Bugün ülkemizin gündeminde önlenemeyen üç temel toplumsal sorun bulunuyor. İş kazaları, kadın cinayetleri ve trafik kazaları. Ölümlerin ardından “takdir-i ilahi”, “dikkatli olsaydı”, örfümüzü, adetlerimizi çiğnemeseydi” gibi öleni sorumlu tutan söylemleri duyarız. Soma maden kazasında “bu işin fıtratında var”, Zonguldak’taki maden kazasında “güzel öldüler”, İstanbul tersanesinde işçilerin kum torbası olarak kullanılıp teknenin batması sonucu yaşanan ölümler örneğinde olduğu gibi… Yine kadın cinayetlerine verilen cezalarda indirim olması cinayetleri teşvik edercesine erkek egemen zihniyeti üretmektedir.

Gündemden düşmeyen bu üç konuyu sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik bir gözden değerlendirmekte fayda var. Öncelikle karşılaştığımız her durumu kolayca kabullenen bir kültüre sahibiz. Sıkça yaşanan kaza ve cinayetler karşısında kısa zamanda etkilenmez duruma geliyoruz. Olayların nedenlerini ve sorumlularını sorgulamak gibi bir alışkanlığımız yok.

İş ve trafik kazaları ile kadın cinayetleri istatistikleri korkunç düzeyde.

2015 yılında iş kazasında 1.730 işçi, 2016 yılı trafik kazalarında 2.891 yurttaşımız ve 2017 ilk 9 ayında 298 kadınımız en sevdikleri tarafından katledilmiş. Ne hafife alınabilir ne de görmezden gelinmelidir. Toplumsal duyarsızlığımız, sorgulamayan yurttaşlık anlayışımız ve yönetenlerin kendilerini hesap verme zorunluluğunda görmemesiyle birleşince acı tablo ortaya çıkıyor. Konunun toplumsal değer yargılarımızın aşınmasıyla ilgisi olduğu kadar ekonomik gelişmişlikle de yakın ilişkisi bulunmaktadır. Bugün sürekli teşvik edilen kentleşme ve göç olgusu kültürel yapımızı olumsuz etkiliyor. Gelir dağılımı adaletsizliği birbirimize olan güvensizliği artırıyor. Komşuluk, hemşerilik ilişkileri kaybolmakta. Dayanışma ve hak aramaya dayalı örgütlenme devletin baskı ve şiddetiyle engellenmiş. Sivil toplum ve hak arama bilinci kuşaktan kuşağa nakledilmemiş.

Tüm bu olumsuzlukların yanında tartışma başlıklarından hiç düşmeyen eğitim programlarımızın payını da atlamayalım. Ülkesine, üyesi bulunduğu topluma karşı sorumlu, fikri ve vicdanı bağımsız, özgür iradesiyle güçlü, sorgulama ve yorum yapabilen bireyi yetiştirecek bir eğitim sisteminden yoksunluğumuz duyarsızlığımızı yükseltiyor.

Toplumsal, ekonomik ve kültürel boyutları bulunan bu acı tablonun kaderimizmiş gibi algılanması hepimizi rahatsız etmelidir. Gelişmiş dünyaya baktığımızda bu üç başlıkta ilk sıralarda yer almamız da tesadüf değildir.

İş kazalarını önleme ve işçi sağlığı konusunda yasal düzenlemeler yapılması olumlu gelişmedir. Ancak uygulamaya dönük eksiklikler, denetleme mekanizmalarının işverenleri koruyor olması, çalışanların örgütsüz ve yeterli bilince sahip olmaması iş kazalarının önlenmesini engellemektedir.

Trafik kazaları sürücü hatalarına bağlı olmakla birlikte çok fazla aracın trafiğe çıkması, yetersiz yollar, plansız şehirler gibi çok farklı nedenler rol oynamaktadır.

Kadın cinayetleri başlı başına bir kültürel sorunumuzdur. Eğitimli eğitimsiz, zengin yoksul, inanan inanmayan toplumun tüm kesimlerinde görülen bir cinnet halidir. Temel sorun toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Geleneklerimiz ve inancımız gereği diyerek toplumsal rollerle büyüttüğümüz çocuklarımız cinsiyet kimlikleriyle yaşadığı ilk sorunda çözümü şiddette aramaktadır. Kadın erkek eşitliği söylemde değil, hayatın her alanını birlikte yaşamaktan geçmelidir. İşyerinde de, okul sıralarında da, spor sahalarında da, eğlence mekânlarında da, sivil, demokratik ve siyasi örgütlerimizde de, gündüz olduğu kadar geceleri de sokakta yan yana durabilmek, bulunabilmektir.

Zamansız, haksız ve engellenebilir ölümleri durdurabiliriz, durdurmalıyız.