Biz insanoğlunun korkularının temelinde yatan “bilinmezlik” denilen önemli bir kavram vardır. Sebebi beynimizin yeni ve karmaşık bulduğu şeylerde belirsizlik hissine kapılması ve bundan kurtulmaya çalışmasıdır diyebiliriz. Bilmediğimizden korkar, bilmediğimize temkinli yaklaşırız daima. Bunun yanında bu kavramın bizde tetiklediği bir duygu daha vardır ki o da gemlenmez “merak” duygumuz. Geçmişten günümüze hayatta kalabilmemizden tutun da birçok icadın, keşfin ortaya çıkmasına, dünya harikasının doğmasına sebep olan da o ilk sancıdır belki. Fazlasının tahminimce belirli bir işe odaklanamama ya da zamanı boşa harcama gibi negatif etkileri olsa da ben hayatımıza olumlu katkılarından bahsetmek istiyorum.

     Özellikle bebeklerde/çocuklarda üst seviyede görebileceğimiz bu duygunun ne yazık ki yaş ilerledikçe çevre faktörüyle ve “eğitimle” köreltildiğine, bu duyguyu muhafaza etmeyi başarabilen bireylerin ise hayatta daha başarılı olabildiğine şahit oluyoruz. Kabaca bebeklik/çocukluk çağından başlayacak olursak çocuk merak etmeyle nesneleri, insanları, çevreyi tanımaya, kavramaya başlıyor. Bununla beraber zihinsel kapasiteleri de gelişiyor. Bu dönemde belli sınırlar dâhilinde çocuğa keşfetmesi için zengin deneyim alanları sunmak ise gelişimlerine önemli katkılar sağlıyor. Sorduğu sorular karşısında olumsuzca tepkiler vermek, bir şeyle uğraşmaya çalıştığında evin dağılmasından, üstünü pisletmesinden endişelenerek onu engellemek, dinlememek, onun yapmasını söylediğiniz şeyin tam tersini yapmak, sabırsız bir tutum içinde olmak ve belki de en tehlikelisi “iyiliği için” yapması gereken şeyleri onun yerine sizin yapmanız, sürekli yardımda bulunmanız gibi davranışlar bu süreci çocuğun aleyhine çevirebilir. Hatta ilerde sorumsuzluk, kaygı bozukluğu, özgüven eksikliği gibi psikolojik sorunların ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir.

     Bu dönemi en verimli şekilde atlatmanın yolu da sanırım sabırlı olmaktan geçiyor. Aceleci davranmadan çocuğun ilgi alanlarını gözlemleyip buna uygun etkinlikler geliştirip faaliyetlere teşvik etmek, AVM’lerin oyun alanlarında değil de açık alanlarda, doğada vakit geçirmesini ve doğayı keşfetmesini sağlamak, onu dinlediğinizi ve önemsediğinizi hissettirmek, cevabını bilmediğiniz sorularda ‘Bunu bilmiyorum. Hadi beraber araştıralım’ diyebilmek, sadece onu oynatmak değil de beraber oynayabilmek gibi davranışların çocuğun empati yeteneği, sorumluluk bilinci üstünde olumlu etkileri olacağını düşünüyorum.

Evet, birçoğumuz kültürel olarak böyle bir bilinçle büyütülmedik. Şimdi iş bizden sonraki nesiller için çağımız anne babalarına ve öğretmenlere düşüyor. Öğretmeyi öğrenmemiz, meraklandırmamız gerekiyor. Bunu bilmemiz için ise üst düzeyde karmaşık bir organizasyona sahip olan “beynimizin” öğrenme hakkında ne gibi reaksiyonlar verdiğini az da olsa bilmemizin yararlı olacağını düşünüyorum.

     Bunun için kısaca beynimizin haz almasından sorumlu olan dopamin adlı hormondan söz etmek istiyorum. Sevdiğimiz, ilgimizi çeken, bize keyif veren işleri yaptığımızda dopamin salgısının arttığını görürüz. Bir bilgiye ulaşmak da aynı etkiyi yapıyor olsa da keşfetme sonucu bir bilgiye ulaşmak, bir sorunun direk cevabını almaktan çok daha fazla dopamin salgılanmasını sağlıyor. Bu durum ise motivasyonu, dikkati, hafıza ve öğrenmeyi çok daha kalıcı ve keyifli hale getiriyor. İşte kalıcı öğrenmenin temelinin buna dayandığı kanaatindeyim.

     Beynimiz öncelikle hayatta kalma üzerine tasarlanmış bir yapıdır. Öğrenme içgüdüsü ise insanın hayatta kalmasını mümkün kılan temel kavramlardan biridir ve kalıcı olabilmesi duygulara hitap etmesinden geçmektedir. Bu duyguların özünde ise “merak etme” kavramı önemli bir yer tutar. Çünkü hayatla ilişkili olmayan, bir probleme çözüm olmayan bilgiyi beynimiz gerçekten öğrenmeyi reddedip, sadece ilerde unutmak üzere bir süreliğine kaydetmektedir. Bu da öğrenme sürecini çekilmez bir hale getirir çünkü sadece bilgiye maruz kalmak insanı bunaltır. Bu yüzdendir ki okullarda “eğitim” adı altında bize ezberletilen birçok şeye “Bu benim gerçek hayatta ne işime yarayacak?” sorusu sorulur. Çok haklı ve yerinde bir soru olduğu düşüncesindeyim. Bu yüzden bir şey öğretirken öncelikle karşı tarafta bir ihtiyaç oluşturup daha sonra buna çözüm üretmesini teşvik etmek ve öncelikle merak oluşturmak daha verimli bir yöntem olabilir. Örneğin matematikte integrali yamuk yumuk bir cisim verip bunun alanını bulmayla, geometri ve açıları bilardo, fizikte momentumu belki golften yararlanarak anlatmak gibi teknikler kullanılabilir.

     Biliyoruz ki eğitim sistemimiz yetersiz fakat yine biliyoruz ki eğitim dediğimiz dört duvarla kaplı okul denilen yerlerde verilmiyor sadece. Çağımız teknoloji çağı ve bilgiye ulaşmak artık bir hayli kolay. Geriye tek bir şey kalıyor bilmek istemek. Bundan gerisi yalnızca bahanelere sığınmak olur. Merakımızın hiç sönmemesi dileğiyle