Adapazarı sokaklarında akşam çökmek üzere. Arabamı arka sokaklarda park ediyorum. Bir araba, “ Burası benim.” der gibi, yanımda durdu.
Camı açınca tanıdım. Selam vermesi gerekir. Ama, şok olmuş gibi, donmuş kocaman gözlerle bakıyor. “ Olsun, ben selam vereyim “ derken;
Direksiyondaki arkadaş, “ Evim, arabayı oraya park edecektim.” deyince;         “Tabii, hemen çıkıyorum, iyi akşamlar.” dedim.
                                                                **
Aradan 2 hafta gibi geçti, ben hala oradayım. Ve, nasıl huzurlu ve mutluyum.
Doğduğum şehirde, 70’leri de geçtik. Bulvarlarda, sokaklarda, ilçe ve köylerde gece gündüz; yaya, yanımda bir Allah Kulu olmadan gezebiliyorum.
                                                                 **
Kimse, hayatını kendisine acındırarak anlatıp, haksız itibar-çevre kazanmasın. Kimi siyasi kitlelerden Haksız Güç-Makam kazanma peşinde dolanmasın. 
Herkes benden iyi bilir, benden de çok, “ Dünya malı dünyada kalır. Sultan Süleyman’a da kalmadı dünya!” diyebilir. Ama, iş lafta kalıyor mu?
Makama tırmanmak LİYAKATLA değil de, Makam TIRMALAMAKLA olunca,  Sanal Kimliktir oluşan. Belki bu, insana epeyi servet de kazandırabiliyor : -)
                                                                 **
İyi ki, benim Yolum oralara düşmedi. Tanımazlıktan geleceğim bir Allah Kulu çok şükür yok. Onlara göre yanlışım vardır da, utanacak hesabım yok.    
Bir tek kulun ekmeği, gururu, kimliği ile oynamadım. Hiçbir işe-koltuğa kendim talip olmadım. Her şey Sen de, Seninle yaşandı Sakarya; selam olsun! 
Hala ordayım, “ Tanıdı mı, tanıyıp da, neden tek bir ses çıkaramadı?” diyorum. 


                                     KÖY ENSTİTÜLERİ BELGESELİ
İZ TV’de, bu hafta başı Köy Enstitüleri Belgeseli’ni izledim. Nazım Alpman hazırlamıştı. Of ki, of… YouTube’ye yazıp, izleyin.
Cumhuriyet, Anadolu köylerinin binlerce çocuğunu Köy Öğretmeni yapmak için okullara topluyor. Göz yaşlarıyla izledim; sanki ben de oralardaydım.
                                                               **
İnsanlık 2. Dünya Savaşı ile yerle bir olmuş, 50-55 milyon insan ölmüş. 
Avrupa’da bir tek Türkiye savaşa girmemiş, insanları ölmemiş. Ama, askeri hazır tutabilmek için, halk giyeceğini, yiyeceğini, her şeyini ordusuna vermiş.
25-27 Milyon nüfusun büyük kısmı köyde yaşıyor. Köyler kalabalık, köyler fakir, köyler okuma yazma bilmiyor cehalete mahkum.
Aslında Köy ve Köylü, Ağa Kapılarına, Onların tarlasında çalışmaya mahkum. 
                                                                 **
Köy Enstitüleri’ni başlatan Cumhuriyet, Köy çocuklarını öğretmen yaparak, köyü ve Köylüyü Ağalara Kul olmaktan kurtarmayı amaçlıyor.
Türkiye’nin dört yanında 21 Köy Enstitüsü kuruluyor. Kız-Erkek binlerce Köy Çocuğu okullara koşuyor.
 Çıplak ayakla, yırtık yamalı pantol ceketle, şalvarla, at arabasıyla geliyorlar.
Taş mekteplerini, sıra ve okul tahtalarını, yollarını,  bağ bahçelerini 12-15 yaşındaki Köy Çocukları kendi elleriyle yapıyorlar.
                                                                 **
Muhteşem Anadolu, Köy, Köylü Uyanışı işte öyle başlıyor. İş öğrenen, yapan ve hayat kuran öğretmenler Köy ve Köylüyü biata mecbur etmişleri kızdırıyor.
Köy Enstitüleri kapatılsa da, hak aramayı ve kendi işini kurup, hayatını kazanmayı öğrenen bir kısım köy ve köylü bu günlere işte böyle erişmiş.  

                                GÜNDEM KUDÜS İLE GEÇİŞTİRİLİR Mİ ?
Türkiye gündeminin zirvesinde, siyasete ve siyasetçiye güven sarsılması var. 
Reza Zarrap olayı Amerikan mahkemelerinde sürerken, olay Türkiye’de de  saniyelerle izleniyor? O Gündem’in sonu hiç kestirilebilir gibi değil galiba?
Burada gündem zirvesine küt diye İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi oturtulmaya çalışılıyor. Boş vermeyin, ama dünya Onu zaten tartışıyor.
Türk Halkı, ülkesinde kritik bir eşik yaşanırken, ilkin kendi evini huzur ve güvene kavuşturmayı önceleyecektir.
                                                                   **
Bir ülke, kendi ülkesinde hukukun tüm yollarını deneyip, en adaletli sonuçları alabilmeli. Örneğin, Reza Zarrap burada adil yargılanamaz mıydı?
Anlamıyorum; uluslar arası mahkemelerde hak arayan Türk vatandaşları, ülkeyi tazminata ve karar iptallerine mahkum ediyorsa sorumluluk kimdedir.
Ülke Yöneten Siyaset, ülkede yaşanan tüm olumsuzlukların hesabını üstlenir.  
Hatta; yolsuzluk, hırsızlık, arsızlık ithamlarını da ayrıntılarına kadar araştırıp, halkını aydınlatmak da ilkin Yöneten Siyasetin görevidir. Ve, tabii TBMM’nin.
İtham, iftira, fesat, kumpas bile olsa; TBBM Araştırmaları ile somut-belgeli hukuki yanıt Yöneten Siyasete düşer. TBMM Araştırmalarını İktidarlar açar. 
                                                                   **
Oysa; kimse İktidara ve İktidardaki bir Üst Makama bir şey soramıyor, karşı öneri getiremiyor. Sanki, korku dağları sarmış.
Sakaryalı için; hastane, okul, plan, imar, iş-aş, Ayrımsız Atama-Kamu Görevi, Düşünce ve Gazeteci Mapusluğunu sormaya korkuyorsun. Asıl gündem ülke…
Yahu, kör müsünüz: dün herkesi haksız asan kesen, bugün kendi mapusanede.