‘’Sen hiç kendi içinde bağırdın mı? Böyle avazın çıktığı kadar, ses tellerini yırtarcasına, kıpkırmızı olmana rağmen kimsenin seni duyamayacağı kadar?’’

‘’Hayır. O bağırmak olmaz ki?’’

‘’Olur mu hiç. Asıl bağırmak odur. Kendi içinde volkanlar patlarcasına, içindeki okyanuslar taşarcasına, gökyüzünü delercesine, isyan ede ede, vura vura bağırmaktır o. Kimseye duyurmadan, insanların yüzüne gülerek bağırmaktır o.’’

‘’Bilmem hiç yapmadım.’’

‘’Sen hiç kazık yememişsin ya da sana kimse ‘’değişmelisin’’ de dememiş. Kimse senin kim olduğunu bilmemiş, varlığın bir kişiyi değiştirmemiş çünkü böyle sözler insanların işlerine gelmeyen insanlara söylediği sözlerdir. Sen de bunu içine atarsın, atarsın en sonunda bir yerde öyle bir patlarsın ki o şiddete ne dağlar dayanır ne de denizler. İçinde ne kadar gemi varsa hepsini yakarsın. Ben yeniden doğacağım dersin. Sahi bir insan hayatında kaç kere yeniden doğar?’’

‘’Bence sınırsız’’

‘’Bence de! Çünkü her değişim, her yeni düşünce, her yeni fikir ve her yeni edinilen tecrübe yeniden doğuş değil midir?’’

‘’Ayrıca öğrenilen her bilgi ve yenilen her kazık da bir değişimdir.’’

‘’Kesinlikle katılıyorum. Bir uçurumun kenarından atlamak ama ölmemek gibi bir şeydir çok sevmenin sonu. Kararlısındır, her şeyin sona ereceğini düşünerek bırakırsın kendini aşağıya fakat gözünü açtığında belirsizlik ve bulanık içinde her yerinde müthiş bir ağrı hissedersin.’’

‘’Tıpkı o seni terk ettiğinde kalbine ve sırtına saplanan bıçak ağrıları gibi değil mi?’’

‘’Kesinlikle ama tek farkı, bilincin açık olduğundan bu ağrıları son derece şiddetli hissedersin. Ne kadar ilginç.’’

‘’Aynen.’’

‘’Denize bakarken herkesin dalıp gitmesi gibi bazı şeyler. O kadar alıştırılmış, ezberlettirilmişiz ki farklı bir şey söyleyince, düşününce hemen bir “dışlanma” başlıyor. Sence insanlar yeni düşüncelere, fikirlere ve duygulara neden bu kadar kapalı?’’

‘’Aslında hepsi ‘’Benim ufkum açık’’ derler ama iş konuşmaya başlayınca, uygulamaya gelince, kaçarlar. Farklılaşmayı kabul etmezler. Mesela ben çok okuyorum ve bir o kadar da bilmiyorum diyen hiç görmedim mesela.’’

‘’Çok okuyarak bilmemek olur mu hiç?’’

‘’Olur tabii ki, asıl olay okurken bilmediğini fark etmektir. Okuduktan sonra bildiğini sanmak farklı bir şey. O bilgi sendedir ama o bilgiyi sen bilmiyorsundur sadece taşıyorsundur.’’

‘’İlginç bir bilgi. Gerçi ‘’Benim her saniyem değerli’’ diye düşünen insanoğlunun bir yerde bir şey yapmadan sıkılıyorum demesi de garip değil mi? Her saniyesi değerli olan insan neden sıkılır?’’

‘’Çünkü farklılaşmak istiyordur ama belirli kalıplarını kıramadığından sıkılıyordur. Bir civcivin yumurtadan çıkması gibidir bazı şeyler. Kabuğu kırana kadar vurursun, çatlatırsın daha da sert vurmaya başlarsın ama sonunda sıkılıp, açılmayacak diye bırakırsın. Hâlbuki yumurta çoktan açılmıştır da sen farkında değilsindir.’’

‘’Doğru söylüyorsun. Yüzüp kıyısına gelip, daha çok varmış deyip, geri dönmek gibi bir şey bu.’’

‘’Kesinlikle. Yeter mi sence bu kadar sohbet?’’

‘’Yeter bence. Çok bile konuştuk.’’

‘’Hesabı alabilir miyiz?’’