Ve çok şükür beklenen cemreler de sırası ile önce havaya, sonra suya ve nihayet toprağa düştü. Cemre düşer de Siynem yollara düşmez mi? Tabi ki düşer..

Ben de karar verdim, madem havalar ısındı bundan sonra toplu taşıma araçlarını kullanmayacak, evden ofise, ofisten eve yürüyecektim. Sırtımda çantamla, belirlediğim 2 kilometrelik yolu gidecek,  dönüşüyle birlikte günde 4 kilometrelik yol yürüyecektim. Hem kışın aldığım kilolardan da bu şekilde biraz daha kolay kurtulabilirdim. Bir de şeker diyetine girdim.

**

Bilmeyen yoktur ama yine de merak eden varsa kısaca özetleyeyim, hiç bir şekilde şeker, çikolata, pasta, baklava ve bunun gibi içinde yapay şeker bulunan, o çok lezzetli ve görünümü şahane olan tatlıları yiyememek, su, çay, kahve, soda harici katkılı hiçbir şey içememekten oluşuyor...

21 gün bu şekilde yemeden durursan, 22. gün insanın canı o kadar da tatlı, şeker, ıvır zıvır istemiyormuş. Neymiş, şeker bağımlılıkmış, kurtulmak lazımmış. Çok saçma!! Sakın bulaşmayın. Ben başladığıma çok pişmanım. Ama gayret ettim 21 günü tamamlayacağım...

**

(14. günüme kadar 2 dilim pasta, bir kaç tane de baklava yedim. Ama bunlar sayılmaz.. )  

Diyet bir yana ama bu yürüyüş işinde çok başarılı olamıyorum. Bunun bazı sebepleri var. Bazen geç kalkıyorum, evden çıkmam zor olabiliyor falan filan...

Ama en önemlisi bir bayan olarak hareket alanımızın fazlası ile kısıtlı olduğunu bizzat deneyimledim.  Hadi sabahları bir şekilde rahat yürünüyor ama akşam iş çıkışı gerçekten çok zor. Havanın geç kararması ile birlikte kahvehanelerin önlerine sandalye atılıyor.

**

Bir de son zamanların modası; çay ocakları!! Çay ocaklarının önlerine de tabureler atılıyor..

Oooohhh muhabbet, çay, kahve şahane.. Şahane ama sizlere şahane. Biz yolumuzu değiştirmekten, labirent içinde peynire ulaşmaya çalışan fareye döndük. Hangi sokaktan gideceğimizi şaşırdık.  Bir süre sonra tek başıma yürümediğimi, benimle birlikte minyonlarca gözün de benimle yürüdüğünü, hatta kimisinin yetişmek için koştuğunu hissettim. Köşeyi dönene kadar benimle birlikte yürüyorlar. Tamam tamam, kabul, biraz abartmış olabilirim, lakin gerçekten rahat yürünemiyor.

**

Mesela Yunus Emre Parkını bilmeyen yoktur, ( Gerçi onun adını da direniş parkı olarak değiştirdiler. Koskoca Yunus Emre’nin isminden daha değerli bulundu sanırım. Ben yine de Boğaziçi Köprüsü dediğim gibi Yunus Emre Parkı demeye devam ediyorum. ) Neyse.. bu parkın yanındaki sokak, belli saatlerde trafiğe de kapanıyor, tam bir açık hava kahvehanesi haline geliyor. Abartmıyorum, oradan bayan arkadaşlarımın çekine çekine geçtiklerini, yollarını değiştirdiklerini biliyorum.

**

Tıpkı Orhan Camii ve civarında yaşanan sorun gibi. Caminin duvarı tabi çok oldu kaldırıldı. Orası meydan haline geldi. Hoca efendinin verdiği vaaz, gelen cenazeler, Cuma günleri kılınan namazlar, alınan abdestler... Her şey ulu orta. Bir de civarındaki yerlere çay ocakları açıldı.

 Cami avlusu oldu kahvehane. Tonton dedeler, emekli amcalar, gençler muhabbette... Uzunçarşı başında Türk Hava Yolları ofisinin oradan tabureler bir başlıyor, Karaağaç dibine kadar uzuyor.

Allah herkese hayırlı kazanç versin, ama buna bir dur demek lazım.

**

Güneşli havalarda bir görün.  Öğrendiğimiz kadarı ile Büyükşehir Belediyesi oralardan kazanç sağlıyormuş, ne kadar doğru bilemem ama azıcık vatandaşı da düşünseler, etraftaki esnafı düşünseler, biz bayanları düşünseler ve ona göre uygulama getirseler çok daha iyi olur.

Her yeri meydan yapıyorlar ama bu şekilde pek hoş olmadığı kanaatindeyim. Velhasıl duyduğum rahatsızlıktan dolayı akşam yürüyüşlerini yapmıyorum. Çünkü sadece bahsettiğim yerde değil, çarşıdan Erenler Belediyesi’ne kadar aynı sorun devam ediyor.  

**

Özgürlüğümün kısıtlandığını hissediyorum. Zaten artık kendi şehrimize de yabancı olduk, malum Türkçe’den çok, başka dil konuşuluyor.. Güvensiz hissediyorum kendimi. Bu olaya da başka bir yazımda devam edeceğim.Hangi bayan arkadaşımla konuşursam konuşayım, hatta erkek arkadaşlarım bile bu durumdan şikayetçi. Bu durumun belki bir çözümü varıdır... Kim bilir...