Merhabalar,

Geçenlerde izlediğim Dr. Oytun Erbaş’ın TedX konuşmasından bir bölümüyle başlamak istedim yazıya.

Bir grup sıçan üzerinde yapılan araştırmaya göre, sıçanlara yeni yem verirseniz onu zehir zannederek yemeyi reddederler. Aralarında en yaşlı ve en bilgesi yemek yemeye gönderilir. Zehirliyse eğer en yaşlısı ölsün diye ya da bilge olan denesin diye değil, bilge sıçanın tadımlık yemesinden yani duracağı yeri bilmesinden kaynaklıdır bu. Bir parça yedikten sonra bırakır ancak genç giderse hepsini yer ve ölür. Buradaki genç sıçanla bilge sıçan arasındaki ayrım zevke doyma derecesidir. Zevkten kasıt ise yapmanın size mutluluk ve huzur vereceği şeylerden ziyade sadece haz alacağınız eylemlerdir.

Şöyle ki eğer sosyal anlamda dominant ve lider bir karaktere sahipseniz beyninizin zevke doyma derecesi çok daha düşük kalıyor. Yani size haz veren eylemlerden daha kısa sürede vazgeçebilme lüksünüz vardır demek bu. Günümüzde çok fazla alışveriş yapan, çok fazla tüketen, çok fazla sigara içen, devamlı sosyal medya paylaşımı yapan, sürekli odak noktası olmak isteyen bireylerin beyni doymuyor. Sürekli kendilerini haz anlamında uyaracak metalara ihtiyaç duyar hale geliyorlar ve bunun asla sonu gelmiyor. Bunun yanında bir diğer nokta ise insanların bu haz veren eylemleri sırasında beyinlerinin diğer bölümlerinin çalışmayı durdurması. Bu durum ise bireylerin karar mekanizması üzerinde ciddi negatif etkiler yaratıyor fakat üzerinde durmak istediğim konu bundan ziyade insanoğlu olarak doyumsuzluğumuzun bizi nasıl yönettiğidir.

Ben bu durumun insanları daha fazla mutsuzluk ve huzursuzluğa ittiği kanaatindeyim. Özellikle medya, pazarlama stratejileri, sosyal medya bu konuda hepimizi asla elimizdekiyle yetinmemeye, her zaman daha fazlasını istemeye sonuç olarak doyumsuzlukla mutsuzluğun paralel gittiği bir düzene mahkûm ediyor. Hepimiz bu girdabın içindeyiz elbet çok net görüyoruz ki özellikle ortaokul, lise çağlarındaki gençlerde bu doyumsuzluk ve çevreyle rekabet daha belirgin bir biçimde karşımıza çıkıyor. Gelin görün ki o kadar alışılmış, normal gelen bir durum ki bu günümüzde kimse mutsuzluğunun sebebini burada aramıyor. Neden herkesin var da benim yok diye kadere lanet edenler mi dersiniz, yetersizlik, başarısızlık psikolojisiyle hayatı kendine zehir edenler mi yoksa geçici haz sağlayacak eylemlerine ulaşmada her türlü yolu mubah görebilecek seviyeye düşenler mi?

Bu konuda şunu söyleyebilirim ki insanın manevi bir amacı, ölmeye değer, hayatını anlamlandırabilecek gayeleri olmadıktan sonra metalaştırılan geçici hevesler için çıtayı ne kadar yükseltilirse yükseltsin ufak bir doyumdan sonra tekrar düşmeye başlayacak vasatlaşacak, vasatlaştıracak; mutsuz olacak mutsuzlaştıracak, her şey her zaman eksik kalacaktır.

İçimizdeki boşlukları maddelerle doldurmamak, evrendeki yerimizi, kendimizi bilmeye yönelik bir arayışla hayatı anlamlandırmak temennisiyle…

Sevgiler…