Mum ışığının aydınlattığı karanlık odada oturuyordu. Sigarasından derin bir nefes alırken hem okuyup hem de yazdığı emir defterini kontrol ediyordu. Daima açık olan kapısı tıklatıldı. Yaveri misafiri olduğunu söylediğinde eliyle gelsin işareti yaptı. Gelenler masanın etrafındaki sandalyelere oturdular ve O’nun konuşmasını beklediler. O da not aldığı deftere bakıp son okumalarını yaparak sigarasından son bir nefes çekti ve söndürdü.

Konuşmasına başlamadan önce masadakilerin gözlerine baktı. Birer birer. Masada Genelkurmay Başkanı, Cephe Komutanı ve Milli Savunma Bakanı bulunuyordu. ‘’Efendiler…’’ diyerek konuşmasına başladı ve ‘’Taarruz için gereken bütün işlemlerin süratle tamamlanmasını istiyorum.’’ Diyerek konuşmasını sona erdirdi. Masadakiler ‘’Emredersiniz!’’ diyerek masadan ayrıldılar. Bu akşam ilk defa ‘’Taarruz’’ kelimesinden bahsedilmişti ve bunun son derece gizli tutulması gerekiyordu.

Bu kelime gizli tutulmasına tutulurdu ama ortada daha büyük bir sorun vardı. Durumun politik yollarla da çözülmesi gerekiyordu. En azından düşman öyle olmasını istiyordu. O’nun bu durum için de bir planı vardı. Taarruz kararını açıklamadan birkaç gün öncesinde konuyla ilgili bilgili olan kişileri Avrupa’daki başkentlere gönderdi. Böylelikle ‘’Taarruz’’ kelimesini düşmandan bu şekilde gizlemiş oldu.

Hazırlıklar tamamlandı. Her şey sadece bir emrine kalmıştı. Yirmi beş Ağustos’u yirmi altı Ağustos’a bağlayan gece kurmaylarıyla Kocatepe’de bulunan gözetleme yerine gittiler ve son detayları konuştular. Taarruz emrini vermeden önce son kez savaş alanına bakmak için Kocatepe’nin en zirvesine çıkmaya çalışırken, yaverinden bir sigara istedi. Sigarasını yaktı ve tepeye çıkarken ufak bir aydınlanma oldu. O aydınlanmanın sebebi bu tarihi anı ölümsüzleştiren fotoğraf çekimi olmuştu. Tepeye çıkıp alanı son bir kez inceledikten sonra kendinden gayet emin bir şekilde sabaha karşı saat dört buçukta ‘’Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz!’’ diyerek saldırı emrini verdi. Verdiği o emir bir milletin bağımsızlık ve özgürlük emriydi.

Düşman kuvvetlerinin hiç beklemediği bu taarruz son derece planlı ve düşünülene uygun şekilde sürmekteydi. Öncelikle düşmanın ikmal yolları yok ediliyor sonrasında da düşman hızlıca geriye doğru püskürtülüyordu. Daha doğrusu düşman kaçıyordu. Fakat ortada yeni bir sorun vardı. Düşman kaçtığı yerleri yakıp yıkıyor ve halka zarar veriyordu. Bu haberi duyduğunda morali çok bozulmuştu. Kimseye belli etmedi, hızlıca karargâhında gizli bir toplantı düzenledi. Toplantıda yangınların sönmesi ve bölgede yaşayan halkın mağdur olmaması için ne gerekiyorsa yapılmasını emretti. Sinirlenmişti ama haklı mücadelesinde haksız duruma düşmemek için öfkesini içine attı.

Taarruz’un sonunda düşman birlikleri önce işgal ettikleri İzmir’i daha sonrasında da Bursa’yı terk ederek, bir bir kaçtılar. Büyük Taarruz sayesinde düşman Anadolu topraklarından çıkarılmıştı. Şimdi onun önünde bir hedefi daha vardı; doğduğu topraklar olan Trakya’yı da düşman işgalinden kurtarmak ve hayallerini kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını çizmek…

‘’Hiçbir zafer gaye değildir, zafer ancak kendisinden daha büyük bir gayeyi elde etmek için en belli başlı vasıtadır.” M. Kemal Atatürk