‘Son dönemlerde toplum olarak gelinen nokta…’ diyerek başlanan cümleler ‘ne oluyor bu insanlara, nereye gidiyor bu insanlık…’ gibi hiç de olumlu olmayan cümleler ile biterek cevapsız kalıyor ya da sessiz çığlıklar eşliğinde yitip gidiyor. Bu topraklarda toplumumuz her daim ahlaki, ekonomik, şiddet yada psikolojik saldırılara maruz kalmıştır. Burada asl olan saldırılara maruz kalmak değil, temelli ve köktencil savunmalar yaparak ayakta kalmaktır. Hiçbir düşmana neden bana saldırıyorsun denilerek kızmaya hakkımız yoktur. İyi bir savunma düşmana karşı hem bir mücadele hem de saygı göstermek demektir. Peki ne oldu da bizim savunmamız bu kadar yetersiz kalmıştır.

Silahlarımızı mı elimizden aldılar, kas gücümüzü mü erittiler? Hayır. Bizim elimizden çok daha mühim bir kalkanı almayı başardılar. Çanakkale savaşını düşünelim. Fiziksel gücümüz düşmandan daha az olmasına rağmen manevi gücümüzün bize verdiği cesaretle dik duruşumuzu ve şanlı zaferimizi bir düşünelim. Oysa şimdi gücümüzü tamamen yitirmiş, direniş gösteremez, teslim olmuş haldeyiz. Bize artık topla tüfekle değil ahlakımızı, insanlığımızı ve inançlarımızı erozyona uğratacak çalışmalar ile saldırıyorlar. Televizyon, internet, moda, ekonomi, özgürlük ve sosyal statü silahları ile saldırıyorlar. Onlar saldırmakta son derece ciddi bir strateji izlerken biz neler yapıyoruz? Toplumun manevi duygularını, inanç kabiliyetini ayakta tutmak ile ilgili siyasilerin yanı sıra din ve ahlak adına resmi sorumlumuz olan diyanet ne iş yapıyor? İnsanlar bir bir inançsızlık ve ahlaksızlık kuyusuna düşerken ne rtük buna engel olabiliyor ne de diyanet bu duruma müdahil. Çarpık ilişkiler, yobazlık, bağnazlık, kin, nefret, fesat ve hıyanet gibi bir çok toplum düşmanı unsurlar içeren evlilik ve ayrılık programları, magazin programları, dizi ve sinemalara müdaheleyi geçtim, yanlış fetva veren, din adına kur-an ve sünnetin tam aksine beyanlarda bulunan bir çok program ve söylemlere nasıl kayıtsız kalabiliyor?  Sevgi barış dini olan İslamı diyanet ne kadar temsil edebiliyor? Bizi ne kadar koruyabiliyor?

Birkaç somut nokta ile size önekler vereyim. Bize saldıran toplumların dini liderlerinin bazen perde arkasında çoğu zaman da tam gözümüzün önünde, sahnenin başrolü olarak her olayda yer aldığını görüyorum. Bizim dini işler kurumumuz ise daha mahalleliye islamiyeti anlatmakla görevli olan imamlarımızın bile cemaatin gözüne bakarak doğruları anlatamayacağını düşünüyor. Böyle düşünüyor olmalı ki her hutbe için imamın kelime kelime uyması zorunlu olan okuma metni gönderiyor. Kağıttan okunarak yapılan duygusuz  vaaz,  hutbe ve konuşmalar cemaati uyumaya sevk etmekten başka bir işe yaramıyor. Bizim imamlarımız bilgi sahibi mi değiller, bilgilerini anlatacak hitabete mi sahip değiller yoksa toplumu yanlışa sürükleyecek bilgiler verebilecek art niyete mi sahipler?

Diyanet mensubu olan bir imamın sadece kur-an ve sünneti baz alarak verebildiği fetvalar karşısında nasıl olur da yine bir diyanet mensubu olan başka bir imam İslami fetvaları topluma ve zamana göre baskı, korku, çıkarlar yada endişeleri için kendince doğru ama yanlış anlatabiliyor. Yada cehaletten midir bilemedim. Olay şu ki insanlarımızın aklını bilgi kirliliği ve şüphe bulanıklığından kurtarıp netleştirecek olan, resmi dini işler kurumumuz kendi içinde ne kadar net?

Adamlar şatafatlı mağazalar avm ler kuruyor,  gözümüzü boyuyor. Ne gezinmeye ne de wc lerine bir bedel istemiyor. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmezmiş. Bizim camileri sevdirmek, davetkar kılmak yerine, ‘ne işiniz var camide’ der gibi soğuk ve kirli tutmanın yanında haram olan pisuvarların bulunduğu tuvaletlere bile bedelsiz sokmuyorlar. İmam eşliğinde camilerde yapılan onca sünnet, vacip ve farz zayiatından bahsetmiyorum bile…

Adamlar kendi doğrularını dayatmak için tiyatro, sinema, seminer v.b gibi bir çok etkinliği çok paralar harcayıp en pahalı salonlarda  en ince detayına kadar düşünülüp hazırlayarak en lüks şekilde bizlere yuttururken bizim resmi dini kurumlarımız örneğin neden bir Orhangazi salonunu düzenli ve periyotlu kullanmıyor? En azından ayda bir kez halka açık ve ücretsiz her ay yeni bir konuyu iyi hatipler ve renkli sunumları ile topluma neden sunmuyor?

Az kişi katılacakmış! olsun bir kişi öğrensin göreviniz o, bir kişi sonra olur bin kişi. Pahalıya mal olacakmış! Söyletmeyin bizleri nerelere ne paralar harcanıyor. Kaldı ki çok maliyetli de değil. Salon ücretsiz, konuşmacılar zaten memur, bahane yok.

‘İkra – Oku’ diyerek başlayan İslam, ilimi bilimi yasaklamıyor, aksine çok fazla destekliyor. Ama bunları ve bunun gibi bir çok İslami konuyu bilmediğimizde ya da yanlış bildiğimizde müslümanım diyenlerin Müslüman gibi yaşamaması ortaya çıkmıyor mu? Peki bu münafıklık değil mi? Peki, bu yukarıda yazılanları doğru kabul ediyorsam bu kadar büyük bir toplumu münafıklığa sürükleyen cehaletin sebepleri listelendiğinde, listenin en başına diyanetin aktif olmaması ve doğru strateji izliyor olmaması gelmez mi?

Saygılarımla