12 MART, İstiklal Marşımızın kabulünün 103. Yıl dönümüydü… Cumhuriyetimizin hamurunda gözyaşı ve alın teri vardır merhum Mehmet Akif Ersoy’un… Üşenmedim, Edirnekapı Şehitliği’ne gittim Akif’in mezarı başına…

Gördüm ki, Bayrak Şairine sevgi giderek katlanıyor; zira grupların biri geliyor, diğeri gidiyordu.

Sayıları 30-40’ı bulan “Asımın Nesli Vakfı” adlı daha çok öğrenci ve öğretmenlerden oluşan bir grup kabri başında Yasin-i Şerif okudu. Ardından diğerleri; bitmek tükenmek bilmedi…

Bakınız; ta 1913’te yazdığı şu manzumeye… Daha Cumhuriyet kurulmamış, bir millet olmanın doğum sancıları çekiliyor. Gençler, delikanlılar, yiğitler cephelerde son kanlarına kadar savaş veriyor… Akif ise meydanlarda dili döndüğünce insanlara milli kimliği, bağımsızlığı; bir millet olabilmenin tılsımlı yürüyüşünü anlatmaya çalışıyor:

Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez…”

724 ŞİİR ARASINDAN SEÇİLDİ

Bu topraklara tünemiş düşmanları temizlemek için en önemli ilacın, yüreklerin aynı idealler için toplu atması gerektiğini o yıllarda söylüyor Akif.

Yüz binlerce şehit ve milyonları aşkın gazinin omuzlarında yükselen Türkiye Cumhuriyeti’ne bir de milli marş gerekiyordu. Milli Marş için açılan yarışmaya katılmak istemedi Mehmet Akif

Çünkü ucunda bir servet denecek miktarda ödül vardır. “Ben milli marş için bu yetim ülkeden para alamam” diyerek yarışmaya katılmak istemedi. Sonra bulundu bir hal çaresi ve Akif razı edildi. Tam 724 anlı şanlı şair katılmıştır ancak, hiçbiri bir milli heyecan, milli duygu yaşatamamıştır.

İşte Taceddin Dergâhı duvarlarında başlayan ve şimdi 86 milyon Türk’ün gönlünde bayraklaşan İstiklal Marşı, Akif’in kaleminden adeta böyle nakşedilir kalplere…

GÖNLÜ GANİ MEHMET AKİF

Daha sonra Safahat adlı eserini yayınlarken İstiklal Marşı için, “Benden çıkmıştır. O artık milletin malıdır” diyerek almaz kitaba… Şairin vefatından sonraki baskılarda kitaba, hak ettiği yere konur İstiklal Marşı

İşte Akif böylesine gönlü bol, böylesine ruh zenginidir. Ömrü boyunca büyük maddi sıkıntılar çekmesine rağmen, hiçbir ödülü kabul etmez. Evindeki tek kilimi ve sırtındaki paltoyu da kapısını çalan yoksula verecek kadar ganidir yüreği…

Ta o yıllarda;

İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir gitti!

İşte Irak’ı da taksim ediyorlar şimdi…” diyerek sanki bugünleri işaret ediyordu…

Bir başka coşku, bir başka hüzün, bir başka öfke doludur Mehmet Akif, ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE isimli şiirinde, kendisinden 15 kat daha güçlü olan düşman orduları karşısında Mehmetçik’in kahramanlıklarını, yiğitliklerini anlatırken şöyle seslenir:

“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.

Herc-ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap:

Seni ancak ebediyetler eder istiap…”

Kahraman Türk askerine, “Senin yükünü ancak sonsuzluklar çekebilir” diyor.

HER ZAMAN MAZLUMUN YANINDADIR

Akif ülkesi için, milleti için, namusu için seve seve şahadet şerbeti içen bu gençliğe güveniyor:

“Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek;

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek…”

İşte böylesine yüce duyguların samimi şairidir Akif, her zaman zalimin karşısında, mazlumun yanındadır:

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; 
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 

Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! ...
Boğamazsam, hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; 
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; 
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! 
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? 
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! 
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! 
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

CENAZESİNDE BİR DEVLET GÖREVLİSİ YOKTUR

İşte böylesine içten, böylesine samimi bir nefes 27 Aralık 1936’da sustuğunda, ölümünü kimsecikler duymamış, duyurmamıştı.

Beyazıt Meydanı’nda, Sahaflar Çarşısı girişinde ayakkabısını boyatan bir üniversite öğrencisi, üstü çıplak olan tabutu görünce ayakkabı boyacısına döner;

Kim acaba ölen adam? Pek garipmiş doğrusu!”

Ayakkabı boyacısı ise, öğrenciyi şoke eden şu cevabı verir:

Akif miymiş, şair miymiş ne, diyorlar beyim!”

Öğrenci ayakkabısının boyasını yarım bırakarak tabut başına geçer ve gerçeği öğrenir… Oradaki birkaç kişiye sıkı sık tembih eder;

Sakın cenazesini kaldırmayın. Ben şimdi üniversiteden arkadaşlarımı getireceğim. Milli şairimize böyle yalnız bir cenaze töreni hiç yakışmaz…”

Olayı duyan tüm üniversite öğrencileri ve öğretmenleri Beyazıt Camii’nin avlusunda toplanır, onlara yeni kalabalıklar da eklenir… Ve “milli şairimiz” böyle omuzlarda taşınır Edirnekapı Şehitliği’ne…

ŞEHİTLERİMİZLE KUCAK KUCAĞA

Maalesef Devletimiz ne milli şairine ne de onun çocuklarına sahip çıkmıştır.

O yıllarda Edirnekapı Şehitliği’ndeki mezarı da dikenler içinde kalmış; kuş uçmaz, kervan geçmez bir haldedir…

Çok şükür… O tarihten bu tarihe Türkiye’de çok şey değişti ve bayrak şairimizin, şehitliğin hemen yanı başındaki kabri, kendine yakışır bir şekilde yaptırıldı…

Şimdi, bırakınız ölüm yıldönümünü, Allah’ın her günü Mehmet Akif Ersoy’un ziyaretçisi vardır.

Her gelen kişi başında Fatiha’yı, Yasin-i Şeref’i, ya da bildiği tüm duaları okuyor; milli şairine armağan ediyor…

Edirnekapı Şehitliği’nde, bu vatan, bu kutsal topraklar için şehit düşmüş gençlerimizle kol kola, kucak kucağa rahat uyu…

***************

ANLAMLI SÖZ

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,

Günler şu heyûlâyı da er geç silecektir.

Rahmetle anılmak… Ebediyet budur, amma;

Sessiz yaşadım, kim, beni nerden bilecektir?”

MEHMET AKİF ERSOY

***************