Bir iki yıl önce yazdığım bu yazıyı, İsmet İnönü’yü çok seven ve hastalığı hayli ilerleyen bir büyüğüm ricası için tekrar yayınlıyorum…

                                                        **

1967 Temmuz’unun sıcak mı sıcak bir öğleden sonrası. 67 depreminin üzerinden iki hafta kadar geçmiş. Yarım asır öncesinden söz ediyorum. Şehrin belli noktalarında yıkılan binaların enkazları, bulundukları alana toplanmış ama henüz kaldırılmamış. Her enkaz alanında ya iki jandarma, ya da iki polisle bir kamu görevlisi sivil memur sorumlu olarak nöbet tutuyor. Bu nöbet süreleri enkazlar kaldırılana kadar devam etti.                                                                 

                                                        **

O günlerde 10 yaşındayım. Her gün öğleden sonrası olduğu gibi o günde sokaklarda, caddelerde gazete satıyorum. İki yapraklı Akşam Haberleri Gazetesi. Tanesini 10 kuruştan alıp, 15 kuruşa satıyoruz. Her gün 30 tane satıyorum, günlük karım 1 lira 50 kuruş. O gün iki-üç gazetem kalmıştı, Sakarya Caddesi’nden evime doğru yavaş yavaş yürümeye başladım. Hem yürüyorum, hem de kalan gazetelerimi satmak için, ‘Gazeteee’ , ‘Akşam Haberleri gazetee’ diye bağırıyorum.                                                                     

                                                       **

Aziziye Cami’ye yaklaşırken, caminin hemen karşısındaki enkazın çevresinde büyük bir kalabalığı fark ettim. Yüzden fazla insan halka olmuş, depremde yıkılan İkbal Oteli ve kahvehanesinin enkazına doğru bakıyordu. Meraklı topluluğun dışında da iki siyah otomobil, ön sağ kapıları açık, şoförleri yanında ve çalışır vaziyette bekliyordu.                                                                   

                                                      **

Merak edip bende kalabalığa karıştım. Büyüklerin yanlarından sıyrıla sıyrıla ön tarafa kadar ilerledim. Her enkazın çevresinde olduğu gibi bu enkazın çevresi de kırmızı bir naylon kalın bir iple çevrilmişti. Görevli olmayanların o ipi geçip, enkaza yaklaşmaları yasaktı. Kırmızı ipin yanına geldiğimde, enkazın hemen yanında takım elbiseli iki adamla, güzel giyimli bir kadını fark ettim.                                                                      

                                                        **

İki adamdan genci, yıllar sonra rahmetli olan (Allah nur içinde yatırsın) ilkokul (21 Haziran İlkokulu) öğretmenim Şerafettin Özer’di. Yanındaki takım elbiseli ve fötr şapkalı yaşlı olana dikkatli baktığımda O’nun İsmet İnönü olduğunu anladım. Yanındaki bayanın da eşi Mevhibe Hanım olduğunu sonra öğrendim. Üçü de iki-üç metre ilerimdeydiler.                                                                      

                                                         **

Cumhuriyetin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın arkadaşı, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü adeta tarih kitaplarından çıkıp gelmiş gibiydi. Öğretmenim, İnönü ve eşine, sanırım depremle ve enkazla ilgili bilgiler veriyordu. Bir ara öğretmenimle göz göze geldik. Beni el işaretiyle çağırdı. Kırmızı ipin altından geçerek bi koşuda yanlarına gittim.

                                            **

Önce İsmet İnönü’nün, sonra Mevhibe Hanım’ın, sonra da öğretmenimin elini öptüm. Özellikle İsmet İnönü’nün elini öperken o an heyecandan öleceğimi zannettim. Her yanım tir tir titriyordu. Ben İsmet İnönü’nün elini öperken, öğretmenim de İsmet İnönü’ye beni, ‘Efendim, öğrencim Ferruh Bulut. Tatil günlerinde gazete satarak, ailesine katkı sağlıyor’ diye tanıttı.

                                              **

İnönü ve eşi beş-altı dakika daha orada kalıp sonra gittiler. O beş-altı dakika içinde, İsmet İnönü’nün eli hep benim başımdaydı. Sürekli olarak başımı okşadı. O günlerde Adalet Partisi tek başına iktidar ve Başbakan Süleyman Demirel idi… İsmet İnönü ise ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanıydı…