SAÜ’nün, Kent Arşivi-Kent Belleği oluşturma çalışmasını başlatması harika. Şehrin yeterli desteği vermesi de çok önemli şart. 

        Örnek; 30 Ağustos; Zafer Bayramı; Adapazarı-Sakarya neler hatırlar acaba ?

           Adapazarı’nın Kurtuluş Savaşı’ndaki işlevi nedir ! Düşman işgalindeki Payitaht İstanbul’dan  Anadolu’ya geçilen tarihi yollarımız var mıdır ?

        Üsküdar Özbekler Tekkesi’nden başlayan; Anadolu’ya Adapazarı üzerinden eşsiz komutanları, işgaldeki İstanbul’un silah depolarını taşıyan yollar nereler ?

     İzmit-Kefken arasındaki Ermeni, Rum köylerinden, Akmeşe( Armeşe ) üzerinden geçen O Yol; Adapazarı’nda iki güzergaha ayrılırmış.

          Birisi Akyazı-Hendek tarafından; diğeri Ali Fuat Paşa’nın kumanda ettiği Kuvayı Milliye’nin, Muhteşem Geyve’nin vatansever kucağından geçen yol.

           O YOLLARI; İsmet İnönü, Halide Edip ve nice değerli yazarın kitaplarında okudum. Eksiksiz, derli-toplu doğru yazamam. Ama;

         Adapazarı Zırai Donatım Fabrikası’nın Kurtuluş Savaşı’na yaptığı tarihi katkıyı; başucu kitaplarımdan Şevket Süreyya’nın 3 ciltlik TEK ADAM’ında okudum. Bu 30 Ağustos’ta yine gözlerim yaşlı okudum,  Kitaptan özetleyeyim; Syf. 494-498.

           Eskişehir Demiryolu Atelyesinde, sevinç gözyaşları içinde, Kurtuluş Askerine Top Kamaları yapılmaya başlanır. Kamalara Eskişehir damgası vurulur.

            Ama, Eskişehir düşman tehdidi altına girer, imalat Ankara MKE’ya taşınır. “ Düşman geliyordu. Top sesleri Ankara’dan da duyulmaya başladı. Mermileri boşaltmadan tornaya bağlıyor; sahra toplarına uyduruyorduk.” diye anlatılır.

        “ Bu sefer de büyük felaket oldu. Ankara’daki fabrikamız yandı. GAZİ PAŞA sabaha karşı fabrikaya koştu.” denilir ve söz Adapazarı Donatım’a dayanır;

            “ Bize Adapazarı yolu göründü. Araba Fabrikası’nın bir köşesinde yeniden top kamaları yapmaya başladık. Kamalara bu sefer de Adapazarı markasını ve bittikleri tarihi yazıyorduk…”

         Bizim-Çocuklarımızın- Adapazarı’nda yazılan O Tarihten haberimiz var mı ?    

                       30 AĞUSTOS VE CUMHURİYET’İN EN BÜYÜK ZAFERİ

           Bence, “ Yurtta sulh, cihanda sulh !” deyişi bile dünyada çok erdemli bir insanlık anlayışı başlatmıştır.

          Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük zaferi Atatürk Devrimleri’dir.

          Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan Bağımsız Cumhuriyet kurulmuş. Bu tüm İslam ülkeleri için de Bağımsız Devlet olma çağrısı gibi olmuştur.

          “ Köylü bu Yurdun efendisidir !” erdemi ile toprağın ve toprak insanlarının değerini belleğimize kazıyan bir ekonomi başlangıcı yapılmıştır.

           Emperyalizmin, Avrupa’nın en uzak köşesinden başlatıp, İslam’ın en kutsal toprakları Mekke’ye dek götürdüğü, ülkemizi boydan boya geçen Demiryollarımız vardı. Ama; yapanı, sahibi ve işletmecisi Fransız, Alman’dı !         

          O Kutsal Topraklara kadar uzanan, ama bize ait olmayan, Demiryolu’nu son kuruşuna kadar parasını ödeyerek devletleştiren Atatürk Cumhuriyeti’dir.

           Ölülerini saracağı kefeni yapacak fabrikayı yapan da…

           Kendi şekerini, kendi uçağını, kendi vagonunu yapan fabrikaları kuran da; bugünün muhteşem üniversitelerini, eşsiz akademik zenginliği oluşturan da.

           “ Yerli malı, Yurdun malı !” günlerinin çocuklarıydık. Milliyet denilen şey, O gün O topraklarda yaşayan herkesti. Mal-mülkün tümü ve üretilen her şeydi.

        “ Bağımsızlık karakterimdir ! Yurtta sulh, Cihanda sulh !” ilkelerimizdi…

                                  CUMHURİYET İLE PARLAYAN GÜNEŞ !

            Üç kıtada hükümran koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun altın yıllarını, duraklama ve gerileme devrini okuyup öğrenmeden;

          Neden, hangi safsatalara, saltanat safahatlarına, kibre kapılarak; tüm toprakları kaybetmiş,  Anadolu’ya, Ankara varoşlarına sığınmışız anlayamayız.

          Kaybedilen sadece Asya, Afrika, Avrupa kıtalarındaki topraklar da değildi !

           Kurtuluş Savaşı kazanıldığında Anadolu’da sadece 10-11 milyon nüfus kalmış. Osmanlı nüfusun hemen tamamı son yüzyıldaki savaşlarda kırılmış.

         10-11 milyon nüfusun büyük kısmı da ; küçük çocuk ve yaşlı kadınlarmış.  Kalan erkek nüfusun büyük kısmı da savaşlardan sakat, yaralı dönenlermiş.

         Acıdır ki; O nüfusun % 90’ı okuma yazma bilmiyormuş. Sadece Osmanlı Sarayı ve O’na bağlı tüm topraklardaki Saray Yönetenleri ile bir kısım ekabir Osmanlıca okur yazarmış.

          Anadolu halkının konuşma, anlaşma, yaşama dili çok daha başka dil ve aksanlarmış. Okuyan-yazanı az ve ayrıcalıklı; cahili fakir ve arkasız.

           Toprakla uğraşan, tarlada mahsul yetiştiren, boğaz tokluğuna çalışarak muhtaç, gelecek korkusu içinde, ülke için verilen hiçbir karara katılma hakkı olmadan yaşayan bir halk !

           Vay canına ! Biz, bugün O Cumhuriyet, O Devlet  için verilen her karara bir şekilde ve oylarımızla katılıyoruz.

           Bugün bile, O’nun hayata geçirdiği onca mal-mülk servetini satıp-savarak şaşaa içinde yaşıyoruz !

           Peki, değerini anlayabiliyor muyuz ?

           Mustafa Kemal Atatürk’e ve Kurtuluş-Kuruluş’a ömür adayan tüm Atalarımıza minnettarım; ruhları şad olsun !