Mevsimler gelip geçiyor, tıpkı ömrümüz gibi… İlkbahar, yaz derken işte sonbahar da geldi, hatta Eylül tıpkı sararan yapraklar gibi rüzgarların peşine takılmış gidiyor bile.

Sonbahar; bir başka deyişle hazan yani hüzün mevsimi. Kısalan günler, sararan yapraklar, yağan yağmurlar ve esen serin rüzgarlar hangimize hüzün vermez ki?

Yazdan sonra çekilesi şey değil gibi geliyor insana sonbahar. Parıl parıl parlayan yaşama sevincine bir anda gölge düşmesi gibi bir şey bu. Hava erkenden kararırken “e akşam oldu bugün de ömürden bir gün daha bitti” moduna girmemek her baba yiğidin harcı değil.

Doğanın günden güne değişimine şahit olacağız, yazın rafa kaldırılan iş değiştirme, spora başlama planları sonbaharda yeniden gün yüzüne çıkar. Tabiatın değişimiyle insan ruhunda ki değişim de başlamıştır.

Kim demiş yahu sonbahar hüzündür diye, arkadaşlarla evde buluşup oyun oynamaktır kahkahalar atarak, sıcak bir kahvenin tadı bir başka güzeldir, dışarıda yağmur çiselerken. Sonbahar neşe, keyif ve sohbettir.

İnsanları birbirine bağlayıcıdır, yaprakların tek tek yere dökülüp yollara serildiği bu hüzün mevsimi için ne demiş şair; ‘Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim.’

Yazarçizerler içinde sonbahar ayrı bir anlam taşır, ilham perisi en çok bu mevsimi sever; mevsim kalemle bütünleştiğinde bir bir dökülür mısralar, yol olur; iz olur, AŞK olur…

Sonbahar aşktır. Evet aşktır. Romantiktir. Hafif çiseleyen yağmur, çabuk kararan gökyüzü, rüzgarla yavaşça dökülen yapraklar aşkı çağırır fısıltılarla. Elele yürümek bir başka güzeldir sonbaharda, birlikte balıkçıya gitmek, saatlerce evde tembellik yapmak gazete ve dergilere gömülerek... Huzurdur sonbahar.

Aslında yeni bir başlangıçtır sonbahar. Yeni tohumların atıldığı, doğanın canlanmak için dinlenmeye çekildiği, çocukların kışa kavuşup hayallerini kardan adama gömmek için kenarı çekilmesidir… Çiçekler ölür, ağaçların yaprakları önce sarıya sonra kırmızıya çalar ve savrulur.

Güneş çok yorulmuştur yazdan, kendi sıcağından, pek görünmez olur. Aslında sonbahar doğa için bir nimettir. Ardından kışı getirir. Bereketi, karı, yağmuru ve ardından ilkbahar gelir. Çiçekler yeniden yeşerir, dallar yapraklanır. Bu bir döngüdür aslında. Peki, o zaman sonbaharın hüzünle nedendir bu yaman çelişkisi?

Şarkılara neden konu olmuştur bu mevsim? Düşünsenize sanki efsunlu.. Yılın çok kısa bir zaman dilimini kapsayan bu mevsim yaşamasını bilene cennet, dalıp gidene cehennemdir adeta..

Güz, hüznü çağrıştırmadı mı size de? Şimdi heybemizi açalım ve şöyle bir bakalım son bahara. İnsan yaşadığını en çok bu mevsimde hisseder.

Doğa ölürken yavaşça, aslında yaşamın nasıl da koşturduğunu hisseder.

Çiçekler solarken ne kadar hüzne boğulsa da işine yetişme derdindedir? Heybeye koyalım hüznü. Hüznün mevsimi olmasın hazan. Yaşadığımızın ne kadar farkında olduğumuzu anladığımız mevsimin adı olsun hazan.

Yeniden canlanışı, yeniden uyanışı izleyelim. Yalnızlığın suçunu son baharda aramayalım. Terk edilmişliği, ihaneti, vefasızlığı yüklemeyelim ona. Yaşamı verelim sonbahara.

İşte şimdi sonbaharı yaşama vakti, ağaçların yaprak döküşünü seyredin; çınar ağaçlarının altında sevdiklerinizle bir yürüyüş yapın. Yağmura kulak verin, sonbaharda yağmur yağdığında toprağın o huzur veren kokusunu çekin içinize.

Unutmayın ki serinlik insana her daim sevmesini öğretir… Özdemir Asaf’ın sevdiğim şu mısraları sonbaharı anlatır bana;

Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları,

Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,

Sararıp dökülürken güz rüzgarlarında

Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.

Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar

Seninle yeşerdiler, seninle soldular..

Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.

Sevgilerimle, hoşçakalın…