin karlılığını ciddi anlamda eritmiş durumda.  Şirketlerin kambiyo zararları (dövizdeki değişimden ötürü yaşanan zarar ) dudak uçuklatan seviyelerde. Şirketlerin kura adapte olacak zamanı da olamadığından bu ani değişim piyasada adeta bir kıyıma yol açtı. Ve ardından onlarca konkordato haberi de beraberinde geldi.

Bu durumun bir diğer büyük zararı da vergi gelirlerindeki ani azalmadır. Üçüncü geçici vergi ödemelerinde hazinenin fonlanmasında büyük bir olumsuzluğa sebebiyet verecek bu durum da maliye politikalarında sıkılaştırmaları zaruri hale getirecektir. Yüksek kar marjına ve gelire sahip şirketler ve haliyle yüksek vergi ödeyen şirketler son çeyrekte kur sebebiyle zarar eder duruma geçtiler. Tabi ihracat odaklı firmalar bu durumdan daha az hasarla ya da karla çıktı fakat genel tablo totalde piyasanın ciddi bir hasar aldığı yönünde. Bunun üzerine vaat edilen vergi iadeleri vb. eylem planları da hazineyi zora sokacaktır.

Bu noktada yönetimin önünde iki seçenek var. Ya para arzını artırıp vergiden doğacak zararı telafi etmeye çalışacak ve mücadele ettiği enflasyonun daha da artmasına sebep olacak, ya da sıkı maliye ve tasarruf politikası uygulayacak. Şuan için makul gözüken ise kanaatimce; hem kur hem de piyasa açısından, sıkı maliye ve tasarruf politikalarıdır. Bu yapılırken diğer yandan da her türlü teşvik, verimlilik ve gereklilik açısından mutlak suretle denetlenmeli ve gözden geçirilmelidir.

Bir diğer gündemimiz ise enflasyon. Ekim ayında %25.24 olarak açıklanan ve beklentilerin her geçen gün arttığı enflasyona karşı yürütülen mücadele programı kısa vadede beklenen etkiyi yaratmadığı gibi orta ve uzun vadede de bekleneni veremeyecek gibi gözüküyor.

Yaşanan enflasyonun kısa vadede kontrol edilebilmesi orta ve uzun vadede düşürülebilmesi için indirim yapmanın yetmeyeceği ortada. Daha önce de belirttiğim gibi yaşadığımız enflasyonun sebebi girdi maliyetleridir. Bu sebepten sadece son tüketici maliyetlerini düşürmek asla kalıcı bir sonuç getirmeyecektir. Odaklanılması gereken nokta girdi maliyetleri ve ÜFE’dir.

Dikkat edilmesi gereken noktaları özetleyecek olursak;

  • Ekonomik algıdaki belirsizlik son derece yüksek. Algının iyileştirilmesi ve arkasının da reel ve efektif eylemlerle doldurulması gerekmektedir.
  • Yaşanan ciddi vergi geliri kaybı para arzı ile değil tasarruf politikalarıyla giderilmeye çalışılmalıdır.
  • Teşviklerde gereklilik ve verimlilik mutlak suretle gözden geçirilmelidir.
  • Enflasyonla mücadelede hedef girdi maliyetlerini düşürmek olmalıdır.

İçinde bulunduğumuz ekonomik tabloya ne durumdayız diye bir bakmak istedim. Gördüklerimin bir kısmını paylaştım. Başka gördüklerim ve göremediğim şeyler de var muhakkak. Fakat net bir cevap isteseniz ve sorarsanız:

Ne durumdayız?

İyi olmasını umuyorum..!