Matarasındaki son yudum suyu içerken yanında bir bomba patladı. Kısa süren bir kulak çınlaması yaşadı. Matarasına baktığında içeceği suyun toprakla karştığını gördü. Yere devrilen sudan bir yudum almak istedi ancak toprak parçaları buna izin vermedi.

Biraz dinlendikten sonra mevziden silahını tekrardan uzattı. Bir iki el ateş etti. Sonrasında da silahı tutukluk yaptı ve silahını mevziden indirip kurcalamaya başladı. Elindeki İngiliz tüfeğiydi. İngiliz tüfeğiyle aralarında İngilizlerin de bulunduğu düşman mevzilerine ateş ediyordu. Bir süre durakladı ve sorgulamaya başladı. İngilizler bu tüfeği bize neden satmıştı. Üstelik bu silahı onlara karşı kullanacağımızı bile bile. Savaş isteyen insanların olduğunu ve İngilizlerin oyunlarını anlamıştı da, ya Yeni Zelandalılar, ya Avusturyalıların burada ne işi vardı. Bu düşünceler sürekli kafasını meşgul ediyordu.

O sırada büyük bir sessizlik oldu. İki taraf arasında günde bir kere ilan edilen ateşkes vakti gelmişti. İki taraf da yerdeki cesetleri topluyor, bir yandan birbirleriyle değiş tokuş yapıyorlardı. O da bu değiş tokuş düzenin içerisinde yer alıyordu. Çat pat anlaşabildiği Yeni Zelandalı askerlere konserve veriyorken onlardan tütün ve su alıyordu. Bazen de tam tersi oluyordu. Sonrasında da tekrar mevzilerine geçiyorlar ve birbirlerine ateş ediyorlardı.

Ne hazin bir durumdu bu. Bunun adına savaş demek yersizdi. Bu savaşın sonu yok gibi görünüyordu. Uykusuz günler, aç geçen dakikalar hiçbir şey umurunda değildi. Tarihin ne olduğunu ya da bugünlerden hangi gün olduğunu bile bilmiyordu. Açıkcası çok da ilgilenemiyordu. Psikolojisi bozulmuştu. Bazen mevzinin üstüne çıkıp bir kurşuna denk gelmek istiyor ve işte o anda vatan sevgisi ağır basıyor, toprağını savunmaya devam ediyordu. Bu ikilem kendisini oldukça yıpratmıştı.

Ateşkes sonrası temizlediği silahını tekrar mevzinin üstüne koydu ve karşı tarafa bakmadan ateş etmeye başladı. Attığı kurşunlar birine isabet ediyor muydu yoksa ıska geçip gidiyor muydu? Bunun cevabını hiçbir zaman bilemeyecek olmanın hırsıyla tetiğe bastıkça basıyordu.

Zamanın akmadığı, doğanın en harika olduğu bu koyda gece gündüz devam etti savaş. En sonunda ‘’Süngü Tak!’’ emriyle o da İngiliz malı silahına süngüsünü taktı. Mevziden dışarıya attı kendini. Gözlerini kapadı ve sadece koştu, büyük bir belirsizliğe koştu ve koştu... O koştukça daha da imkânsız oldu her şey, o koştukça daha da zorladı düşmanı, sonuna kadar koştu, karanlığı görene kadar koştu. O koştukça geçemediler, o koştu Çanakkale geçilemedi!

‘’Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

M.Kemal Atatürk